Yazılar

Emrah sahnelere dönüyor

Arabesk müziğin efsane isimlerinden Emrah, kısa bir aranın ardından sahnelere geri dönüyor. Sanat yaşamına çocuk yaşta başlayan ve milyonların sevgisini kazanan Emrah, 8 Kasım’da Günay’da sevenleriyle buluşmaya hazırlanıyor.

Arabesk müziğinin “5 Atlısı” olarak anılan Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses ve İbrahim Tatlıses gibi ustalarla aynı dönemde parlayan Emrah, bu büyük mirasın yaşayan son temsilcilerinden biri olarak yeniden sahnede olacak. Sanatçı, arabesk tutkusunu ve müzikal kimliğini yeniden sahneye taşımaya kararlı. Olgunluk dönemine adım atan Emrah, geçmişteki derin yorumları ve duygusal repertuarıyla hatırlanıyor. Bugün ise daha da güçlü, daha da içten bir performansla sahnelere dönüyor.

Kadınlarda idrar kaçırma sorununda pratik önlemler

Her yaştan kadını etkileyen idrar kaçırma sorunu 40 yaşına gelen kadınların yaklaşık % 40’ında görülebiliyor. Hamilelik, doğum ve menopozdan kaynaklanan hormonal değişiklikler ile pelvik taban kaslarının zayıflaması ve mesaneye baskı yapması sonucunda ortaya çıkabiliyor. Doğru teşhis, kişiye özel tedaviler ve yaşam tarzı değişiklikleri sayesinde idrar kaçırmadan kurtulmak mümkün olabiliyor. Memorial Kayseri Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Doç. Dr. Mehmet Ak, kadınlarda sık görülen idrar kaçırma sorunu ile ilgili bilgi verdi.

Doç. Dr. Mehmet Ak

Doç. Dr. Mehmet Ak

İdrar kaçırma sosyal yaşamdan uzaklaştırır

İdrar kaçırma her yaştan ve her sosyal statüden kadın için önemli bir sorundur. Erkeklere oranla kadınlarda daha sık görülen bir sorundur. Kadınlar yaşlandıkça istemsiz şekilde ortaya çıkan idrar kaçırma sorunu, yaşlanmanın bir sonucu olarak görülmemelidir. Özellikle gebelik sırasında veya idrar yolu enfeksiyonları nedeniyle geçici olarak idrar kaçırma sorunu ortaya çıkabilmektedir. Bu durumlarda yaşam tarzı değişiklikleri (kilo vermek gibi), pelvik taban kas eğitimi ve menopoz sonrası dönemde yapılan müdahale ile sorun olmaktan çıkmaktadır. Günde 10- 15 kez idrara çıkan bir kadının yaşam kalitesi de olumsuz etkilenmektedir. Çünkü bu sorunu yaşayan her kadın sosyal hayattan da uzaklaşmaktadır. İdrar kaçırma günlük yaşamı olumsuz etkiliyorsa bir uzman doktordan destek alınmalıdır.

Kadınlar bu sorunu erteliyor

Kadınlar bu sorunu çoğu zaman sakladıkları için çözümünü de ertelerler. İdrar tutamama bazı nedenlere bağlı olarak ortaya çıkar.

  • Hapşırma ve öksürme, ağır eşyalar kaldırma, ağır egzersiz yapma gibi durumlarda mesaneye baskı uygulandığında idrar kaçağı ortaya çıkabilir.
  • Yoğun bir idrar yapma isteğinin ertelenmesi sonucunda istemsiz idrar kaçırma kaçınılmazdır. Özellikle uyku sırasında gece boyunca sık sık idrara çıkma ihtiyacı olabilmektedir. Ayrıca enfeksiyona bağlı hastalıkta ya da nörolojik bir sorunda ve şeker hastalığı gibi daha ciddi bir sorun nedeniyle ortaya çıkabilmektedir.
  • Taşma tipi idrar kaçırmada ise mesanenin tamamen boşalmaması nedeniyle sık sık veya sürekli idrar damla damla idrar çıkışı olabilmektedir.
  • Fiziksel veya zihinsel sorunlar idrarı kaçırmaya neden olabilmektedir. Örneğin, şiddetli artrit söz konusu ise, zamanında tuvalete yetişmekte sorun çıkmaktadır.
  • Karma tip idrar kaçırmada ise birden fazla idrar kaçırma türü vardır. Genellikle stres bağlı idrar kaçırma ile sıkışma sonucunda sorun olmaktadır.

Her 3 kadından 1’inde var

İdrar kaçırma yani idrar veya mesane kontrolünün kaybı her üç kadından birinde görülmektedir. İdrar kaçırma sorunu belirtilere göre kişiye özel bir tedavi planıyla hareket edilmelidir ve yaşam kalitesinin yükseltilmesiyle çözülebilmektedir.

İdrar kaçırmanın tedavisi ise detaylı bir tıbbi öykü ve belirtilerin ayrıntılı bir şekilde uzman hekime anlatılmasıyla başlamaktadır. İdrar kaçırmanın ne zaman ve ne sıklıkla yaşandığı sorulmalıdır. Mesaneyi etkileyecek sorunun ve semptomlara neden olabilecek diğer durumlar hekim tarafından araştırılmadır. Bunun için fiziksel bir muayene de yapılabilmektedir. Bu muayenede mesane doluyken öksürme istenebilmektedir.

Kegel egzersizi öneriliyor

Pelvik taban kasları yaşla ve daha az fiziksel aktiviteyle zayıflamaktadır. Pelvik taban kas eğitimi olarak da bilinen Kegel egzersizleri, stres kaynaklı idrar kaçırmayı önlemeye veya azaltmaya yardımcı olabilmektedir. Pelvik taban kasları çalıştıran egzersizlerdir. Pelvik taban kasları; rahmi, mesaneyi, ince bağırsağı ve rektumu destekler. Her 10 kadından 4’ünde Kegel egzersizlerini denedikten sonra idrar kaçırma sorununda azalma olduğu görülmüştür. Günlük olarak yapılan Kegel egzersizi özellikle hamilelik döneminde yararlı olabilmektedir. Hamilelik ve doğum sırasında sıklıkla görülen pelvik taban kaslarının zayıflamasını önlemeye yardımcıdır.

Bu önerileri dikkate alın

 Yaşam tarzı değişiklikleri ve pelvik taban kas eğitiminin yanı sıra hem stres hem de sıkışma tipi idrar kaçırmanın tedavisinde günlük yapılacak basit uygulamalar da faydalı olabilmektedir.

  1. Yaşam tarzı değişiklikleri sorunun çözümünde etkilidir. Özellikle sıvı alımı kontrollü olarak yapılabilir.
  2. Mesaneyi 2-3 saatte bir boşaltmak için tuvalete gidilmesi idrar kaçırma sorunu için etkili olabilir.
  3. Dışkılama sırasında zorlanmanın sorun olmaması için kabızlığın kesinlikle tedavi edilmesi gerekir.
  4. Kilo kontrolünün sağlanması sorunu azaltacaktır.
  5. Sigara kesinlikle bırakılmadır. Sigara içmek, pelvik taban rahatsızlığının gelişme riskini 2 kat artırmaktadır. Alkol ve kafein tüketimi de sınırlanmalıdır.

Baş ağrısı özellikle rüzgarlı ve yağışlı günlerde artıyor!

Sonbahar mevsiminde, hava basıncı dalgalanmaları, nem oranındaki değişimler ve sıcaklık düşüşlerinin yanı sıra yaşam tarzının farklılaşması nedeniyle baş ağrısının görülme sıklığı belirgin şekilde artıyor. Geçen yılın verilerine göre, ülkemizde sonbaharda baş ağrısı şikayetiyle nöroloji kliniklerine başvuran hastaların sayısında yaz aylarına nazaran yüzde 20 oranında artış yaşanmış. Ani hava değişimlerinde, özellikle rüzgârlı ve yağışlı günlerde nem oranının yükselmesi nedeniyle gerilim tipi baş ağrısı ile migren atakları sıklığının yüzde 15-25 oranında arttığı belirtiliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Elvan Cevizci Akkılıç,  sonbahar aylarında baş ağrısını en sık hava değişiminin tetiklediğini belirterek, “Sonbaharda hava sıcaklıkları hızla değişebilmekte, özellikle ani sıcaklık düşüşü, rüzgar veya yağışlı hava baş ağrısını tetikleyebilmektedir. Bu yüzden, dışarı çıkarken hava durumunu kontrol edip, uygun kıyafetler giymek ve başı koruyacak şapka ya da bere kullanmak faydalı olur. Ayrıca, sonbaharla birlikte yaşam alışkanlıklarındaki değişimlere dikkat etmek önem taşımaktadır” uyarısında bulunuyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Elvan Cevizci Akkılıç, sonbaharda baş ağrısını tetikleyen etkenleri anlattı; önemli öneriler ve uyarılara bulundu.

Nöroloji Uzmanı Dr. Elvan Cevizci Akkılıç

Dr. Elvan Cevizci Akkılıç

Değişen hava koşulları

Sonbaharda hava basıncı dalgalanmaları, nem oranındaki değişiklikler ve aniden soğuyan hava beyin ile boyundaki damar ve sinirleri etkiliyor. Bunun sonucunda gerilim tipi baş ağrısı ile migreni tetikleyebiliyor. Beyin damarlarını daha fazla etkilediği için özellikle rüzgârlı ve yağışlı günlere dikkat etmek gerektiğini belirten Nöroloji Uzmanı Dr. Elvan Cevizci Akkılıç, “Ayrıca sonbahar aylarında günlerin kısalması ve güneş ışığına maruz kalma süresinin azalması, melatonin ile serotonin hormonlarının dengelerinin bozulması da baş ağrısını tetikleyebilmektedir” diye konuşuyor.

Artan stres yükü

Sonbahar okul ve iş temposunun yoğunlaştığı bir dönem. Buna bağlı olarak artan stres kortizol seviyesini yüzde 30-40 oranında yükselterek migren ve gerilim tipi baş ağrılarını tetikleyebiliyor. Dolayısıyla, meditasyon, yoga ve nefes egzersizleri gibi stres yönetimi teknikleriyle stresi kontrol altına almaya çalışın.

Alerjik reaksiyon ve sinüzit

Sonbaharda artan polen ve tozlar alerjik reaksiyonları tetikleyebiliyor. Alerjik rinit ve alerjik rinit nedeniyle gelişen sinüzit, baş ağrısının (özellikle frontal bölgede) sıklığını yüzde 30-40 oranında artırıyor. Alerjik rinite bağlı baş ağrısını önlemek için hava durumunu ve polen raporlarını takip ederek alerjenlerin yoğun olduğu zamanlarda dışarı çıkmamaya çalışın.

Uyku kalitesinin bozulması

Sonbaharda günlerin kısalması ve hava değişiklikleri, melatonin (uyku hormonu) üretimini etkileyerek uyku kalitesinin bozulmasına, yani uyku sürecinin kesintiye uğramasına veya uyku derinliğinin azalmasına neden olabiliyor.  Nöroloji Uzmanı Dr. Elvan Cevizci Akkılıç,  kalitesiz uykunun da beyin fonksiyonlarını olumsuz etkileyerek baş ağrısını tetikleyebildiğini söylüyor.  Dr. Elvan Cevizci Akkılıç,   “Uyku eksikliği aynı zamanda kasların gevşemesini engellemekte ve boyun-omuz bölgesinde gerilime yol açmaktadır. Bu durum, gerilim tipi baş ağrılarının ortaya çıkmasını kolaylaştırmaktadır.  Baş ağrısını önlemek için her gün aynı saatte yatıp aynı saatte kalkmaya çalışılmalı. Vücut buna alışınca uyku döngüsü yeniden düzenlenecektir” bilgisini veriyor.

Yetersiz su tüketimi

Sonbahar mevsiminde hava sıcaklığının düşmesiyle birlikte su tüketiminin azalması  dehidratasyona, yani vücudun susuz kalmasına neden olabiliyor. Dehidratasyon baş ağrılarının  yüzde 20’sinde tetikleyici oluyor. Bunun sebebi  ise vücut susuz kaldığında beyin çevresindeki dokularda ve kan dolaşımında sıvının azalması. Bu durum, beyin zarlarının gerilmesine ve sinirlerin hassaslaşmasına yol açarak baş ağrısını tetikleyebiliyor. Dolayısıyla, dehidratasyona bağlı baş ağrısı riskini azaltmak için günde 2-3 litre su içmeye özen gösterin.

Çay ve kahvenin fazla tüketilmesi

Sonbaharda genellikle havaların soğuması ve günlerin kısalması yorgunluğa neden olabiliyor. Dolayısıyla, enerjiyi artırmak ve uyanıklığı sağlamak için kahve ile çay gibi kafein içeren içecekler daha fazla tüketiliyor. Kafein, merkezi sinir sistemi üzerinde uyarıcı olduğu için hassas kişilerde sinir sistemini gereğinden fazla uyararak baş ağrısı riskini  yüzde 10-15 oranında artırıyor. Günlük kafein alım miktarınız ortalama 300 miligram olmalı. Bu miktar 3-4 fincan kahveye denk geliyor.

 Beslenme düzeninin değişmesi

Yoğun iş ve okul temposuyla birlikte öğün atlama, yetersiz beslenme ve hazır paket gıdayla beslenme oranları artıyor. Açlık ve karbonhidrat ağırlıklı beslenmek kan şekeri düzensizliğine ve bunun sonucunda baş ağrılarına yol açabiliyor. Bu nedenle, öğün atlamamaya ve mümkün olduğunca protein ağırlıklı tencere yemeği tüketmeye özen gösterin, hazır paket gıdalardan ise uzak durmaya dikkat edin.

Baş ağrısına bu yakınmalar eşlik ediyorsa, dikkat!  

Baş ağrılarının büyük çoğunluğu zararsız olsa da bazı durumlar tümör, anevrizma ve menenjit gibi ciddi sağlık sorunlarının habercisi olabiliyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Elvan Cevizci Akkılıç, erken müdahale ve tedavinin hayat kurtarabildiğine dikkat çekerek, mutlaka hekime başvurulması gereken baş ağrısının özelliklerini şöyle özetliyor:

Ani ve şiddetli başlangıçlı olması veya dakikalar içinde zirveye ulaşması, “Hayatımın en kötü baş ağrısı” olarak tarif edilmesi.

Görme kaybı, çift görme, konuşma bozukluğu, güçsüzlük, uyuşma, denge kaybı ve bilinç bulanıklığı gibi nörolojik sorunların eşlik etmesi.

50 yaş üstünde yeni başlayan baş ağrısı veya mevcut ağrının sıklık ile şiddetini değiştirmesi (Daha önce sıkıştırıcı tarzda olan ağrının bıçak saplanır tarzda veya şimşek çakar tarzda olması gibi)

Ateş, kilo kaybı ve  gece terlemesi gibi sistemik sorunların yaşanması.

Kafa travması sonrasında ortaya çıkması.

Öğrencilerin büyük bir kısmı devlet yurtlarını tercih ediyor

Türkiye’de üniversite öğrencilerinin karşılaştığı barınma ve finansal zorluklar, son yıllarda giderek daha belirgin hale gelmiştir. Dünyanın ve ülkemizin önde gelen Araştırma şirketi Ipsos’un Gündeme Dair raporundan derlenen verilere gör ;öğrencilerin yarısından fazlası üniversite eğitimleri için yaşadıkları şehirden başka bir şehre gitmek durumunda kalıyor. Bu durum, özellikle barınma ihtiyacını ön plana çıkarırken, ekonomik koşullar öğrencilerin tercihlerini ve yaşam koşullarını doğrudan etkiliyor. Araştırmamız, öğrencilerin büyük bir kısmının devlet yurtlarını tercih ettiğini, ancak hem özel hem de devlet yurtlarının maliyetlerinin öğrenciler ve aileleri üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğunu ortaya koyuyor. Üniversite eğitimi için gerekli bütçe, gençlerin ve ailelerin mali imkanlarını zorlamaya devam ederken, finansal kaygılar öğrencileri ek iş arayışına ve geleceğe dair belirsizliklerle başa çıkma çabasına yöneltiyor.

Ülkemizde üniversite öğrencilerinin yarısından fazlası gidecekleri üniversitenin yaşadıkları şehirden başka bir şehirde olduğunu belirtiyor. Bu durum, öğrencilerin barınma, ulaşım ve ekonomik zorluklar gibi ek ihtiyaçlarla karşı karşıya kalmasına neden oluyor. Özellikle başka bir şehirde okuyan öğrencilerin %76’sı yurtta kalmayı tercih ederken, ekonomik koşullar nedeniyle devlet yurtları öncelikli seçenek haline geliyor.

Ipsos Türkiye

 

Ipsos’un Türkiye CEO’su Sidar Gedik, araştırma verilerini şöyle yorumladı; 

Gündeme Dair araştırmamıza göre, ülkemizdeki üniversite öğrencilerinin yarısından fazlası gideceği üniversitenin yaşadıkları şehirden başka bir şehirde olduğunu belirtiyor.

Başka şehirde yaşamak söz konusu olduğunda öğrenciler için başlıca konulardan biri de barınma ihtiyacı.

Araştırmamızın sonuçlarında gördük ki gidecekleri üniversite yaşadıkları şehirde olsa bile her iki öğrenciden biri yurtta kalmayı tercih ediyor. Yaşadıkları şehirden başka bir şehirde okuyacak olan öğrencilere sorduğumuzda ise bu oran yüzde 76’ya çıkıyor.

Yurtta kalacağını belirtenlerin neredeyse tamamının tercihi devlet yurtları. Elbette ki bunun en temel sebebi ekonomik koşullar. Her on öğrenciden dokuzu özel yurtların pahalı olduğunu düşünüyor. Hatta devlet yurtları için de her iki öğrenciden biri “pahalı” yorumunu yapıyor. Öğrencilerin barınma konusunda giderek daha sınırlı seçeneklere sahip olduğunu ve zorlandıklarını görüyoruz.

Üniversite eğitimi için gerekli bütçe, önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da öğrencilerin ve ailelerin bütçesini zorluyor. Her on öğrenciden dokuzu kendisinin ya da ailesinin bütçesinin çok ya da az zorladığını belirtiyor. Yaşadığı şehirde ya da başka bir şehirde üniversiteye gidilecek olması ise bu durumu çok farklılaştırmıyor.  Finansal kaygılar, enerjilerini öğrenimlerine yönlendirmesi gereken gençleri geçim derdi, ek iş arayışı veya geleceğe dair belirsizliklere karşı karşıya bırakıyor.

Ipsos’un Türkiye CEO’su Sidar Gedik

Baş ağrısında ne zaman doktora başvurmalı?

Çocuklarda son yıllarda ekran kullanım süresinin uzaması, uyku düzensizlikleri, okul stresi ve sağlıksız beslenme nedeni ile baş ağrısı sorunu yaygınlaşıyor. Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Çocuk Nörolojisi Uzmanı Prof. Dr. Nur Aydınlı, baş ağrısının masum nedenleri olduğu gibi, ciddi hastalıklara işaret eden tehlikeli nedenlerinin de olabildiğini belirterek “Ülkemizde özellikle okul çağı çocuklarında baş ağrısı yaygın bir sağlık sorunu haline gelmiştir. İlköğretim çağındaki çocukların yaklaşık yarısı, lise çağındaki çocukların ise üçte ikisinin değişen sıklıklarla baş ağrısı yaşadığı saptanmıştır. Baş ağrısının altında bazen açlık ve susuzluk gibi basit nedenler yatabilirken, bazen de ciddi sorunlardan kaynaklanabilir” diyor. Bu nedenle ailelerin özellikle bazı belirtilere çok dikkat etmeleri gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Aydınlı, çocuklarda baş ağrısına yol açan etkenleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Prof. Dr. Nur Aydınlı

Prof. Dr. Nur Aydınlı

  • Uyku düzeni ve beslenme bozuklukları

Yetersiz uyku, düzensiz uyku saatleri, açlık ve susuzluk çocuklarda baş ağrısı gelişimine zemin hazırlar. Düzenli uyku ve yeterli beslenme ağrıları azaltabilir.

  • Psikolojik Stres ve Anksiyete

Çocuklarda okul stresleri, arkadaş ilişkileri veya aile problemleri baş ağrısını tetikleyebilir. Bu durumlarda ebeveynlerin davranışları ve çocuğa yaklaşımları önemlidir, psikolojik destek gerekli olabilir.

  • Migren

Migren çocuklarda çok sık görülen baş ağrısı tipidir. Zonklayıcı, genellikle tek taraflıdır ve ışık, ses hassasiyeti, mide bulantısı gibi eşlik eden semptomlar olabilir. Atağı başlatan tetikleyiciler stres, açlık, uyku düzensizliği olabilir.

  • Göz sorunları

Yanlış numaralı gözlük kullanımı, göz yorgunluğu, ekrana uzun süre maruz kalma veya göz hastalıkları baş ağrısına neden olabilir. Özellikle okul çağındaki çocuklarda görme muayenesi ve uygun gözlük seçimi önemlidir.

  • Gerilim tipi baş ağrısı

Çocuklarda en sık görülen baş ağrısı türlerinden biri de gerilim tipi baş ağrısıdır. Stres, okul baskısı, duruş bozukluğu, psikolojik sıkıntılar bu baş ağrısına yol açabilir. Ağrı genellikle baş çevresinde sıkıştırıcı veya baskı hissi şeklindedir.

  • Sinüzit ve Enfeksiyonlar

Soğuk algınlığı, sinüs enfeksiyonu gibi durumlarda sinüslerin iltihaplanması baş ağrısı oluşturabilir. Bu ağrılar genellikle yüz ve başın ön kısmında hissedilir, burun tıkanıklığı gibi belirtilerle birlikte olur.

  • Kafa travmaları ve organik nedenler

Kafa yaralanmaları, kafa içi basınç artışları, nadiren tümör gibi ciddi nedenler de baş ağrısının sebebi olabilir ve mutlaka ciddi değerlendirme gerektirir.

Bu belirtiler varsa zaman kaybetmeyin

Çocuklarda baş ağrısı konusunda toplumda en sık yapılan hatalar arasında; yanlış ağrı kesici kullanımı, baş ağrısını ihmal etme veya stres ve psikolojik etkenleri göz ardı etme geliyor. Prof. Dr. Nur Aydınlı, baş ağrısına özellikle bazı belirtiler eşlik ediyorsa zaman kaybetmeden çocuk nöroloğu veya sağlık kuruluşuna başvurmak gerektiğini belirterek, baş ağrısında ihmale gelmez durumları şöyle sıralıyor;

  • Ani başlayan, şiddetli veya sürekli ilerleyici baş ağrıları varsa
  • Baş ağrısına kusma, mide bulantısı, görme bozukluğu, bilinç değişikliği eşlik ediyorsa
  • Baş ağrısı uykudan uyandırıyorsa veya sabahları daha şiddetliyse
  • Kafa travması sonrası baş ağrısı varsa
  • Ağrı kesiciye yanıt vermiyorsa
  • Haftada iki veya daha fazla tekrarlıyorsa

Ağaçlar Gibi Konuşmak

Neş’e Erdok, Hüsnü Koldaş, Kemal İskender, Nedret Sekban, Resul Aytemür ve Ahmet Umur Deniz’in eserlerini aynı mekânda buluşturan grup sergisi “Ağaçlar Gibi Konuşmak”, Brieflyart Galeri’de açıldı!

Sergide eseri yer alan sanatçıların katıldığı özel bir davetle açılan sergi, şair Rainer Maria Rilke’nin “Ağaçların arasında yalnız hissetmez insan; onlar hep birlikte ayakta durur,” dizelerinden ilham alıyor. Bir arada olmanın hem yükünü hem de ferahlığını sanat aracılığıyla gösteren “Ağaçlar Gibi Konuşmak” sergisi, kuşaklar arası sessiz diyalogları görünür kılıyor. Küratörlüğünü sanat tarihçi Aslı Bora’nın üstlendiği sergi, izleyiciyi de bu sessiz diyaloglara tanıklık etmeye davet ediyor. “Ağaçlar Gibi Konuşmak” sergisi, 16 Kasım’a kadar Gümüşsuyu’nda yer alan Brieflyart’ta görülebilir.

“Ağaçlar Gibi Konuşmak” sergisi, 7 Ekim – 16 Kasım 2025 tarihlerinde salı-cumartesi günleri 11.00 – 19.00; pazar günleri 13.00 – 19.00 saatleri arasında Brieflyart’ta ziyaret edilebilir.

Adres:     Gümüşsuyu Mah. İnönü Cad. Ongan Apt. No: 43A Beyoğlu/ İSTANBUL

(Alman Başkonsolosluğu karşısı)

Tel:  0 (532) 179 29 62

 

Pandemi sonrası antidepresan kullanımı arttı

10 Ekim tüm dünyada Ruh Sağlığı Günü olarak anılıyor ve ruh sağlığına dikkat çekiliyor. Özellikle pandemi sonrası antidepresan kullanımı giderek artış gösteriyor. İstinye Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ebru Şalcıoğlu’nun verdiği bilgilere göre, Türkiye’de antidepresan kullanımı son 10 yılda neredeyse iki katına çıktı. Bugün her 100 kişiden 6’sının antidepresan kullandığını belirten Şalcıoğlu, “Antidepresan kullanımındaki bu sıçrama toplumun kolektif olarak yaşadığı zorlanmayı yansıtıyor” dedi.

Ruh sağlığı sorunlarına dikkat çekmek için her yıl 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü olarak anılıyor. İstinye Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ebru Şalcıoğlu, bugün vesilesiyle Türkiye’deki ruh sağlığını değerlendirirken, güncel verileri de paylaştı.

Prof. Dr. Ebru Şalcıoğlu

Prof. Dr. Ebru Şalcıoğlu

Antidepresan kullanımı son 10 yılda iki katına çıktı

Türkiye’de antidepresan kullanımının son 10 yılda neredeyse iki katına çıktığını belirten Şalcıoğlu, şunları söyledi:

“2010’ların başında her 100 kişiden yaklaşık 3’ü düzenli antidepresan kullanırken, bugün bu sayı 6’ya yaklaştı. Pandemiyle birlikte bu artış daha da hızlandı: 2020 sonrası sadece iki yıl içinde piyasaya sürülen antidepresan miktarında yaklaşık 10 milyon kutuluk bir artış yaşandı. Bu veriler, toplumda ruh sağlığı sorunlarının artışıyla birlikte sosyal koşulları ve sağlık hizmetlerine erişimdeki farklılıkları da düşündürüyor.”

Antidepresan kullananların yüzde 70’i kadın

Antidepresan kullanımında en büyük farkın kadınlarda görüldüğünü belirten Prof. Dr. Şalcıoğlu, şöyle devam etti:

“Reçetelerin yaklaşık yüzde 70’i kadınlara yazılıyor. Yani antidepresan kullanan her 10 kişiden 7’si kadın. Bu fark, kadınların daha fazla ruh sağlığı sorunları geliştirmesinden mi yoksa erkeklere göre tedavi aramaya daha fazla açık olmalarından mı kaynaklanıyor, bu hâlâ tartışmalı bir konu. Yaş grubunda ise 35 yaş üstü bireyler öne çıkıyor. Özellikle 36-50 yaş aralığında kullanım yaygın. Ancak gençler arasında da son yıllarda artış olduğu gözleniyor. Bu gençlerin gittikçe daha fazla ruh sağlığı sorunları için risk altında olduğuna işaret ediyor. İllere göre dağılımda dikkat çeken farklar var: Büyükşehirlerde kullanım oranları daha yüksek. Bazı şehirlerde, özellikle batı ve iç Anadolu bölgelerinde, kişi başına düşen antidepresan kullanımı diğer illere göre iki kata kadar çıkabiliyor. Büyük şehirlerde yaşamın zorlukları burada belirleyici bir faktör olabilir.”

Birçok kişi terapiye değil, sadece reçeteye ulaşabiliyor

Prof. Dr. Şalcıoğlu, bu artışın nedenlerini ise şöyle özetledi:

“Ruh sağlığı sorunları hem Türkiye’de hem dünyada artıyor. Pandemi sonrası dönemde, ekonomik kriz, işsizlik, belirsizlik, göç ve doğal afetler gibi toplumsal koşullar, özellikle Türkiye’de kaygı, umutsuzluk ve depresyon gibi ruhsal sorunların daha görünür hale gelmesine yol açtı. Böyle bir ortamda antidepresan kullanımındaki artış bir yönüyle toplumun ruh sağlığına dair farkındalığının artması, damgalayıcı tutumların zayıflaması ve bireylerin yardım arayışına daha açık hale gelmesiyle ilişkili olabilir. Ancak madalyonun öteki yüzünde sistemsel sınırlılıklar var. Süresi kısıtlı poliklinik muayenelerinde, ilaç reçete etmek genellikle en hızlı müdahale biçimi haline geliyor. Birçok kişi terapiye değil, sadece reçeteye ulaşabiliyor.

İlaçların bir kısmı reçetesiz temin edilebildiği için, kendi kendine ilaca başlama veya sürdürme davranışı da yaygınlaşıyor. Bu durum, resmi kullanım verilerinin bile ötesinde bir tabloyu işaret ediyor. İlaç daha erişilebilir olsa da araştırmalar, özellikle bilişsel ve davranışçı terapi gibi bilimsel temelli psikoterapi yaklaşımlarının daha uzun vadeli ve kalıcı çözümler sunduğunu gösteriyor. Ne yazık ki hem maddi hem de yapısal engeller, toplumun geniş kesimlerinin bu tür bilimsel temelli terapilere ulaşmasını zorlaştırıyor. Bu noktada ilaç endüstrisinin rolü de göz ardı edilemez. Psikolojik sorunların yalnızca biyolojik ya da kimyasal temelli hastalıklar gibi çerçevelenmesi (medikalizasyon), antidepresanların yaygın biçimde önerilmesini kolaylaştırıyor. Elbette ilaç tedavisi bazı durumlarda gerekli ve faydalı olabilir. Ancak bu faydanın bireyler arası farkları, yan etkileri ve alternatif müdahale yolları göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gerekir.”

Kişi başına düşen antidepresan tüketimi iki yıl içinde yaklaşık yüzde 25 yükseldi

Pandemiyle birlikte Türkiye’de antidepresan kullanımının belirgin şekilde artığına değinen Profesör, “Kişi başına düşen tüketim sadece iki yıl içinde yaklaşık yüzde 25 yükseldi. Ancak aynı dönemde psikiyatri reçetelerinde düşüş gözlemlendi. Bu da birçok kişinin doktora başvurmadan, kendi kararıyla ilaç kullanmaya yöneldiğini gösteriyor. Nitekim pandemi sırasında dünya genelinde kendi kendine ilaç kullanma oranının yüzde 48’in üzerine çıktığını görüyoruz. Pandemi sırasında ilaç kullanımdaki artışın arkasında kapanmaların yol açtığı yalnızlık ve belirsizlik, hastalığa yakalanma korkusu, kayıplar, ekonomik zorluklar ve işsizlik gibi etkenler var. Ayrıca ev içi çatışmaların artması, kadınların artan bakım yükü ve sosyal desteğin zayıflaması da bu tabloyu derinleştirdi. Antidepresan kullanımındaki bu sıçrama toplumun kolektif olarak yaşadığı zorlanmayı yansıtıyor” diye konuştu.

Türkiye’de antidepresan kullanımı birçok Avrupa ülkesinin gerisinde

Türkiye’deki antidepresan kullanımını dünya genelinde değerlendiren akademisyen, şunları söyledi:

“Türkiye’de antidepresan kullanımı artıyor ama hâlâ birçok Avrupa ülkesinin gerisindeyiz. OECD verilerine göre Türkiye, üye ülkeler arasında antidepresan kullanım oranı en düşük ülkelerden biri. Örneğin, İzlanda, Portekiz, İngiltere ve Almanya gibi ülkelerde kişi başına düşen antidepresan kullanımı Türkiye’nin 3 ila 4 katı kadar. Ancak bu fark, Türkiye’de toplumun daha sağlıklı olduğunu değil, psikoterapiye ve psikiyatrik hizmetlere erişimin daha sınırlı olduğunu gösteriyor da olabilir. Batı ülkelerinde psikoterapi hizmetleri daha yaygın ve erişilebilir düzeyde olduğu için insanlar, Türkiye’de örneğindeki gibi, sadece ilaca yönelmiyor. Yani düşük oranlar her zaman olumlu bir tabloya işaret etmiyor.”

Antidepresanların yanlış ya da gereksiz kullanımı riskli

Antidepresan kullanım süresi ve miktarlarıyla ilgili de konuşan Şalcıoğlu, “Elimizdeki bilimsel kaynaklarda, Türkiye’de antidepresanların ortalama kullanım süresi ya da bireysel doz tercihlerine dair güvenilir bir veri bulunmuyor. Klinik rehberlerde genellikle 6 ay ve üzeri kullanım önerilir, ancak bu süre vakaya göre değişir. Genellikle kişilerin bu süreyi aştığını, yıllarca ilaç kullanabildiğini görüyoruz. Antidepresan kullanımını anlayabilmek için daha detaylı saha araştırmalarına ihtiyaç var” dedi. Gereksiz kullanımın riskler taşıdığını belirten Şalcıoğlu, şunları söyledi:

“Antidepresanlar yanlış ya da gereksiz kullanıldıklarında ciddi riskler taşırlar. Öncelikle biyolojik açıdan, yan etkiler (uyku bozuklukları, kilo değişimi, cinsel işlev sorunları, mide‑bağırsak yakınmaları vb.) görülebilir; bazı ilaçlarda ani kesilme sendromu yaşanabilir. Uzun süreli ve kontrolsüz kullanım, beynin kimyasal dengesini yapay biçimde değiştirebilir. Psikolojik açıdan ise en önemli risk, duygusal dayanıklılığın ve başa çıkma becerilerinin zayıflamasıdır. Kişi her zorlanmada ilaca yönelme eğilimi geliştirebilir; bu da psikoterapi veya yaşam koşullarını değiştirme gibi daha kalıcı çözümleri geciktirebilir. Toplumsal düzeyde ise, ‘hızlı çözüm’ kültürü ve sağlık sisteminin ilaca dayalı yapısı güçlenir; böylece ruhsal sıkıntıların altında yatan sosyo‑ekonomik nedenler görünmez hale gelir. Bu nedenle ilaçlar, doğru tanı, düzenli izlem ve gerektiğinde psikoterapi desteğiyle birlikte kullanıldığında anlamlı bir fayda sağlar.”

Ruh sağlığı hizmetlerinin, psikoterapilerle desteklenmesi gerekiyor

Prof. Dr. Şalcıoğlu ruh sağlığını korumak için atılması gereken adımlarla ilgili ise şöyle konuştu:

“Ruh sağlığını sadece bireysel değil, kamusal bir iyilik hali olarak görmek zorundayız ve bu da yapısal çözümler gerektiriyor. Önleyici adımlar bu çerçevede büyük önem taşıyor: Okullarda duygusal okuryazarlık eğitimlerinin verilmesi, sosyal bağları güçlendiren topluluk temelli programların hayata geçirilmesi, ekonomik güvencesizlikle mücadele edilmesi, bireysel dayanıklılığı artırmakla kalmaz, toplumsal ruh sağlığını da güçlendirir. Bu noktada Türkiye’de sayısı 100 bini aşan psikoloji lisans mezunu önemli bir kaynak oluşturuyor. Etkili psikoterapi yaklaşımları alanında eğitilen psikologlar farkındalık ve erken müdahale programlarında etkin biçimde değerlendirilerek toplum ruh sağlığına katkı sunabilir. Sorunlar ortaya çıktığında ise, müdahale kapasitesinin güçlendirilmesi gerekiyor. Bu aşamada yalnızca ilaca dayalı kısa süreli çözümler kalıcı iyilik halini sağlamak için yeterli değil. Ruh sağlığı hizmetlerinin, bilimsel etkinliği kanıtlanmış psikoterapilerle desteklenmesi gerekir. Bilimsel temelli psikoterapilerin sağlık sistemine entegre edilmesi ve bu alanda çalışan personelin psikolojik müdahale konusunda eğitilmesi, Türkiye’de ruh sağlığı hizmetlerinin ilaç odaklı yaklaşımdan iyileşme odaklı bir modele dönüşmesi için en kritik adımdır.”

Pirelli’den yeni kış lastiği

Sedan ve crossover modellerine yönelik yüksek performanslı kış lastiği Yeni Cinturato Winter 3, karlı ve ıslak zemindeki performansıyla Dekra ve TÜV testlerinde başarı ile geçti.

Karlı zeminde frenleme, çekiş ve direksiyon hakimiyeti açısından birinci olan yeni ürün TÜV Premium Kalite İşaretini de aldı. Yeni lastik ayrıca ıslak zeminde suda kızaklama direnci ve direksiyon hakimiyeti kategorilerinde listenin zirvesinde yer alırken lastik ailesinin tümü Avrupa etiketinde ıslak zeminde performans açısından A-B sınıfında değerlendirildi. Düşük dönme gürültü seviyesi ile akustik konfor garanti edilirken sırt deseni de Avrupa etiketiyle doğrulanarak önceki nesle kıyasla uzun süreli performans ve daha yüksek kilometre sağlıyor.

Sigarayı bırakmaya karar verdiğinizde u hatayı sakın yapmayın

Sigara dumanında bulunan 7 binden fazla kimyasal maddenin en az 70’i kanserojen etkisi taşıyor. Arsenik, hidrojensiyanid, kadmiyum, benzen, nitrozaminler ve krom gibi maddeler, sigaranın sağlığa verdiği zararın en tehlikeli bileşenleri arasında yer alıyor. Acıbadem International Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu, sigaranın içeriğindeki zararlı maddeler nedeniyle vücudumuzdaki tüm organlara zarar verdiğini belirterek, “Sigaranın hasar oluşturmadığı hiçbir organ yoktur. Sigara içenlerin yüzde 90’ı, yani her 10 kişiden 1’i, hayatlarının herhangi bir döneminde sigaranın yol açmış olduğu sağlık problemiyle yüz yüze gelmektedirler” uyarısında bulunuyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu, sigarayı bıraktıktan sonra hastalıklara yakalanma riskinin zamanla sigara içmeyenlere yakın düzeylere indiğini, bu nedenle sigarayı bırakmanın sağlık için atılacak en önemli adım olduğunu vurgulayarak, “Bu konuda, Sağlık Bakanlığı’na bağlı olan Sigara Bırakma Poliklinikleri, ilaç tedavisi ve motivasyonel destek sağlamaktadır. Ancak, sigarayı bırakmak için hangi yöntem uygulanırsa uygulansın, önemli olan kişinin kendi iradesiyle bırakma isteğidir” diye konuşuyor.

Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu

Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu

Akciğerlerden kalbe mideden saçlara…

Sigara, tüm organlara ciddi derecede zarar verirken, özellikle akciğerler üzerinde ölümcül riskler oluşturabiliyor.  Öyle ki akciğer kanserinin yüzde 90’ından sigara sorumlu oluyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu, sigaranın zararlarını şöyle sıralıyor:

  • Saçlarda dökülme, kırılma
  • Ciltte kırışma, buruşma, erken yaşlanma
  • Dişlerde bozulma ve çürüme, diş eti hastalıkları, ağız içi kanserleri
  • Ses teli kanseri, yutak kanseri, sinüzit
  • Yemek borusu, pankreas, karaciğer ve bağırsak kanserlerinin yanı sıra gastroösafageal reflü, peptik ülser
  • KOAH, amfizem, astım, akciğer kanseri, akciğer kesecikleriyle ilgili hastalıklar
  • Koroner arter hastalığı, aort anevrizması, Buerger hastalığı
  • Böbrek ve mesane tümörleri, iktidarsızlık
  • Jinekolojik kanserler, infertilite (kısırlık), düşük, erken doğum
  • Kemik erimesi
  • Diyabet, guatr
  • Gözlerde sarı nokta hastalığı, körlük
  • Romatoid artrit, Raynaud hastalığı
  • Demans
  • Anksiyete, depresyon

“Arada tek tük sigara içeyim, bir şey olmaz” demeyin!

Sigarayı bırakmada en kritik nokta, sigarayı tam anlamıyla beyninizde bitirmektir. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof.  Dr. Bülent Tutluoğlu, sigarayı bırakmak isterken yapılan önemli bir hatayı, “Eğer bir yanınız sigarayı bırakmak isterken, bir yanınız   ‘arada tek tük sigara içeyim, bir şey olmaz’ derse, içmek isteyen tarafınız galip gelir ve düşündüğünüz gibi tek tük değil, eskiden içtiğiniz tempoda sigaraya devam edersiniz” sözleriyle anlatıyor.

SİGARAYI BIRAKMAYI KOLAYLAŞTIRAN 6 PRATİK ÖNERİ!

Sigarayı azaltmak bırakmaya yardımcı olabiliyor, ancak en etkin yöntem tam olarak bırakma tarihini belirlemek! Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu, hedeflediğiniz tarihten önce sigarayı bırakma sürecine katkı sağlayacak olan önerileri ise şöyle özetliyor:

Yakınlarınızdan destek alın: Ailenize ve arkadaşlarınıza sigarayı belirli bir tarihte bırakacağınızı söyleyin. Sigarayı bırakma tarihiniz üzerine bir arkadaşınızla bahse girin. Eşinizin veya arkadaşınızın sizinle birlikte sigarayı bırakmasını sağlayın.

Sigaraya ulaşma imkanlarınızı kısıtlayın:  Kartonlarca sigara almaktan vazgeçin. Diğer bir paketi almak için paketinizin boşalmasını bekleyin. Evde ve işyerinde üzerinizde sigara bulundurmaktan kaçının.

Markaları değiştirin: İçimini kötü bulduğunuz bir sigara markasına geçiş yapın. Hedeflediğiniz bırakma tarihinden birkaç hafta önce katranı ve nikotini düşük bir sigara markasına geçin. Ancak miktarı arttırmayın, daha derin nefes almayın.

İçtiğiniz sigaraların sayısını azaltın: Her sigaranın sadece yarısını için. Her gün ilk sigaranızı 1’er saat erteleyin. Sadece tek veya çift saat başlarında sigara için. Gün boyunca kaç sigara içeceğinizi kararlaştırın. Her ekstra sigara için kendinize para cezası verin.

Alışkanlık nedeniyle sigara içmeyi önleyin: Gerçekten çok istediğiniz zaman sigara için. Alışkanlığınız yüzünden sigara yakmak üzere olduğunuz anları yakalayın.

Sigara içmeyi sevimsiz hale getirin: Kül tablalarınızı boşaltmayın, sigara izmaritlerinizi cam bir kapta toplayın.  Düşünmeden sigara yakıyorsanız, sigarayı aynanın karşısında yakmayı deneyin. Sigarayı sadece sizin için rahatsız edici ortamlarda için.

Sebebi diz eklemindeki kireçlenme olabilir!

 Yaşlanma, geçirdiğimiz kırıklar, eklem enfeksiyonları veya doğuştan gelen eklem sorunları gibi çeşitli nedenlerle eklem kıkırdaklarımız zamanla hasar görüyor. Yıpranan ve aşınan eklem kıkırdak yüzeyleri nedeniyle diz eklemlerinde oluşan şiddetli ağrılar ise yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebiliyor; yürümeyi, hatta adım atmayı bile önleyebiliyor. Acıbadem Kadıköy (Dr. Şinasi Can) Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Selami Çakmak, diz protezi cerrahisinin eklem kıkırdak hasarının son evresinde, yani artık ileri düzey kireçlenme veya artroz olarak adlandırılan durumda uygulanan etkili bir tedavi seçeneği olarak öne çıktığını belirterek,  “2024 yılı verilerine göre, dünyada her yıl yaklaşık 1,5 milyon, ülkemizde de yaklaşık 100 bin kişi diz protezi cerrahisi olmaktadır. Üstelik, yaşam süresinin uzamasına ve obezitenin görülme sıklığının yükselmesine paralel olarak diz protezi cerrahisi olan kişi sayısı giderek artmaktadır” diyor.

Modern cerrahi teknikler ve gelişen teknoloji sayesinde ameliyatların başarı oranı günümüzde giderek artıyor ve bu sayede protezlerin ömrü uzarken, hastalar da günlük yaşamlarına daha kısa sürede dönebiliyor. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Selami Çakmak, diz protezi cerrahisinden başarılı sonuç alınmasında bazı kurallara dikkat edilmesinin kilit bir rol üstlendiğini vurgulayarak, “Diz protezi cerrahisi öncesinde hasta detaylıca değerlendirilmeli; genel durumu, hastalıkları, kullandığı ilaçlar ve beklentileri çok iyi bilinmelidir. Çünkü, titiz bir hazırlık süreci ameliyatın başarısı için büyük önem taşımaktadır” bilgisini veriyor.

Prof. Dr. Selami Çakmak

Prof. Dr. Selami Çakmak

Ağrısız ve konforlu bir yürüyüş!

Diz eklemi iç kısım ve dış kısım olmak üzere iki ana bölümden oluşuyor. Sadece iç kısımda oluşan kıkırdak aşınmaları yarım diz proteziyle tedavi edilirken, her iki kısımda gelişen kireçlenmelerde ise tam diz protezi ameliyatına başvuruluyor. Protezler genellikle metal ve plastik bileşenlerden oluşuyor ve diz ekleminin doğal hareketlerini taklit edecek şekilde tasarlanıyor. Diz protezi cerrahisinin amacı; şiddetli ağrıya neden olan aşınmış kıkırdak yüzeylerinin temizlenmesi ve yerine protezin yerleştirilmesiyle ağrının azalmasını sağlamak, böylece hastaların konforlu bir şekilde yürüyebilmelerini mümkün kılmak. Yapılan çalışmalarda, eklem protezi ameliyatlarının hastanın ağrısını azaltmada son derece başarılı olduğu ortaya konmuş.

Ameliyat ileri aşamada gündeme geliyor

Diz ağrısı sorunu olan hastalarda ağrı kesici ilaçlar ve koltuk değneği gibi yürümeye yardımcı yöntemler  ilk aşamada başvurulması gereken tedavileri oluşturuyor. Ayrıca,  eklem içi enjeksiyonlar da eklem kireçlenmesinin erken dönemlerinde faydalı olabiliyor. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Selami Çakmak, ancak ileri düzey eklem kireçlenmelerinde ve eklem aşınmalarında artık bu tedaviler şiddetli ağrıyı geçirmiyorsa, eklem hareketleri ciddi şekilde kısıtlanmışsa, o zaman diz protezi ameliyatının önerildiğini belirtiyor.

Her yaş grubu protez ameliyatı olabiliyor

Genellikle 60 yaş ve üzerindeki kişilere uygulanan diz protezi cerrahisi için kesin bir yaş sınırı bulunmuyor. Hastanın genel durumu, mevcut diğer hastalıkları ve beklentileri göz önüne alınarak her yaş grubuna diz protezi cerrahisi yapılabiliyor. Ancak 60 yaş öncesindeki genç hastalarda ameliyata detaylı bir değerlendirmeyle karar veriliyor.

Diz protezlerinin ömrü 30-40 yıla kadar uzuyor

Gelişen protez üretimi, tasarım teknolojileri, ameliyathane tekniklerinin gelişmesi ve ameliyathane sterilizasyon yöntemlerinin daha sıkı takip edilmesiyle birlikte vücuda yerleştirilen protezlerin ömürleri artık giderek uzuyor ve 30-40 yıl olarak hesaplanıyor.  Diz protezlerinde yıllardır başarıyla uygulanan geleneksel cerrahi yöntemlerine son yıllarda eklenen robotik cerrahi yöntemi de protezin ömrünün uzamasında önemli bir rol üstleniyor. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Selami Çakmak, “Robotik cerrahi yöntemi hekimlere kemik kesimlerinde ve protezin dizlere yerleştirilmesinde milimetrik hassasiyetle destek sağlamaktadır. Bu kolaylık sayesinde ameliyat sonrasındaki komplikasyon riski oldukça azalırken, protezlerin ömürleri de uzamaktadır” diyor. Prof. Dr. Selami Çakmak, ancak, son yıllarda robotik yöntem ön plana çıkmış olsa da halen yıllardır bilinen geleneksel yöntemlerin de başarıyla uygulanmaya devam ettiğini söylüyor.

Hastalar ilk gün destek yardımıyla yürüyebiliyor

Diz protezi cerrahisi sonrasında ilk gün hastaların ağrıları olabiliyor. Ancak, damar yoluyla verilen ilaçlar ve lokal veya bölgesel anestezi yöntemleri sayesinde ağrı minimal seviyeye indiriliyor. Hastalar ilk günden itibaren  yürüteç veya koltuk değneği gibi yardımcı yöntemlerle, 15-20 gün sonrasında da desteksiz yürümeye başlayabiliyor. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Selami Çakmak, ameliyat sonrasında fizyoterapi tedavisine başlamanın hızlıca iyileşmenin en önemli unsurlarından biri olduğuna işaret ederek, “Beslenmeye dikkat edilmesi ve verilen ilaçların düzenli kullanılması da hızlı iyileşmeyi desteklemektedir” diye konuşuyor.