Yazılar

Pera’nın Kalbinden Gelen Bir Hikâye: “Çiçekçi Sokağı” 1 Kasım’da Kadıköy Eğitim Sahnesi’nde

Teatro Rudius’un ödüllü oyunu “Çiçekçi Sokağı”, 1 Kasım Cumartesi akşamı saat 20.30’da Kadıköy Eğitim Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşuyor. Kosta Kortidis’in yazıp yönettiği ve gerçek bir olaydan ilham aldığı oyun, 1900’lerin başında Pera’da yaşanmış bir cinayeti sahneye taşıyor. Aşk, tutku, entrika ve intikam ekseninde gelişen hikâye, komedi ile dramı ustalıkla harmanlıyor.

İki perdelik bu özel yapımda Kortidis’e; Hicran Özgür, Dilara Tabak, Alp Balkan, İlkay Özşen, Ali Alkın Aydın, Çağdaş Başoğlu ve Akın Kaplan eşlik ediyor. Oyunun müzikleri Altuğ Akınsel’e, koreografisi Alkış Peker ve Alper Akalın’a ait. Şarkı sözleri ise yine Kortidis imzası taşıyor.

 Gerçek Bir Cinayetten Sahneye Taşınan Aşk ve Adalet Hikâyesi

“Çiçekçi Sokağı”, 11. Uluslararası Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı Ödülleri’nde Yönetmenlik Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Bu sezon da sahnelenmeye devam eden oyun, Pera’nın çok kültürlü dokusunu ve dönemin atmosferini sahneye taşıyarak izleyicilere hem tarihi hem duygusal bir yolculuk sunuyor.

Despina, Vasilis, Periklis, Zafiris, Şık Manol ve Türkan gibi karakterler aracılığıyla bir kadının, bir cinayetin ve bir adalet arayışının izini süren oyun, geçmişin sırlarını gün yüzüne çıkarıyor. Kadıköy Eğitim Sahnesi’nde sahnelenecek bu özel gösterimin biletleri Biletinial üzerinden temin edilebilir.

Yapay zekâ sanatla buluştu: “Türkiye-Flora” ziyarete açıldı

Dijital sanatın öncüsü Refik Anadol’un yapay zekâ destekli eseri “Büyük Doğa Modeli Türkiye-Flora”, Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nde sanatseverlerle buluştu. Müzenin ikinci yaşını kutladığı bu özel sergi, koleksiyonun ilk yapay zekâ veri heykeli olma özelliğini taşıyor.

Türkiye İş Bankası’nın 100. yılı kapsamında MEXT iş birliğiyle hayata geçirilen proje, 33 milli parktan toplanan ses, görüntü ve tarama verileriyle oluşturulan bir veri tabanına dayanıyor. Yapay zekâ ile eğitilen bu veriler, sanatçının yönlendirmesiyle 10 dakikalık dijital bir heykel formuna dönüştürüldü.

“Türkiye-Flora”, ülkemizin endemik bitki türlerinin kırılgan güzelliğini odağına alırken, müzenin deneyim odasında yer alan üç ekran aracılığıyla izleyicilere etkileşimli bir “Yaşayan Ansiklopedi” sunuyor.

Eser, Beyoğlu’ndaki Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin 3. katında, salıdan pazara belirlenen saatlerde ziyaret edilebilir.

Gökçen Uyanık “Küllerimden Doğdum”

Anne ve baba boşandığında, gerçekten sadece birbirlerinden mi ayrılırlar? Peki ya o ayrılığın ortasında kalan çocuklar… ve onların sessizce izlediği, anlamaya çalıştığı dünya? “Küllerimden Doğdum”, anne ve çocuk arasındaki kopmaz bağı, evliliğin yıkıntıları altında ezilmemeye çalışan bir annenin gözünden anlatıyor.

Yazar Gökçen Uyanık, kendi benliğini, anneliğini ve kadını olma kimliğini yeniden inşa eden bir karakter aracılığıyla kadın dayanıklılığını ve çocuğuna duyulan koşulsuz sevgiyi anlatıyor. Kitap, anne-çocuk bağını, bir kadının kendi karanlığından çıkarken nasıl ışık bulduğunu, umudu ve yeniden başlama cesaretini yalın ama sarsıcı bir dille gözler önüne seriyor.

Ali Emre “Sarnıç”

Ali Emre’nin “Sarnıç” başlıklı kişisel sergisi, İBB Miras dokunuşuyla koruma altına alınan Gülhane Sanat’ta sanatseverlerle buluşuyor.

Resimlerinde özgün bir dil geliştiren sanatçı, sergi için sarnıcın atmosferine özel olarak ürettiği çalışmalarda balıkları ve suyun hareketini merkeze alıyor. Sanatçının denizle kurduğu kişisel bağın ve sahille iç içe geçen yaşamının izlerini taşıyan eserler, hem sanatçının hem de mekânın hafızasına bir yolculuk sunuyor. İBB Kültür ve İBB Miras’ın katkılarıyla gerçekleşen “Sarnıç” sergisi, 18 Ocak’a kadar pazartesi hariç her gün 10.00-18.00 saatleri arasında Gülhane Sanat’ta ücretsiz olarak ziyaret edilebilir.

İkinci sergi “Harmoni”

Grup karmaşık; minyatür, mozaik, çini, cam, seramik, takı tasarımı, resim gibi farklı disiplinlerde sanatsal üretimler yapan Berin ALPAR, Didem SAKARYA, Gülay YÜKSEL TETİK, Oya ÖZTÜRK KAYA, Özlem CİMİLİ ARCASOY, Sinem Sevim TANAYDIN, Serap Emel CEVER’in bir araya gelmesi ile 2025 yılında kuruldu.

Gurup ilk sergisini “KARMAŞIK” adı ile Mayıs ayında Venüs Sanat Galarisi’nde gerçekleştirdi. İkinci sergisini “HARMONİ” adı ile 18-25 Ekim 2025 tarihleri arasında Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi’nde gerçekleştirecektir.

Bizce Harmoni, farklılıkların dengeli bir beraberlik oluşturmasıdır; “aynılık” değil, “uyumlu çeşitlilik” in yaratılmasıdır. Bu birlik, benzerliğin tekrarıyla değil, “farklılıkların dengelenmesiyle” ortaya çıkar. Harmoni, karmaşayı bastırmakla, reddetmekle değil, onu anlamakla, karmaşayı kontrol etmek yerine, onun içindeki düzeni sezgisel olarak keşfetmeyi uygun bulduk.

Gülseren Südor “Timeless & Spaceless”

Galeri Diani, ressam Gülseren Südor’un, doğayı sembolik anlamlarla yükleyerek özel bir unsur olarak öne çıkardığı, son bir yılda ürettiği yapıtlarına yer veriyor.

Südor’un “Timeless & Spaceless” adlı kişisel sergisi 8-29 Kasım 2025 tarihleri arasında izleyicilere açık olacak.

Galeri Diani, Cumhuriyet kadınını temsil eden duayen ressamları ele alınacağı seri sergilerin ilkine Gülseren Südor’ un “Timeless & Spaceless” adlı kişisel sergisi ile başlıyor. Serginin küratörlüğünü, sanatçının bir yıl önceki retrospektif sergisinde de birlikte çalıştığı Telga Südor Mendi üstleniyor.

Yıllardır ürettiği yapıtlarda çini mürekkebi tarama tekniğinin öncülerinden olan Gülseren Südor’un yaşamdan ve doğadan ilham alan yapıtlarından oluşan, “Timeless & Spaceless” Sergisi 29 Kasım 2025’e kadar Pazar ve Pazartesi günleri hariç Galeri Diani’de izlenebilir.

GALERİ DİANİ

Adres: Bostanbaşı Cad. No: 3D, Beyoğlu / İstanbul

Tel: 0533 236 31 34

Ağaçlar Gibi Konuşmak

Neş’e Erdok, Hüsnü Koldaş, Kemal İskender, Nedret Sekban, Resul Aytemür ve Ahmet Umur Deniz’in eserlerini aynı mekânda buluşturan grup sergisi “Ağaçlar Gibi Konuşmak”, Brieflyart Galeri’de açıldı!

Sergide eseri yer alan sanatçıların katıldığı özel bir davetle açılan sergi, şair Rainer Maria Rilke’nin “Ağaçların arasında yalnız hissetmez insan; onlar hep birlikte ayakta durur,” dizelerinden ilham alıyor. Bir arada olmanın hem yükünü hem de ferahlığını sanat aracılığıyla gösteren “Ağaçlar Gibi Konuşmak” sergisi, kuşaklar arası sessiz diyalogları görünür kılıyor. Küratörlüğünü sanat tarihçi Aslı Bora’nın üstlendiği sergi, izleyiciyi de bu sessiz diyaloglara tanıklık etmeye davet ediyor. “Ağaçlar Gibi Konuşmak” sergisi, 16 Kasım’a kadar Gümüşsuyu’nda yer alan Brieflyart’ta görülebilir.

“Ağaçlar Gibi Konuşmak” sergisi, 7 Ekim – 16 Kasım 2025 tarihlerinde salı-cumartesi günleri 11.00 – 19.00; pazar günleri 13.00 – 19.00 saatleri arasında Brieflyart’ta ziyaret edilebilir.

Adres:     Gümüşsuyu Mah. İnönü Cad. Ongan Apt. No: 43A Beyoğlu/ İSTANBUL

(Alman Başkonsolosluğu karşısı)

Tel:  0 (532) 179 29 62

 

Psikolojik sorunlar kalbe etkisi nelerdir?

Ruhsal sağlık ve kalp sağlığı birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu belirten uzmanlar, fiziksel faktörlerin yanında ruh sağlığının da kalbi etkilediğini söylüyor.

Depresyon ve kronik stresin, kalp-damar hastalıklarının riskini artırırken, kalp sorunlarının da ruhsal sağlığı olumsuz etkileyebileceğini ifade eden Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Ruhsal iyilik hâli hem kalp-damar hastalıklarından korunmada hem de tedavi sürecine uyum sağlamada olumlu katkılar sağlar.” dedi. Psikoterapi ve stres yönetimi tekniklerinin, kalp ritmi, tansiyon ve damar sağlığı üzerinde olumlu etkiler yarattığını kaydeden Aytop, kalp ve zihin sağlığının, bir bütün olarak ele alınması gerektiğini vurguladı.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, 29 Eylül Dünya Kalp Günü kapsamında ruhsal sağlığın kalp-damar sağlığı üzerindeki etkileri hakkında bilgi verdi.

Klinik Psikolog Emine Akın Aytop

Klinik Psikolog Emine Akın Aytop

Ruh sağlığı ile kalp sağlığı arasında çift yönlü bir ilişki var!

Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre, kalp ve damar hastalıklarının, dünya genelinde en yaygın ölüm ve engellilik nedenleri arasında yer aldığını hatırlatan Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2024 verilerine göre ise, ülkemizde gerçekleşen ölümler arasında yüzde 36 oranı ile kalp ve damar hastalıkları ilk sırada yer alıyor.” dedi.

Kalp-damar hastalıklarına yol açan pek çok farklı etken bulunduğunu ve bu etkenlerin kişiden kişiye değişebildiğini aktaran Aytop, “Fiziksel risk faktörlerine ek olarak, ruh sağlığı ile kalp sağlığı arasındaki ilişkinin de önemli olduğu bilimsel çalışmalarla destekleniyor. Depresyon, anksiyete ve kronik stres gibi psikolojik sorunlar, kalp-damar hastalıklarının ortaya çıkma riskini artırabilir ve mevcut hastalıkların seyrini olumsuz etkileyebilir. Ayrıca sosyal izolasyon, yetersiz sosyal destek ve yalnızlık gibi etkenler de hem kalp sağlığını hem de tedavi başarısını olumsuz etkileyebilir. Öte yandan, kalp-damar hastalıkları fiziksel sınırlılıklar, sosyal ve iş yaşamında değişiklikler, maddi sıkıntılar ve belirsizlikler gibi etkenler aracılığıyla depresyon ve anksiyete gelişimine zemin hazırlayabilir.” şeklinde konuştu.

Depresyon, kalp-damar hastalıkları riskini hem doğrudan hem de yaşam tarzı üzerinden artırıyor!

Ruhsal iyilik hâlinin hem kalp-damar hastalıklarından korunmada hem de tedavi sürecine uyum sağlamada olumlu katkılar sağladığının bilindiğini ifade eden Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Kalp sağlığının yerinde olması da ruhsal iyiliği destekler. Bu nedenle, kalp sağlığını değerlendirirken bireyin ruhsal durumunu da dikkate almak, hastalığın önlenmesi ve tedavisinde daha etkili bir yaklaşım sağlar.” dedi.

Depresyon yaşayan kişilerde kalp-damar hastalıklarının daha sık görülmesinin nedenlerine değinen Aytop, şunları söyledi:

“Depresyon, duygu, düşünce ve davranışları olumsuz etkileyen ciddi bir ruh sağlığı sorunudur. Kronik, düşük dereceli iltihaplanmaya yol açarak damar iç yüzeyinde hasara ve damar daralmasına neden olabilir. Depresyon sırasında artan kortizol, adrenalin ve noradrenalin gibi kimyasallar kan basıncını yükseltebilir, kalp ritim bozukluklarına ve bağışıklık sistemi işlevlerinin bozulmasına yol açabilir. Ayrıca trombosit aktivitesini artırarak kalp krizi veya inme riskini yükseltebilir.

Davranışsal olarak depresyon, sağlıksız yaşam tarzı alışkanlıklarının gelişmesine zemin hazırlar; sigara ve alkol kullanımı, sağlıksız beslenme, fiziksel aktivite eksikliği ve ilaç tedavisine uyumsuzluk daha sık görülür. Öte yandan, kalp-damar hastalıkları tanısı alan bireylerde yaşanan değişiklikler depresyon ve anksiyete gelişimi için risk oluşturur.”

Sağlıklı bir ruh hali, sağlıklı bir kalp demek!

Ruhsal açıdan sağlıklı bireylerin, duygularla daha dengeli başa çıkabildiklerini kaydeden Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Bu kişilerin psikolojik dayanıklılıkları güçlüdür, sorunlarla başa çıkma kapasitesine sahiptir ve gerektiğinde destek aramaktan çekinmezler.” dedi.

Sağlıklı bireylerin bedenlerine özen gösterdiğini, sağlıklı beslendiğini, düzenli uyuduğunu ve fiziksel aktiviteyi yaşamlarına dahil ettiğini dile getiren Aytop, “Stres tepkileri uyumludur ve tedavi süreçlerine uyum sağlarlar. Bu bilişsel, duygusal ve davranışsal artılar; kalp ritmi, tansiyon, damar esnekliği ve inflamatuar süreçler üzerinde koruyucu etki yaratır.” açıklamasını yaptı.

Psikoterapi ve stres yönetimi kalp sağlığını koruyor!

Psikoterapi ve stres yönetimi tekniklerinin kalp sağlığına etkilerine değinen Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, şu bilgileri paylaştı:

“Psikoterapi, bireyin bilişsel, duygusal ve davranışsal süreçlerini fark etmesine ve daha işlevsel biçimde yapılandırmasına yardımcı olur. Psikolojik dayanıklılık, özyeterlilik, özgüven, özdeğer ve içsel motivasyon güçlenir. Bu süreç, kalp-damar sağlığını destekleyen fizyolojik mekanizmaları dengeler, inflamasyonu azaltır, damar yapısını korur ve kan akışını düzenler. Psikoterapi ayrıca sağlıklı yaşam alışkanlıklarını benimsemeye ve zararlı alışkanlıklardan uzak durmaya yardımcı olur.

Nefes çalışmaları, gevşeme egzersizleri, meditasyon ve farkındalık temelli uygulamalar yani stres yönetimi teknikleri otonom sinir sistemi üzerinde dengeleyici etki oluşturur, kalp atım hızını ve kan basıncını düzenler. Uzun vadede stresin kalp-damar sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini azaltır.”

Kalp ve zihin sağlığının ayrılmaz bir bütün olduğu kabul edilmeli!

Psikolojik sorunların kalp-damar sağlığını olumsuz etkileyebileceğine vurgu yapan Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Bu nedenle, sorunları göz ardı etmemek, sağlıklı başa çıkma yolları geliştirmek ve gerektiğinde ruh sağlığı uzmanlarından destek almak önemlidir.” dedi.

Tedavi sürecinde ilaç kullanımı ve kontrollerin aksatılmaması ve kalp fonksiyonlarının düzenli olarak izlenmesi gerektiğinin altını çizen Aytop, sözlerini şöyle tamamladı:

“Sağlıklı beslenme, düzenli uyku, fiziksel aktivite, zararlı alışkanlıklardan uzak durma ve sosyal destek güçlü tutulmalıdır. Kalp ve zihin sağlığını birlikte korumanın en önemli adımı, bunların ayrılmaz bir bütün olduğunu kabul etmek ve fiziksel ile psikolojik sağlığa bütüncül bir yaklaşımla özen göstermektir. Bu, sağlıklı yaşam tarzı, dengeli yaşam ve gerektiğinde profesyonel destek almayı kapsar.

Melahat-Eşref Üren, Eren-Bedri Rahmi Eyüboğlu “Yan Yana”

Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin “Yan Yana” başlıklı yeni süreli sergisi sanat dünyamızdan iki önemli çiftin, Melahat ve Eşref Üren ile Eren ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun eserlerini bir araya getiriyor.

Müzenin iki katına yayılan sergide, sanatçıların Türkiye İş Bankası Sanat Eserleri Koleksiyonu’ndaki eserlerinin yanı sıra özel koleksiyonlardan derlenen eserleri farklı temalar etrafında bir araya geliyor. Resimlerin yanı sıra, mektuplar, karikatürler, şiirler, eskizler ve belgeler de sergiye eşlik ederek izleyicilere zengin ve katmanlı bir anlatım sunuyor. Müzenin üçüncü katında Melahat ve Eşref Üren’in eserleri Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp’in küratörlüğünde, ikinci katında ise Eren ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun eserleri Ömer Faruk Şerifoğlu’nun küratörlüğünde sanatseverlerle buluşuyor.

10 Temmuz 2026 tarihine dek sanatseverleri ağırlayacak olan “Yan Yana” sergisi, İstanbul Kültür Yolu Festivali süresince ücretsiz ziyaret edilebilir. Müze, salıdan cumaya 10.00-19.00, cumartesi ve pazar günleri 12.00-19.00 saatleri arasında açıktır.

Yeni gelişmeler sayesinde daha erken tanı imkanı!

Günümüzde çoğumuzun dert yandığı ‘unutkanlık’ özellikle ileri yaşın doğal bir sonucu olarak düşünülse de aslında 65 yaş üzerinde en sık görülen bunama nedeni olan Alzheimer hastalığının ilk sinyali olabiliyor.  Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, bugün dünya genelinde yaklaşık 55-57 milyon kişi demans ile mücadele ediyor ve bu kişilerin büyük çoğunluğunu Alzheimer hastaları oluşturuyor.  Her yıl yaklaşık 10 milyon yeni demans hastaları bildirilirken, uzmanlar bu sayının 2050 yılına kadar iki katından fazla artacağını öngörüyor. Acıbadem Ataşehir Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Neşe Tuncer, günlük yaşam aktivitelerini önleyecek düzeyde bilişsel gerilemeye neden olan Alzheimer hastalığında erken tanı ve tedavinin kritik bir öneme sahip olduğuna dikkat çekerek, “Erken tanı ile tedavi sayesinde Alzheimer’ın ilerleme hızı yavaşlatılabilmektedir. Böylece, hem hastalığın yükü hem de bireylerin ve ailelerin karşılaştıkları zorluklar büyük oranda azaltılabilmektedir” diyor.  Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Neşe Tuncer, erken tanı için unutkanlık günlük yaşamı etkilemeye başladığında, aynı sorular sık tekrarlandığında veya kişilik değişiklikleri fark edildiğinde hemen bir nöroloji uzmanına başvurulması gerektiği uyarısında bulunuyor.

Prof. Dr. Neşe Tuncer

Prof. Dr. Neşe Tuncer

Risk 65 yaşından sonra daha çok artıyor!

Alzheimer, beyinde ilerleyici sinir hücresi kaybına yol açan nörodejeneratif bir hastalık ve demansın en sık görülen nedeni. Hafıza kaybı, zaman ve mekan karışıklığı, dil ile yürütücü işlevlerde bozulma ve günlük yaşam aktivitelerini etkileyen bilişsel gerilemeyle kendini gösteriyor. Türkiye’de net veriler olmasa da 600 binin üzerinde Alzheimer hastası olduğu belirtiliyor. Önemli bir nokta ise Alzheimer riskinin 65 yaşından sonra her beş yılda bir yaklaşık iki katına çıkması. Yani, toplum yaşlandıkça hasta sayısı artıyor. Ancak bu artış, hastalığın daha sık görülmesinden çok demografik yaşlanmadan kaynaklanıyor.

Beyindeki sinsi değişim 20 yıl önce başlıyor!

Alzheimer hastalığının temel patolojik mekanizması; beyinde amiloid-beta proteininin birikimi, tau proteininin anormal şekilde fosforillenerek yayılması, sinir hücrelerinde iletişimin bozulması, nöron kaybı ve kronik iltihabi süreçlerinden oluşuyor. Beyindeki bu patolojik değişiklikler hastalığın belirtileri ortaya çıkmadan 20 yıl kadar önce başlıyor, yani Alzheimer uzun bir ‘sessiz dönem’ geçirdikten sonra klinik sinyaller ile kendini gösteriyor. Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Neşe Tuncer, “Örneğin, hastalık henüz belirti vermeden 20 yıl kadar önce amiloid–beta proteini beyinde birikmeye,  10 yıl öncesinde de tau proteini yumaklar şeklinde çoğalmaya ve yayılmaya başlamaktadır. Bu süreçlerin ardından Alzheimer hafif bilişsel bozulmayla ilk sinyallerini verirken, beş yıl sonrasında ise demans günlük yaşamı olumsuz etkileyecek düzeye ulaşmaktadır” diyor.

Genetik yatkınlık riski 15 kat artırabiliyor!

İleri yaş Alzheimer hastalığı için en önemli risk faktörünü oluşturuyor. Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Neşe Tuncer, bunun yanı sıra genetik yatkınlığın, özellikle APOE ε4 taşıyıcılığının da belirleyici rol oynadığını belirterek, “Bu genin bir kopyasına sahip kişilerde risk 3-4 kat, iki kopyasında ise 8-15 kata kadar çıkabilmektedir. Ancak aile öyküsü Alzheimer riskini anlamlı biçimde artırsa da hastalığın kesin olarak gelişeceği anlamına gelmemektedir” bilgisini veriyor. İleri yaş ve genetik yatkınlığın yanı sıra bazı hastalıklar, yaşam alışkanlıkları ile çevresel etkenler de Alzheimer riskini artıran diğer faktörleri oluşturuyor.  Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Neşe Tuncer,  bu etkenleri “orta yaş hipertansiyonu, diyabet, obezite, sigara kullanımı, yüksek kolesterol, işitme kaybı, sosyal izolasyon, depresyon ve kafa travmaları” olarak sıralıyor. Dünya lideri bilim insanlarından oluşan Lancet Komisyonu verilerine göre; bu değiştirilebilir risk faktörlerinin kontrolü sayesinde Alzheimer ve diğer demans tablolarının yüzde 40-45 kadarı önlenebiliyor veya geciktirilebiliyor.

Erken tanı kritik bir öneme sahip!

Alzheimer hastalığına henüz demans evresine ulaşmadan önceki  ‘Hafif Bilişsel Bozukluk’ döneminde veya hastalık belirtileri henüz başlamadan önce sadece genetik yatkınlık taşıyan ve hastalık gelişimi beklenen bireylerde tanı konulması büyük önem taşıyor. Zira, bu erken aşamada hastalar günlük yaşam aktivitelerini bağımsız şekilde sürdürebiliyor. Yeni geliştirilen hastalık modifiye edici tedaviler de en çok faydayı (örneğin anti-amiloid antikorları) Alzheimer’ın erken evrelerinde, yani unutkanlık yeni başlamışken veya hafif bilişsel bozukluk aşamasında sağlıyorlar. Ayrıca, erken tanı hastaların ve ailelerinin bakım planlaması yapabilmelerine, hukuki ve sosyal düzenlemeler için zaman kazanmalarına ve risk faktörlerini daha etkin şekilde yönetebilmelerine olanak veriyor.

Yeni geliştirilen testlerle daha erken tanı imkanı!

Günümüzde Alzheimer hastalığının tanısında ayrıntılı klinik öykü, nöropsikolojik testler, laboratuvar tetkikleri ve beyin görüntüleme yöntemleri (MR, BT) kullanılıyor. Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Neşe Tuncer, son yıllarda kan testleri ve görüntüleme yöntemlerinde yaşanan önemli gelişmeler sayesinde Alzheimer hastalığına daha erken dönemde tanı konulabildiğini vurgulayarak, şöyle devam ediyor:  “Görüntüleme biyobelirteçleri olan amiloid ve tau PET yöntemleri Alzheimer’ın kesin tanısının erken dönemde konulmasını sağlamalarının yanı sıra yeni tedaviler için  hastalığın beyindeki yükünü doğrudan göstererek doğru hasta seçimi  yapılmasını da mümkün kılmaktadır. Bu yöntemlerle beyin omurilik sıvısında amiloid ve tau proteinlerinin ölçümü yapılarak erken dönemde tanı konulmaktadır. Bu sıvının analizi ayrıca Alzheimer hastalığı ile karışabilecek olan enfeksiyon ve otoimmün hastalıkların dışlanmasına da imkan tanımaktadır. Bunların yanı sıra son yıllarda kan testleri alanında da büyük ilerlemeler kaydedilmektedir. Kan biyobelirteçlerinin (örneğin p-tau217, Aβ42/40 oranı) kullanıldığı testler hem daha kolay uygulanabilen hem de daha invaziv yöntemler olarak erken tanıda yerini almaktadır”

Hastalığı yavaşlatmak ve hayatı kolaylaştırmak!

Alzheimer’ın tedavisinde tam bir kür henüz mümkün olmasa da semptomatik ilaçlar ve yaşam tarzı önlemleriyle ilerlemesi yavaşlatılabiliyor, hastanın fonksiyonelliğinin korunmasına destek sağlanıyor. Kolinesteraz inhibitörleri ve memantin gibi  tedaviler hafıza ve davranış semptomlarını hafifletirken, yeni geliştirilen antikor tedavileri ise beyindeki amiloid plaklarını temizleyerek bilişsel gerilemeyi yavaşlatabiliyor. Ancak bu tedaviler uygun hasta seçimini, düzenli MR takibini ve yan etkinin izlenmesini gerektiriyor. Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Neşe Tuncer, tedaviden etkin sonuç alınabilmesi için bazı kurallara uyulmasının ise son derece önemli olduğuna işaret ederek, “Tedavi sürecinde hipertansiyon, diyabet ve kolesterol gibi eşlik eden hastalıkların iyi kontrol edilmeleri gerekmektedir. Ayrıca, hastaların ilaçlarını düzenli kullanılmaları, fiziksel ve zihinsel olarak aktif kalmaları, sağlıklı beslenmeleri (Akdeniz tipi diyet) ve sosyal yaşamlarını sürdürmeleri önerilmektedir. Düzenli egzersiz, işitme kaybının tedavisi, sigara ve aşırı alkolden uzak durmak, düzenli ve kaliteli uyku da hem beynin hem damarların sağlığını desteklemektedir” diye konuşuyor.