Yazılar

Bu yaz tatil yaptınız mı?

Dünyanın önde gelen pazar araştırma şirketlerinden Ipsos, tüketicilerin tutum ve davranışlarını, yaşam tarzlarını ve değişen alışkanlıklarını yakından izlemeye devam ediyor.  İçinde bulunduğumuz küresel krizler, ekonomik koşullar ve değişen öncelikler, Türk halkının tatil alışkanlıklarını geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da etkiliyor. Bu araştırmada, toplumun bu yaz tatil yapma eğilimi, tatil planlarına dair tutumları ve beklentileri ile bu kararların altında yatan neden ve sonuçlar verilerle açıklanıyor. Tatil sadece deniz, kum, güneş ve otel konaklamasından ibaret olmadığını, bireyler açısından ayrı ayrı anlam ifade ettiğini veriler ışığında görüyoruz. Kimisi için lüks bir otel, gündelik işlerden kaçıp rahatlamak demekken, kimisi için doğa tatilinde kamp yapmak ya da kültür turlarıyla tarihi yerler keşfetmek, tatil anlamında büyük keyif olduğu ifade edilebiliyor. Diğer bir taraftan da ; tatil, memlekete veya köy ziyareti anlamına da geliyor.  Kısaca bireylerin kendini iyi hissettiği yerde, insan ruhuyla bedenini buluşturmaya, yenilenmeye yer açma ihtiyacını gideriyor. Geçtiğimiz yıl ve bu yılki verileri karşılaştırdığımızda; geçtiğimiz yıl olduğu gibi her on kişiden altısı bu sene yaz tatili yapmadığını ve yapmayı da düşünmediğini belirtiyor. Geçen yıla kıyasla, tatile çıkmayanlar arasında tatil planlayanların oran ise düştü. (2024 :%20 vs 2025 :%24)

Ipsos Türkiye Ipsos Türkiye

Tüm dünyada yaşanan çoklu krizler ve ekonomik dalgalanmalar, insanların bütçelerini gözden geçirmesine neden oluyor. Artan fiyatlar ve enflasyon, eskiden mümkün olan tatil seçeneklerini lüks hale getirebiliyor. Bu yüzden birçok kişi, tatil yapmak yerine mevcut birikimlerini korumayı veya temel ihtiyaçlara yönelmeyi tercih edebiliyor.

Ipsos Türkiye

Her on kişiden birinin geçen sene yurt dışında tatil yaptığını ifade etmesi de, önemli bir trende işaret ediyor. Yurt içinde tatil yapmanın maliyetinin, bazı yurt dışı destinasyonlarla karşılaştırıldığında daha yüksek olması. Özellikle komşu ülkelerde veya vize gerektirmeyen bölgelerde, uygun fiyatlı paket turlar veya konaklama seçenekleri bulunabiliyor. Yurt içinde popüler olan destinasyonların kalabalık olması veya bireylerin kişisel tatil anlayışına uymaması durumunda, insanlar daha sakin veya farklı bir atmosfer arayışıyla yurt dışı seçeneklerine yönelebiliyor. Tüketici tutum davranışlarında bu tutumlar; turizm sektörünü yurt dışı odaklı kampanyalar geliştirmeye veya yurt içi destinasyonlarda rekabetçi fiyatlar sunmaya teşvik edebilir. Aynı zamanda, seyahat alışkanlıklarının ve önceliklerinin zamanla nasıl değiştiğini de gösteriyor.

Ipsos Türkiye

Kendi gelirleriyle tatil yapabilen bireylerin sayısının artmasıyla birlikte, otel veya pansiyon gibi yerleri tercih ederek daha bağımsız ve rahat bir tatil deneyimi arayışına doğru bir geçiş olduğu rakamlara bakıldığında  net bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu, kişisel harcama gücünün artmasının doğrudan bir yansıması. Otellerin ve pansiyonların sunduğu hazır hizmetler, özellikle yemek, temizlik ve aktivite gibi konularda tatilcilere büyük kolaylık sağlıyor. Aile evinde bu hizmetlerin genellikle kendisi tarafından karşılanması, tam anlamıyla “dinlenme” amacıyla yapılan bir tatil beklentisini karşılamakta zorlanabiliyor. Aile evinde tatil yapmak, ekonomik açıdan avantajlı olsa da, kişisel alandan feragat etmeyi gerektirdiğinden tercih sıralamasında geriliyor.

Ipsos Türkiye

Bu sene daha fazla kişinin tatil masraflarını kendi imkanlarıyla karşıladı. Kişisel finansal durumun geçen seneye göre daha farklı bir trende geçtiği de veriler arasında öne çıkan başlıklardan.  Bu durum, bireylerin gelirlerinde artış, daha iyi bir bütçe yönetimi veya tatil için daha önceden birikim yapabilme yeteneği gibi faktörlerden kaynaklanabilir. Aileden borç alma ihtiyacının azalması, genç nesillerin veya çalışan kesimin ekonomik olarak daha güçlü bir pozisyona doğru bir yükselen ivme gösteriyor denilebilir.

Ipsos Türkiye

Ipsos’un Türkiye CEO’su Sidar Gedik, Gündeme Dair Araştırma Verilerini Şöyle yorumladı; Ipsos olarak Gündeme Dair araştırmamızda katılımcılara “Son günlerde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” diye sorduğumuzda uzun süredir yanıtlar değişmiyor; yorgun, bıkkın ve endişeli. Bu duygular, adeta üzerimize sinmiş durumda. Yılın yorgunluğunu geride bırakmak ve tazelenmek için ihtiyaç duyduğumuz yegane şeylerden biri ise hayatın olağan akışına ara vererek yaz tatili yapmak.

Geçtiğimiz bir kaç senedir yaz tatiline ilişkin sorular soruyoruz. Bu yıl her on kişiden altısı bu sene yaz tatili yapmadığını ve yapmayı da düşünmediğini belirtiyor. Bu oranda geçtiğimiz yıla kıyasla bir değişiklik yok.

Tatil yapanlar ya da yapabilenler bunu sürdürüyor (on kişiden sekizi), tatil yapmayan ya da yapamayanlar da buna isteyerek veya mecburen devam ediyorlar. Geçen yıl yaz tatil yapamayan her on kişiden yedisi bu yıl da yaz tatil yapamayacağını belirtiyor. Yaz tatili yapamamanın en önemli nedeni olarak geçtiğimiz seneye benzer şekilde ekonomik koşullar öne çıkıyor. Yaz tatili yapamayan her on kişiden dokuzu ekonomik sebeplerle tatil yapamadığını ifade ediyor.

Yurt içinde tatil yapanların oranı doğal olarak çok daha yüksek. Geçen sene olduğu gibi bu sene de her on kişiden dokuzu yurt içinde tatil yapmış. Ailelerinin yanında yaz tatili yapanların oranı geçtiğimiz seneye kıyasla düşerken, yurt içinde otel ve pansiyonda kalmayı tercih edenlerin oranında belirgin şekilde bir artış görüyoruz. Her on kişiden yedisi yaz tatil bütçesini kendi gelirinden karşıladığını ifade ediyor.  Geçen yıla kıyasla ailelerinden borç alanların oranı daha düşük ancak bankalardan kredi alanların oranı artmış durumda.

Ekonomik koşullar ne kadar zorlu olursa olsun, insanın kendine ayırdığı küçük bir mola hayatında büyük bir fark yaratıyor. Hayatın rutin ve yoğun akışından uzaklaşarak, tazelenmek, zihnimizi dinlendirecek anlara alan açmak her zamankinden daha kıymetli. Bulgular, yaz tatilinin pek çok kişi için ekonomik koşulların etkisiyle ertelenen veya vazgeçilen bir plan haline geldiğini ortaya koyuyor.

Ipsos Türkiye CEO’su Sidar Gedik

Pespembe Gülben, Barbie Bebek’e benzetildi

Gülben Ergen, Çeşme Alaçatı’da bulunan Şerefe adlı mekânda sahne aldı. Yaz sezonu boyunca geleneği bozmayan ve tüm rezervasyonları günler öncesinden dolduran ünlü sanatçı, sahnede ekip arkadaşlarının hazırladığı erken doğum günü sürprizi ile karşılaştı.

Seyircilerin “Barbie Bebek” tezahüratlarıyla alkış yağmuruna tuttuğu Gülben Ergen, özenli şıklığı ve ışıldayan güzelliğiyle göz kamaştırdı. Enerjisi ve sahne performansıyla dinleyicilerine unutulmaz bir gece yaşatan Ergen, konserlerine hız kesmeden devam ediyor.

Sağlıklı bir gebelikte düzenli egzersiz erken doğum riskini yüzde 10-15 azaltıyor

Sabır ve umutla beklenen gebelik yolculuğu, zamanından önce yaşanabilecek doğum riski nedeniyle anne adaylarını kaygılandırabiliyor. Gebeliğin 20 ila 37. haftası arasında gerçekleşen ve erken doğum olarak tanımlanan bu durum yaklaşık olarak her 10 gebelikten 1’inde yaşanıyor. Ülkemizde son yıllarda bu oranın yüzde 13’e yaklaştığı belirtilirken, anne adaylarının ilk gebelik yaşının ilerlemesi, tüp bebek uygulamaları ve çoğul gebelik artışının da bu oranı etkilediği biliniyor. Bu nedenle, riskleri doğru tanımak ve zamanında önlem almak, hem anne hem de bebek sağlığı açısından büyük önem taşıyor. Sigara, alkol ve madde kullanımı, yetersiz beslenme, aşırı düşük veya yüksek vücut kitle indeksi ile gebe kalma gibi davranışsal faktörlerin de riski artırdığına dikkat çeken Acıbadem Altunizade Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum, Yüksek Riskli Gebelikler Uzmanı Doç. Dr. Lütfiye Uygur, “Obezite hem kendiliğinden erken su gelişi ve erken doğum eylemini hem de gebeliğin hipertansif ve diyabetik komplikasyonlarını artırır. Böyle olunca da anne ve bebeğin sağlığını korumak için mecburen doğumu vaktinden önce başlatmamız gerekebiliyor. Bu nedenle, planlı gebeliklerden önce ideal kiloya ulaşıp o seviyeyi korumak ve yine kronik hastalıklara karşı ideal sağlık durumuna ulaşmak risk faktörlerini en aza indirir. Anne adaylarımızın düzenli kasılmalar, kasık ağrıları, bel ağrıları, kanama gibi şikayetlerini doktorlarıyla paylaşmaları sayesinde zamanında önlem alınabilir” diyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum, Yüksek Riskli Gebelikler Uzmanı Doç. Dr. Lütfiye Uygur, beklenen zamandan önce gelişebilecek doğum ihtimallerine etki eden faktörleri ve çözüm önerilerini şöyle sıralıyor:

Doç. Dr. Lütfiye Uygur

Doç. Dr. Lütfiye Uygur

Önceki gebelikler ipucu veriyor

Kendiliğinden erken doğum öyküsü olan gebelikte risk diğer gebeliklere göre 2.5 kat artıyor. Önceki doğumun erken haftalarda gerçekleşmesi ve bu şekilde birden fazla doğumun olması erken doğum ihtimalini güçlendiriyor. Bu durum, hem bazı genomik mekanizmalarla hem de bazı gebeliklerde rahim ağzı yetmezliği ile açıklanıyor. Annenin kendisinin erken doğmuş olması da ilginç bir risk faktörü. Böyle tablolarda yakın takip, ultrasonla görüntüleme, belli kriterler çerçevesinde ilaç veya cerrahi tedaviyle risk azaltılmaya çalışılıyor.

İki gebelik arasındaki süre kısaysa…

İki gebelik arasındaki sürenin 6 ay ve daha kısa olması, önceki doğum zamanında olmuş bile olsa mevcut gebelikteki erken doğum ihtimalini önemli ölçüde etkiliyor. Bu nedenle, annelerin emzirseler bile doğum sonrası etkin bir korunma yöntemiyle en az 6 ay, ideali 18 ay gebelikten korunmaları bir sonraki gebelikte erken doğum riskini azaltıyor.

Rahim ağzı yetmezliği önemli bir risk

Rahim ağzı yetmezliği, rahim ağzının (serviks) özellikle gebeliğin 2’inci üç ayından itibaren kasılmalar olmadığı halde yapısal yetersizliği nedeniyle kısalıp açılarak gebelik eklerini içerde tutamaması anlamına geliyor. Hastalar sancı olmadan veya çok az bel ve kasık ağrılarıyla hekime başvuruyor. Bu tür şikayetler sağlıklı gebeliklerde de sık görülse de önceki gebeliklerde aşırı erken doğum öyküsü olanlarda dikkatle değerlendirilmesi gerekiyor. Bu durumun atlanmaması için 18-24. haftalar arasında vajinal ultrasonla rahim ağzı uzunluğu taraması öneriliyor. Tarama sonucuna göre kısalık saptanan hastalarda ilaç tedavisi ve gerekirse rahim ağzı dikişleri gibi cerrahi seçenekler sunuluyor.

Çeşitli enfeksiyonlar erken doğum riskiyle ilişkili 

Çalışmalar; idrar yolu, ağız içi, rahim ağzı ve vajina enfeksiyonlarının yanı sıra sistemik viral enfeksiyonların erken doğumla ilişkisini ortaya koyuyor. Bu enfeksiyonlarla doğum arasında sebep-sonuç ilişkisinden ziyade eş zamanlılık olduğuna değinen Kadın Hastalıkları ve Doğum, Yüksek Riskli Gebelikler Uzmanı Doç. Dr. Lütfiye Uygur, “Enfeksiyonların sistemik bağışıklık ve kasılmaları da tetikleyen ‘prostaglandin’ maddesini vücutta artırması bu ilişkinin en önemli nedeni. Güncel çalışmalar, vajinal mikrobiyomdaki değişikliklerin doğum zamanı ile ilişkisine dikkat çekmektedir. Bu nedenle, gebelik planlamadan önce genel bir jinekolojik muayene, varsa enfeksiyonların tedavisiyle belirgin bir koruma sağlamaktadır” tavsiyesinde bulunuyor.

Kronik hastalıklara dikkat!

Anne adayının mevcut kronik hastalıkları; hem çeşitli ciddi sorunlara yol açarak annenin erken doğurma zorunluluğuna, yani iyatrojenik preterm doğuma neden olabiliyor hem de vücutta sistemik bir yanıta neden olarak rahim kasılmalarıyla erken su gelişine ve kendiliğinden erken doğuma yol açabiliyor. Diyabet, amniyon sıvısı miktarını artırıyor; bu da rahimde aşırı gerginlik oluşturarak mekanik olarak kasılmaları tetikleyebiliyor. Bu nedenle, kronik hipertansiyon, böbrek hastalıkları, kalp hastalıkları, tiroit hastalıkları, diyabet, lupus, romatoid artrid gibi sistemik hastalığı olan anne adaylarına, gebe kalmadan önce sağlık durumlarını iyileştirmeleri ve mutlaka ilgili branş uzmanı ile riskli gebelik uzmanına başvurmaları öneriliyor.

Sigara ve diyet risk oluşturuyor

Sigaranın erken doğumu artırıcı etkisi, klinik çalışmalarda tartışmaya yer bırakmayacak şekilde kabul ediliyor. Hem fetal gelişim geriliği, plasentanın yerinden ayrılması, erken su gelişi gibi komplikasyonları artırarak hem de tek başına önemli bir risk faktörü olduğundan gebelik öncesi bırakılması şart. Gebeliğe vücut kitle indeksinin aşırı uçlarında başlamak; gebelikte yetersiz veya aşırı kilo alımı da erken doğum riskini artırıyor. Bu nedenle, gebelik öncesinde hekimin önerdiği kilo aralığına ulaşıp, o aralıkta kalmak gerekiyor. Ayrıca siyah çay, yeşil çay, kahve, papatya çayı, adaçayı, hibiscus, zerdeçal ve biberiye gibi bitkiler rahim kasılmalarını uyardıkları için tüketimlerinin kısıtlanmaları önem taşıyor.

Hatalı spor yapmaktan kaçının

Sağlıklı bir gebelikte egzersiz erken doğum riskini artırmadığı gibi, tam aksine vücuttaki oksidatif stress yani toksinleri azaltarak ve plasental damarlanmayı güçlendirerek riski yüzde 10-15 oranında azaltıyor. Haftada 2 ila 4 saat arasında egzersiz yapılması yeterli bulunuyor. Ancak 5 kg’dan fazla ağırlık kaldırmak veya uzun süre sırt üstü pozisyonda egzersiz yapmaktan kaçınmak gerekiyor. Erken doğum riski belirgin olanlarda ise (öykü nedenli, kısa rahim ağzı tespit edilen, düzenli ve etkin kasılmaları saptanan hastalar gibi) egzersiz önerilmiyor.

Depresyon riski 2 kat artırıyor!

Anne adayının depresyon, anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu gibi sebeplerden yoğun stres altında olması plasenta, rahim yatağı ve zarlardaki hücrelerde kortikotropin salgılatıcı hormonu artırıyor. Bu hormonun da doğum kasılmalarını tetikleyen prostaglandin üretimini arttırarak erken doğum riskine yol açtığı uyarısında bulunan Kadın Hastalıkları ve Doğum, Yüksek Riskli Gebelikler  Uzmanı Doç. Dr. Lütfiye Uygur, “Yapılan bir çalışmada gebeliğin ilk aylarında  depresyon tanısı konulan hastaların, depresif belirtisi olmayanlara göre erken doğum ihtimalinin 2 kat yüksek olduğu ve riskin depresyon skoruyla orantılı olarak arttığı gösterilmiştir. Stres faktörlerinin en aza indirilmesi, tıbbi gereklilik halinde anne adayının psikiyatri doktorlarının kontrolü altında anksiyete azaltıcı ilaçlarla desteklenmesi önemli bir savunma hattı oluşturmaktadır” diyerek anne adaylarına stresten uzak bir gebelik tavsiyesinde bulunuyor.

Dean Rickles, Hayat Kısa: Daha Anlamlı Bir Hayat İçin Kısa Bir Rehber

Dean Rickles, bu kısa ve öz kitabında, her nefesimizin bizi kendi sonluluğumuzla yüzleştirmesine rağmen hâlâ nasıl devam etmeye değer bir yaşam inşa edebileceğimizin izlerini sürüyor. Yaşamın bütün geçiciliğiyle kucaklanabilmesinin yolunun ölüm fikrini ondan ayırmamakla mümkün olduğunu ileri süren Rickles, hepimizin kaygılandığı hayatın anlamı sorusunu, tam da onun sınırlılığı ve sonluluğuyla cevaplıyor. Hayat Kısa, otantik bir anlamın ise buradan doğacak bir zaman kavrayışıyla nasıl şekilleneceğinin anahtarını sunuyor okuruna.

Kendi ölümlülüğünün farkında canlılar olarak yaşadığımız kaygıların, modern dünyanın hızıyla iyice ivme kazandığı bir zamanın kitabıdır Hayat Kısa. Yazar, seçim yapmanın da tıpkı ölmek gibi, yaşayacağımız başka senaryoların ortadan kaldırılması sırasında deneyimlediğimiz kararsızlık olduğuna odaklanıyor. Ölüm korkusuna benzer bir kaygıyla hiçbir seçenekten vazgeçmeyerek söz konusu olanakları bütün hayatlarına yayabilmek için sürekli bir kararsızlık içerisinde yaşama eğilimi karşısında, nasıl bu tuzaklara düşmeden anlamlı bir hayat inşa edebileceğimizin yollarını arıyor. Rickles bu tuzaklardan kaçarken yer yer Stoa felsefesinin kavramlarından ve düşünme biçimlerinden de yararlanıyor.

Sıvı kaybı fark edilmeden ilerleyebilir!

Dehidratasyonun yani vücudun aldığı sıvıdan fazlasını kaybetmesinin, özellikle sıcak havalarda ve bazı sağlık durumlarında ciddi riskler oluşturduğunu belirten Gastroenteroloji ve Dahiliye Uzmanı Prof. Dr. Aytaç Atamer, sıvı kaybının her zaman kolay fark edilemeyebileceğini söylüyor.

Ağız kuruluğu, baş dönmesi, koyu renkli idrar gibi belirtilerin sıvı kaybına işaret edebileceğini aktaran Atamer, “Özellikle bebekler ve çocuklarda da sıvı kaybı önemlidir. Ağız ve dil kuruluğu, ağlarken gözyaşının olmaması, 3 saat boyunca bezin ıslanmaması gibi bulgular görülebilir.” dedi. Bebekler, çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlarda sıvı kaybının ölümcül olabileceğine dikkat çeken Atamer, günlük yeterli miktarda su içmenin hayati olduğunu, çay, gazlı içecekler ve diğer içeceklerin suyun yerini tutmayacağını vurguladı.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Gastroenteroloji ve Dahiliye Uzmanı Prof. Dr. Aytaç Atamer, dehidratasyonun (sıvı kaybı) nedenleri, belirtileri, risk grupları ve önlenme yolları hakkında bilgi verdi.

Prof. Dr. Aytaç Atamer

Prof. Dr. Aytaç Atamer

Dehidratasyon her zaman kolay fark edilmeyebilir!

Vücuttan aşırı sıvı kaybı ya da bilinen diğer tıbbi ismi de dehidratasyonun, vücudun aldığından daha fazla su kaybetmesi durumu olduğunu ifade eden Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Kaybedilen su ile birlikte bazı minerallerin özellikle sodyum ve potasyum dengesinin de bozulması nedeniyle dehidratasyon yani sıvı kaybı denen durum ortaya çıkar.” dedi.

Daha çok uzun süre sıvı almama, terleme, ateş, kusma ya da ishal gibi durumlar karşısında sıvı kaybı olduğuna dikkat çeken Atamer, “Özellikle sıcak havalarda alınan sıvının, vücuttan atılan sıvıdan daha fazla olması gerekir. Dehidratasyonun fark edilmesi her zaman kolay olmayabilir. Bunun için düzenli olarak su tüketilmesi önemlidir. Öyle ki orta ile şiddetli dehidratasyon vakalarında sıvı almak için hastaneye gitmek gerekir.” şeklinde konuştu.

İdrar renginin koyulaşması vücudun susuz kaldığının işareti!

Dehidratasyon belirtileri hakkında bilgi veren Atamer, şunları söyledi:

“Ağızda kuruluk, sık idrara çıkma, yorgunluk, baş ağrısı, terleme şeklinde kendini belli eder. Bunun dışında baş dönmesi, yüksek nabız, düşük tansiyon, idrar renginin koyulaşması gibi şikayetler de sıvı kaybına işaret eder. Özellikle bebekler ve çocuklarda da sıvı kaybı önemlidir. Ağız ve dil kuruluğu, ağlarken gözyaşının olmaması, 3 saat boyunca bezin ıslanmaması gibi bulgular görülebilir. Sıvı kaybı, çok sık ve aşırı terlemek, yüksek ateş, sık idrara çıkmak gibi nedenlerle görülür.”

Sıvı kaybı bazı guruplarda ölüme bile neden olabilir!

Özellikle sıcaklığın çok arttığı ortamlarda sıvı kaybının oldukça sık görüldüğünü, kapalı ve nemli ortamlarda çalışmanın sıvı kaybını arttırdığını kaydeden Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Bu nedenle çalışacağımız yerlerin de kapalı olmaması, havalandırmasına dikkat etmek gerekir.” dedi.

Yaşlılarda, çocuklarda, bebeklerde ve hastalığı olan kişilerde sıvı kaybının ölüme neden olabileceğine dikkat çeken Atamer, “Hamile kadınlar, yaşlılar ve çocuklar da aşırı sıvı kaybı normal insanlara nazaran daha tehlikeli olabilir.” uyarısında bulundu.

Sıvı kaybı su dışında hiçbir içecekle giderilemez!

Aşırı sıvı kaybını önlenmek için günlük 2-3 litre arasında sıvı almak gerektiğine işaret eden Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Ama kişinin sağlık durumuna, yaşına, cinsiyetine, aktivitelerine göre bu miktar değişir. Bu nedenle ağız kuruması, susama hissi olmadan dahi yeteri kadar sıvı almak gerekir.” dedi.

Sıvı kaybını çay ile dengelemenin mümkün olmadığının altını çizen Atamer sözlerini şöyle tamamladı:

“Çay tam tersine sık idrara çıkmayı sağladığı için sıvı kaybını artırır. Ayran gibi dengeli elektrolitler içeren içecekler sıcak havalarda önerilebilir. Ancak en önemlisi bol su içmektir. Sıvı kaybının yerini su dışında hiçbir şey dolduramaz, gazlı içecekler de dahil. Sıvı kaybı olmadan muhakkak yerine koymalı. Eğer ciddi bir durumla karşılaşılırsa hastaneye gidilmesi gerekir.”

Mitsuya Majime “Seyrüsefer”

Genbu Yayınevi’nin sözlük editörlüğü departmanının gündeminde “Seyrüsefer” adlı sözlüğün tamamlanması vardır. Yayınevinin genel yayın yönetmeni Matsumoto Hoca’nın uzun yıllardır devam eden bu projesinde beraber çalıştığı kadim yol arkadaşı Araki, işinden ayrılmak zorunda kalır. Yerine geçmesi için bulduğu editör Mitsuya Majime, kelimeler konusunda takıntılı düzeydeki hassasiyeti ve çalışkanlığıyla kısa zamanda doğru kişi olduğunu kanıtlar. Majime bir yandan kelimeler denizinde kürek çekerken bir yandan da kaldığı pansiyonda beliren ay parçasının kalbine giden yolu bulmak için çabalar.

Yoga ve meditasyonla güneşin doğuşuna merhaba dediler

Ünlü isimler, Wellness ve Yoga Eğitmeni Ece Vahapoğlu ile dünyaca tanınan meditasyon ustası Nico Dimattina’nın Mivara Luxury Resort & SPA’da düzenlediği özel etkinlikte bir araya geldi. Doğanın uyanışına eşlik eden bu anlamlı buluşma, katılımcılara hem ruhsal hem fiziksel olarak yenilenme fırsatı sundu.
Sabahın ilk ışıklarıyla başlayan etkinlikte, katılımcılar yoga ve meditasyonun temel prensiplerini deneyimleme şansı buldu. Güneşin doğuşunu selamlayarak yapılan pratikler, katılımcılara içsel huzuru keşfetme ve zihin-beden bütünlüğünü güçlendirme konusunda ilham verdi.
Etkinlik boyunca uygulanan nefes çalışmaları, meditasyon teknikleri ve yoga pozları, hem eğlenceli hem de dinlendirici bir atmosfer yarattı. Katılımcılar, doğayla bütünleşerek streslerinden arındı, güne enerjik ve dengeli bir başlangıç yaptı.

Bin bebekten ikisi işitme kaybı ile doğuyor

Günümüzde her yeni doğan 1000 bebekten yaklaşık 2 ile 3’ü işitme kaybı ile dünyaya geliyor. Bu oran, yoğun bakımda kalan bebeklerde daha da yükselebiliyor. Erken dönemde fark edilmeyen işitme kaybı; konuşma, dil gelişimi, sosyal beceriler ve akademik başarı üzerinde kalıcı etkilere yol açabiliyor. Bu nedenle yenidoğan işitme taraması, sağlıklı bir gelecek için atılacak ilk adımlardan biri olarak öne çıkıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Kulak Burun Boğaz Bölümü’nden Prof. Dr. Kadir Serkan Orhan, yenidoğan bebeklerde görülen işitme kayıpları ve tedavi yöntemleri hakkında detaylı bilgi verdi. 

Prof. Dr. Kadir Serkan Orhan

Prof. Dr. Kadir Serkan Orhan

İşitme testinden geçemeyen bebeklerin testi tekrarlanmalı

Bebeklerin işitme kaybı genellikle dışarıdan fark edilememektedir. Bebek, erken dönemde tepkiler verse bile bu yanıltıcı olabilmektedir. Yenidoğan işitme taraması, 2004 yılından itibaren ülkemizde Sağlık Bakanlığı kontrolünde her doğan bebeğe zorunlu olarak yapılmaktadır. Bebeğin doğduğu ilk günlerde yapılan ağrısız ve sadece birkaç dakikalık kolay bir testle işitme kaybını erken saptamak mümkündür. Bebeğin kulağının dış kısmının içine yumuşak uçlu bir alet konulduktan sonra, buradan kulağa ”klik” sesleri gönderilmektedir. Kulak bu sesi işittiği zaman kulağın iç kısmı (koklea) yankı yapmakta ve sağlık profesyoneli bilgisayar aracılığıyla, bebeğin kulağının sese nasıl karşılık verdiğini inceleyebilmektedir. Yenidoğanlarda doğumdan sonra yapılacak tarama testlerinde (OAE, Otomatik ABR) başarısızlık söz konusu olursa 2 hafta sonra tekrarlanmalıdır. Başarısızlık tekrar ederse Klinik ABR testi ile işitme kaybı olup olmadığı araştırılmalıdır. 

Anne babaların işitme testinin sonuçlarını takip etmesi önemli!

İşitme tarama testi, çocukların ilerleyen yıllarda yaşıtları ile aynı düzeyde gelişim göstermeleri için büyük önem taşımaktadır. Tanı konulup erken dönemde tedavi edilen çocuklar günlük hayata kolayca adapte olabilmektedir. Anne ve babaların dikkat etmesi gereken en önemli konu, doğumdan sonra yapılan işitme taramasının sonuçlarını takip etmektir. Eğer “şüpheli” ya da “tekrar gerekli” gibi bir sonuç çıkarsa bu durum ihmal edilmemeli, ileri testler için zaman kaybetmeden referans merkezlerine başvurulmalıdır. İşitme kaybı erken teşhis edilirse, uygun işitme cihazları, koklear implant ve eğitim desteğiyle çocuk normal bir gelişim süreci izleyebilmektedir. 

Çocukta görülen birçok problemin nedeni işitme kaybı olabilir

İşitme kaybı tanısı konmamış çocuklar; geç konuşma, dil geriliği, dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü ve sosyal izolasyon gibi sorunlar yaşayabilmektedir. Bu durum sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal etkilere de yol açabilmektedir. Oysa işitme kaybı için ne kadar erken tanı konulursa ve tedavi başlarsa sonuçlar o kadar yüz güldürücü olabilmektedir. 

Yetkilendirilmiş referans merkezlerine başvurmakta gecikmeyin

İşitme taramasında şüpheli sonuç çıkan bebeklerin mutlaka yetkilendirilmiş referans merkezlerine yönlendirilmesi gerekmektedir Bu merkezlerde ileri tanı ve tedavi süreci, uzman ekiplerce yürütülmektedir. Tanı geciktiğinde müdahale şansı azalmış olur. Bu nedenle ailelerin, yönlendirildikleri merkezlere zamanında başvurmaları büyük önem taşımaktadır. Memorial Bahçelievler Hastanesi, “Ulusal Yenidoğan İşitme Tarama Programı” kapsamında üçüncü basamak merkez olarak yetkilendirilmiştir. Bu tür merkezler, tanı doğrulama ve ileri tetkiklerin yapılabildiği donanıma ve uzmanlığa sahip kurumlar olarak öne çıkmaktadır. İşitme kaybı şüphesiyle merkezimize yönlendirilen bebekler uzman ekiplerimizin bulunduğu ve ileri teknolojilerin kullanıldığı hastanemizde multidisipliner bir yaklaşımla değerlendirilmektedir.

Koklear İmplant veya Beyin Sapı İmplantı ile tedavi mümkün

Yenidoğan işitme kayıplarında ilk 3 ayda tanının kesinleştirilmesi, ilk 6 ayda da rehabilitasyona başlanması hedeflenmektedir. Orta ve ileri derecede işitme kaybı tespit edilen bebeklere işitme cihazı verilmekte ve özel eğitim merkezlerinde eğitim almaları sağlanmaktadır. İleri derecede işitme kaybı olan bebeklerin 9. veya 10. ayda Kulak Tomografisi ve Kulak MR’ı çekilerek kulak yapıları ve işitme siniri değerlendirilmelidir. Değerlendirme ile Koklear İmplant için uygun olup olmadığına karar verilmektedir. Bebek 1 yaşına geldiğinde iç kulak yapıları ve işitme siniri uygunsa Koklear İmplant, uygun değilse Beyin Sapı İmplantı uygulanmaktadır. Böylelikle çocuklar; yaşları ilerledikçe akranları ile birlikte eğitime devam edebilmekte, işitmeyi yeniden öğrenmekte ve akranlarına yakın bir performans ile duyup konuşabilmektedir.

Alex Tataryan’dan 20 yıl sonra geri dönüş

 

Müziğin duygulara dokunduğu, anıları canlandırdığı nadir parçalardan biri olan “Aşk Senin Adın”, tam 20 yıl sonra yepyeni bir ruhla geri dönüyor. Şarkının zamana meydan okuyan sözleri ve dokunaklı melodisi, Alex Tataryan’ın modern dokunuşlarıyla adeta yeniden hayat buldu.

“Bu şarkı benim için bir zaman kapsülü…” diyen Alex Tataryan, geçmişin izlerini bugünün elektronik tınılarıyla harmanlayarak nostaljiyle yeniliği aynı potada eritiyor. Sidechain efektlerle nefes alan düzenleme, dinleyeni duygusal bir dans pistine davet ediyor.

“Kaçarım bu şehirden…”, “Bana seni seven bir kalp bile bırakmadın…” gibi hafızalara kazınan dizeler, bu remake ile tekrar dillerde. Hem eskiye özlem duyanlar hem de yeni müzik arayışında olanlar için “Aşk Senin Adın”, tam anlamıyla duygusal bir geçiş kapısı sunuyor. Yeniden yorumlanan “Aşk Senin Adın”, sadece dinleyicilerin değil, radyo istasyonlarının da favorisi haline geldi. Türkiye genelinde birçok radyo, şarkıyı rotasyonuna alarak sıkça çalmaya başladı. Duygusal altyapısı ve modern düzenlemesiyle dikkat çeken parça, listelerdeki yerini her geçen gün daha da sağlamlaştırıyor.

Telezzüz mutfağının ilhamını doğadan alan yaz menüsü

Bağlarbaşı Abdülmecit Efendi Korusu’nda misafirlerini ağırlayan Telezzüz, ilhamını doğanın ve mevsimin ritminden alan yeni yaz menüsünü misafirlerine sunuyor.

Telezzüz, yaz menüsünden seçili lezzetlerin yer aldığı “Tohum” ve “Filiz” tadım menülerine ek olarak bu sezona özel “Teneffüs” isimli bir menü daha oluşturdu.

Telezzüz

Telezzüz’ün yenilenen kokteyl menüsündeki imza karışımlar ise sıcak yaz günlerinde içinizi ferahlatacak.

Şef Bahtiyar Büyükduman liderliğindeki mutfak ekibi tarafından hazırlanan menülerdeki her bir tabak lezzeti ve hikayesiyle mideye, ruha ve vicdana iyi geliyor.

Domates Tartar, Marine Kabak, Kabak Çiçeği Böreği, Koji Patlıcan, Kavun Çorbası, Çilek Soslu Deniz Fasulyesi, Biber Dolması, Piyaz, Fasulye Tempura, Confit Byaldi, İncili Tarator, Havuç Köfte, Izgara Mantar & Bamya gibi aralarında tanıdık lezzetlerin Telezzüz yorumlarının da olduğu zengin yaz menüsünün tatlıları da her zamanki gibi damaklarda unutulmaz izler bırakıyor.

Telezzüz

Yazlık sinemaların nostaljik dondurma keyfinden ilham alan Tele-Freddo, beyaz çikolatalı dondurma üzerinde yaban mersini kreması ve aromatik meyve küpleriyle renkleniyor. Zeytin ağaçları ve enginar tarlalarıyla kaplı Ege’nin denize ulaşan yollarından ilhamla hazırlanan Şeftali’de ise güneşin turuncu sıcaklığı ve toprağın cömertliği aynı tabakta buluşuyor.

Bilgi: (0216) 576 76 71