Yazılar

Güçlü bir bağışıklığın anahtarı: Sağlıklı beslenmek!

Güçlü bir bağışıklığın anahtarı: Sağlıklı beslenmek!

Kış mevsiminde havaların soğuk olması ve kapalı ortamlarda uzun süre kalınması nedeniyle çocuklar soğuk algınlığı ve grip gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarına daha kolay yakalanabiliyorlar. Mikroplardan korunmaları veya hastalığı kolay atlatabilmeleri için çocukların bu dönemde güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmaları ayrı bir öneme sahip. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, sağlıklı beslenmenin çocukların bağışıklık sistemini güçlü tutan en önemli etkenlerden biri olduğuna dikkat çekerek, “Güçlü bir bağışıklık sistemi için dengeli, yeterli ve çeşitli vitamin ile minerallerden oluşan bir menü planı oluşturmak gerekir. Karbonhidrat ve protein kaynaklarının yanı sıra sağlıklı yağ kaynaklarına da yer vermek çocuğun hem bağışıklığının korunmasında hem de hastalıklarla baş edebilmesinde kilit rol oynar.  Besin değeri oldukça düşük olan paketli ve işlenmiş gıdalardan kaçınmak, bunların yerine besin değeri yüksek yoğurt, kefir, ceviz, fındık, badem gibi ürünlere yer vermek önem taşır.  Yine ana ve ara öğünlerde mevsime uygun taze sebze ve meyveleri bulundurmak da güçlü bir bağışıklık sistemine önemli katkı sağlar” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, çocukların bağışıklık sistemini güçlendirmek için ebeveynlerin dikkat etmeleri gereken beslenme kurallarını anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu!

Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman

Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman

Her öğün taze sebze ve meyve şart!

Mevsimine uygun taze meyve ve sebzeler, içerdikleri C vitamini ile A vitamini gibi bağışıklığı güçlendiren vitamin içerikleri nedeniyle çocukların her öğününde bulunmaları gerekiyor.  Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, “Öğünlerde mevsime uygun sebzelerden salata ve ara öğünlerde meyve tüketmelerini sağlamak, çocukların günlük vitamin ihtiyaçlarını karşılamalarına katkı sağlar. Meyvelerin iyi yıkanmış olmaları ve taze tüketilmeleri ise enfeksiyonlardan korunmanın yanı sıra besin içeriğini korumak için de önemlidir” diyor.

C vitamini içeren meyve çok önemli

Yeteri kadar C vitamini almak güçlü bir bağışıklık sistemi sağlayabilmede önemli bir rol üstleniyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, kış mevsiminde özellikle kivi, portakal ve mandalina gibi C vitamininden zengin meyveleri çocukların beslenme listesine mutlaka eklemek gerektiğine işaret ederek, “Bir yumruk kadar meyve bir porsiyon olarak baz alınmalı. Çocukların günlük beslenmelerine 1-2 porsiyon meyve, öğünlerine 5-6 yemek kaşığı sebze yemeği veya bir büyük kase salata ekleyerek, günlük C vitamini ve diğer vitamin ile mineral gereksinimlerini sağlamak mümkün” bilgisini veriyor.

Demir eksikliğine karşı koruyun

Dünyada en sık görülen mikro besin öğesi eksikliği, genellikle yetersiz beslenmeden kaynaklanan demir eksikliği oluyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, bağışıklık sisteminin korunmasında demirin önemli bir rol oynadığını belirterek, “Demir eksikliği anemisi mental ve fiziksel gelişimi etkiler. Demir,  bağışıklık hücrelerinin çoğalmasında rol alır ve eksikliğinde yeterli bir bağışıklık cevabı oluşturulamaz. Bu nedenle demir eksikliği oluşmaması için kırmızı et, yumurta ve hindi eti gibi besin kaynaklarının çocukların öğünlerinde mutlaka yer alması gerekir” diye konuşuyor.

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi

Sağlıklı yağları ihmal etmeyin

Sağlıklı yağlar, hem çocukların sağlıklı bir gelişim sürmeleri hem de bağışıklık sistemlerinin korunması için yeterli ve dengeli olarak alınması gereken bir besin grubu. Kızartma ya da hazır gıdalardan gelen kontrolsüz yağlar yerine zeytinyağı, tahin, ceviz ve badem gibi sağlıklı yağ kaynaklarını çocukların günlük beslenmelerine eklemek gerekiyor. Çocukların her gün 2 adet ceviz veya 8-10 adet çiğ fındık, badem gibi kuru yemişler tüketmeleri, yemeklerinde zeytinyağı kullanılması, günlük sağlıklı yağ alımlarına katkı sağlıyor.

Öğün atlamalarını engelleyin

Çocukların günlük besin öğesi ve enerji alımlarını dengeli bir şekilde sağlayabilmeleri için öğün düzeni oluşturulması şart. Zira kahvaltı ya da herhangi bir öğünü atlamaları yetersiz beslenmeye neden olmasının yanı sıra paketli veya sağlıksız olarak adlandırabileceğimiz besinlere yönelimlerini arttırabiliyor. Bu nedenle evde veya okulda besin alımlarını takip ederek her öğünde yeterli beslendiklerinden emin olmak gerekiyor.

Çinko eksikliğine dikkat!

Çinko bağışıklık sisteminin devamlılığı için gerekli bir mineral. Eksikliğinde büyüme geriliği ve bağışıklık sisteminde bozulmalar görülebiliyor. Bu nedenle çocukların öğünlerine bu besinleri eklemek önem taşıyor. Kırmızı et, kuru baklagiller, balık ve tam tahıllar çinko bakımından zengin besinler arasında yer alıyor.

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi

Hazır gıdalar değil ‘ev yapımı’ yemekler

Çocuklar lezzetiyle ön plana çıkan fast food tipi hazır yemekleri çoğunlukla ev yemeklerine tercih ediyorlar. “Ancak ne yazık ki bu ürünler çoğunlukla besin değeri düşük, işlenmiş ürünlerden oluşurlar ve çocukların büyümelerine ya da bağışıklık   sistemlerinin gelişmesine katkı sağlamazlar” uyarısında bulunan Nur Ecem Baydı Ozman, sözlerine şöyle devam ediyor: “Çocuklar besin değeri olmayan bu ürünleri tükettiklerinde besin değeri yüksek sebze, meyve ile balık gibi ürünlerden mahrum kalırlar. Dolayısıyla çocukların mümkün olduğunca evde hazırlanmış besin değeri yüksek olan besinleri tüketmeleri çok önemlidir”

Kefiri ihmal etmeyin

Sağlıklı bir bağışıklık için sağlıklı bir bağırsak olması şart! Kefir içeriğindeki yararlı bakteriler sayesinde bağırsak sağlığını desteklerken içeriğindeki protein ve kalsiyum gibi besin ögeleriyle aynı zaman da büyümeyi de destekliyor. Çocuklara haftada 3-4 gün süt, yoğurt ve ayran yerine bir su bardağı kefir içirmek bağışıklığı güçlendirebiliyor.

Ateşli havaleyi tetikleyebilir!

Ateşli havaleyi tetikleyebilir!

Çocuklarda görülen solunum yolu enfeksiyonları kış aylarında havaların soğumasıyla birlikte artış gösteriyor. Enfeksiyonların en yaygın belirtilerinden biri olan ‘yüksek ateş’ ise ebeveynlerin yoğun kaygı duymalarına neden olabiliyor. Oysa yüksek ateş çocuklar için genellikle tehlikeli bir durum oluşturmuyor, tam aksine bağışıklık sisteminin enfeksiyonla savaşmasına katkı sağlıyor. Paniğe kapılan ebeveynlerin yüksek ateşi düşürmek için yaptıkları bazı hatalı uygulamalar ise yarar sağlamadığı gibi çocuğun sağlığını da tehdit ediyor! Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Mehtap Acar, yüksek ateşin hastalık değil, vücudun savunma sisteminin yeterli çalıştığını gösteren bir yanıt olduğunu belirterek,  “Ancak özellikle üç yaş altındaki çocuklarda gelişen yüksek ateşte, bazı belirtilerde zaman kaybetmemek gerekir. Örneğin, ateş üç gündür devam ediyorsa, dirençli ise ve ateşin yanı sıra  halsizlik,  genel durum bozukluğu, kusma, baş ağrısı, ishal, öksürük, nefes darlığı, döküntü veya bilinç kaybı gibi bulgular  varsa, mutlaka  doktora  başvurulmalıdır” diyor.  Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Mehtap Acar, çocukların ateşi yükseldiğinde ebeveynlerin kaçınmaları gereken 7 hatayı anlattı; önemli uyarılar ve önerilerde bulundu!

Dr. Mehtap Acar

Dr. Mehtap Acar

Soğuk suyla duş aldırmak

Çocuğa soğuk suyla duş aldırmak ateşi birden düşürerek hipotermiye neden olabiliyor. Dolayısıyla ateşli durumlarda soğuk değil, ılık duş aldırmanız çok önemli.

Buz ve buz torbalarıyla kompres yapmak

Yüksek ateşte buz ve buz torbalarıyla çocuğun eklem yerlerine kompres yapmaktan kaçınmanız gerekiyor. Zira, tıpkı soğuk duş gibi, buz ile yapılan uygulamalar da ateşi aniden düşürüp hipotermiye yol açabiliyor.

Sirke,  alkol,  kolonya kullanmak

Eklem yerlerine ıslak bez kompresini sadece normal ısıdaki bir suyla yapmalısınız. “Toplumdaki yaygın inanışın  aksine, sirke, alkol veya kolonya ile yapılan kompres ateşi düşürmediği gibi çocuğun sağlığını da tehdit eder” uyarısında bulunan Dr. Mehtap Acar, sözlerine şöyle devam ediyor: “Tümüyle yanlış olan bu geleneksel yöntem damarların büzülmesine neden olarak kan dolaşımını bozar. Bunun sonucunda ateşin daha da yükselmesine, hatta havaleye bile yol açabilir. Ayrıca alkol veya kolonya, bebeklerin ince olan ciltleri tarafından kolayca emildiği için alkol zehirlenmesi de gelişebilir”

Üşüdüğü için üstünü örtmek

Dr. Mehtap Acar, ateşli çocuğun üzerinin asla örtülmemesi gerektiğine işaret ederek, “Zira çocuğun ateşi daha da yükselebilir, çok daha önemlisi havale gelişebilir. Yüksek ateşte çocuğun üzerini örtmek yerine bulunduğu ortamın ısısı düşürülmelidir” diyor.

Yeterince su takviyesi yapmamak

Ateş yükseldiği zaman vücuttan sıvı kaybı arttığı için ateş daha da yükseliyor. Dolayısıyla çocuğunuz ateşlendiğinde bolca sıvı takviyesi yapmanız çok önem taşıyor.

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi

Hemen ateş düşürücü vermek

Çocuk ateşlendiğinde (38,5- 39 dereceye kadar) ortamın serinletilmesi, ılık duş yaptırılması, üzerine ince kıyafetler giydirilmesi ve bol sıvı verilmesi çoğu zaman yeterli oluyor. Dr. Mehtap Acar, “Eğer ateş 38,5-39 dereceye çıkmışsa parasetamol ya da ibuprofen içeren ateş düşürücüleri mutlaka doktorunuzun önerdiği zaman vermeniz gerekir. Ateş düşürücü ve ağrı kesici ilaçlar  doğru kullanılmazlarsa, karaciğer enzimlerinin yükselmesi ya da toksisite gibi bazı yan etkileri ortaya çıkabilir. ” bilgisini veriyor. Ayrıca çocuklarda  ateş düşürmeye yönelik olarak kullanılan asetilsalisilik asit etken maddeli ilaç da Reye Sendromu’na neden olabildiği için ateş durumlarında asla kullanılmamalıdır” diye konuşuyor.

Ateş düşmüyorsa antibiyotiğe başlamak  

Çocuklarda özellikle kış aylarında görülen solunum yolu enfeksiyonlarının sebebi çoğunlukla virüsler oluyor, dolayısıyla genellikle antibiyotik kullanımına ihtiyaç duyulmuyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Mehtap Acar, çocuğun her ateşi yükseldiğinde ebeveynlerin gelişigüzel antibiyotik vermekten kaçınmaları gerektiğini vurgulayarak, “Antibiyotik tedavisine mutlaka çocuk doktorunun önerisi doğrultusunda başlanmalı. Gelişigüzel kullanıldıklarında yarar sağlamadıkları gibi antibiyotik direnci de gelişebilir. Bazı antibiyotikler alerjik reaksiyon, mantar enfeksiyonları, midede rahatsızlık, çok daha kötüsü mide kanamasıyla sonuçlanabilir. Ayrıca ibuprofen içeriğine sahip olan ve soğuk algınlığı ile gribe yönelik kullanılan ilaçlar karaciğerde hasara yol açmak gibi yan etkiler oluşturabildikleri için dikkatli olmak gerekir” bilgisini veriyor.

Gebelik diyabeti erken doğum riskini artırıyor!

Gebelik diyabeti erken doğum riskini artırıyor!

Anne ile baba adayları, hamilelik sürecinin sağlıklı ve huzurlu geçmesi için tüm önlemleri alsalar da hesapta olmayan sorunlar gelişebiliyor. Bu sorunların başında gelen ‘gebelik diyabeti’ hem annenin hem bebeğin sağlığını tehdit ediyor. Öyle ki erken doğum riskini artırıyor, anne adayında yüksek tansiyonu ve gebelik zehirlenmesini tetikleyebiliyor, bebekte gelişim geriliğine yol açabiliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Esra Boyar, özellikle endişeli anne baba adaylarını, tanı ve tedavi konusunda “Toplumdaki yaygın inanışın aksine, şeker yükleme testi son derece güvenli ve faydalıdır. Şeker yükleme testinden değil diyabetten endişe edilmeli” sözleriyle uyarıyor. Hamilelik sürecinin oluşturduğu hormon dengesindeki değişimlerin tetiklediği bir durum olarak görülen gebelik diyabeti doğumla birlikte ortadan kalktığı için ‘geçici diyabet’ olarak da tanımlanıyor. Ancak, hamilelik boyunca anne adayının ve bebeğin sağlığını tehdit etmesi nedeniyle düzenli takiplerle kontrol altında tutulması gerekiyor. Saptanması ise oldukça kolay; hamileliğin 24 ila 28. haftaları arasında yapılan şeker yükleme testi, gebelik diyabeti olup olmadığını gösteriyor.

Dr. Esra Boyar,

Dr. Esra Boyar

En önemli risk hatalı beslenme alışkanlığı

Dünyada gebelik diyabeti riski yüzde 1 ila 14 arasında görülürken ülkemizde bu oranlar yüzde 2.6 ila 27.9 arasında değişkenlik gösteriyor. Bu nedenle özellikle ülkemizde hamilelik sürecinde ve sonrasında kan şekeri takibine dikkat edilmesi gerekiyor. Gebelik diyabetine yol açan en önemli sorunun sağlıksız beslenme ve hareketsiz yaşam tarzı olduğuna dikkat çeken Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Esra Boyar, “Hareketsizlik ve düzenli egzersiz alışkanlığının olmaması diyabetin ortaya çıkma ihtimalini arttırıyor. Bunun yanında tabi ki en önemli faktör beslenme alışkanlığının doğru olmaması. Beslenme doğru şekilde planlanmalı, kişiye özel yapılmalı. Hazır yemek alışkanlığı, paketli gıda tüketmek, fazla karbonhidrat, gluten ve rafine şeker tüketmek, organik gıdaya ulaşmakta zorluk büyük risk oluşturuyor” diyor. Ayrıca kilolu hamile kalmış olmak, ailede diyabet hastalığı öyküsü, bir önceki hamilelikte iri bebek doğurmuş olmak ya da diyabet gibi etkenler gebelik diyabeti riskini daha da artırıyor.

Gelişim geriliğine bile neden olabiliyor

Uzmanlar tarafından tıbbi önlem alınabilen en önemli multisistem hastalığı olarak kabul gören gebelik diyabeti hem annenin hem bebeğin sağlığını tehdit ediyor. Örneğin anne adayında yüksek tansiyonu ve gebelik zehirlenmesini (preeklampsi) tetikleyebiliyor. Bebeğin iri bebek olmasına ya da gelişim geriliğine neden olabiliyor. Bunların yanı sıra bebekte normalden yüzde 1 ila 3 oranında daha fazla sinir sistemi hastalıklarına; yüzde 3 ila 5 oranında daha fazla sindirim sistemi ve metabolik sorunlara yol açabiliyor.

Pause

Şeker yükleme testi gereklidir

Risk grubunda olan anne adaylarına hamileliğin erken dönemlerinde; risk taşımayanlara ise 24-28 haftalar arasında Oral Glukoz Tolerans Testi (OGTT) ya da diğer adıyla şeker yükleme testiyle ‘gebelik diyabeti’ testi yapılması öneriliyor. Şeker yükleme testinin tüm anne adayları için oldukça güvenli ve faydalı olduğunun altını çizen Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Esra Boyar, şunları söylüyor: “Şeker yükleme testi, anne ve bebek sağlığı için en önemli testler arasındadır ve kesinlikle zarar vermez. Bu yüzden anne ile baba adaylarının endişeli sorularına cevaben ‘şeker yükleme testinden değil diyabetten korkun’ diyoruz. Testin sonucuna göre, anne adayı ya bu konuda eğitimli diyetisyen tarafından verilen diyetle takip ediliyor ya da yeterli gelmezse dahiliye ile endokrin hekimlerinin önerisiyle insülin tedavisine başlanıyor ve yakından takip ediliyor. Gebelik diyabeti olan anne adayının diyet ve /veya  medikal tedavinin  yanında kendisi de evde açlık tokluk şeker takiplerini yapması ve hekimini bilgilendirmesi önem taşıyor”

Gebelikte ortaya çıkan diyabetin doğum sonrasında devam etme ihtimali ilk yıl ortalama yüzde 2 iken bu ihtimal 10 yıl içinde yüzde 5 ila 10’a kadar çıkabiliyor. Bunu tespit etmek için ek risk faktörü varsa 6. haftada, yoksa 12. haftada, ilk yıl bitince ve 3. yılda şeker yükleme testinin tekrar edilmesi isteniyor.

Sebze, meyve ve tahıl ağırlıklı beslenin

Gebelik diyabeti saptanan anne adaylarının her şeyden önce beslenme alışkanlıklarını düzenlemeleri ve mutlaka egzersiz yapmaları gerekiyor. Glutenli, genetiği değiştirilmiş, paketli, hazır gıdalardan özellikle kaçınmaları; temiz ve kaliteli su tüketmeleri; tercihen sebze, meyve ve tahıl ağırlıklı olsa da öğün sayısı, miktarı ve niteliği kişiye özel olarak hazırlanan bir diyet uygulamaları tavsiye ediliyor. Ayrıca kan şekeri seviyelerini aç /tok olarak takip ederek hekimlerini bilgilendirmeleri büyük öneme sahip. Dr. Esra Boyar, gebelik diyabeti tanısı konulan anne adaylarının, doktor onayını alarak, haftada 3  gün ortalama 150 dakika olmak koşuluyla, en az bir spor dalına ya da egzersiz programına yönlenebileceklerini belirtiyor.

Karbonhidrat kısıtlamasında bu hatalara düşmeyin!

Karbonhidrat kısıtlamasında bu hatalara düşmeyin!

Kış aylarında havaların soğuması ile birlikte gerek fiziksel aktivitelerde azalma gerekse bol kalorili yiyecekler tüketilmesi derken kilo artışı kaçınılmaz oluyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, sağlıklı ve sürdürülebilir bir diyet uygulanmadığında, alınan kiloların zamanla bazı ciddi kronik hastalıklara yol açabildiğini belirterek, yaşam kalitesinin de her anlamda olumsuz etkileneceğini söylüyor. Kış aylarında diyeti zorlaştıran, kilo vermeyi engelleyebilen ya da yavaşlatabilen mevsime özgü bazı handikaplar olduğunu belirten Ozman, bu hatalardan kaçınılarak ideal kiloya ulaşılabileceğini vurguluyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, kış diyetinde kaçınılması gereken 8 hatayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman

Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman

  • Su tüketimini azaltmak

Kış aylarında havaların soğumasıyla birlikte terleme ile kaybedilen su miktarı azalmakta bu da susama hissini önleyebilmektedir. Ancak hiçbir zaman su içmek için susamanın beklenmemesi gerektiği unutulmamalıdır. Su tüketimi azaldığında kilo vermek zorlaşır. Yine susuzluk sinyalleri zaman zaman açlık hissiyle karışabildiğinden kişileri atıştırmaya yöneltebilir ve bu da kilo verme sürecini güçleştirebilir.

  • Taze meyve-sebze tüketimini azaltmak

Kış aylarında taze sebze-meyve tüketimi yaz aylarına göre daha düşük olabilmektedir. Oysa öğünlerde salata ve sebze tüketmek tokluk süresini uzatır ve iştah kontrolünü sağlar. Bu sayede kilo verme sürecinde kalorili atıştırmalıklara yönelmeyi engeller ve öğünlerde porsiyon kontrolüne yardımcı olur. Yine ara öğünlerde 1-2 porsiyon meyve tüketmek şekerli yiyeceklere ve kalorili atıştırmalıklara yönelmeyi engelleyebilir. 1 porsiyon meyve yaklaşık 1 yumruk büyüklüğünde meyveye eş değerdir.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman

  • Hareketi azaltmak

Havaların soğuması ile birlikte açık hava aktiviteleri azalabilmekte ve kişiler kapalı ortamlarda hareketsiz kalabilmektedir. Hareketin azalması nedeni ile kilo vermede zorluk ya da kiloda artış görülebilmektedir. Kış aylarında da rahatlıkla kilo verebilmek için egzersizlere ara vermemek mümkün olduğunca hareketli olmak gerekmektedir.

  • Geç saatlerde yemek yemek, atıştırma yapmak

Kış mevsiminde evde hareketsiz geçen zaman artabilmektedir. Bu da kişileri keyifli, oyalayıcı ve yüksek kalorili atıştırmalıklara yönlendirebilmektedir. Özellikle akşam saatlerinde alınan yüksek kaloriler kilo verme sürecini olumsuz etkileyebilmektedir. Bu nedenle akşam geç olmayan saatlerde doyurucu ve dengeli bir akşam yemeği yedikten sonra geç saatlerde meyve ve kuruyemiş gibi keyifli atıştırmalıklardan uzak durmak, bu atıştırmalıkları gün içindeki saatlerde tüketmek önemlidir.

  • Meyve suyu tüketmek

Kış aylarında hastalıklardan korunmak için taze sıkılmış meyve suyu tüketimi sıklaşabilmektedir. Ancak taze sıkılmış dahi olsa meyve suları yoğun kalori içermektedir ve tok tutma süresi kısadır. Meyve suyu yerine meyvenin kendisini tüketmek lifli yapısı sayesinde tok tutar, bağırsakları çalıştırır ve meyve suyuna göre daha az kalorilidir.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman

  • Sıklıkla dışarıda yemek yemek

Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman “Kış aylarında havaların soğuması ile birlikte sosyal aktiviteler kısıtlanabilmekte, dışarıda yemek yemek bir sosyal aktivite halini alabilmektedir. Ancak şu unutulmamalıdır; dışarıda yenen yemekler çoğunlukla yüksek kalorili olabilmektedir. Dışarıda yemek yeme sıklığı arttıkça alınan yoğun kaloriler nedeni ile kilo verme süreci yavaş ilerleyebilmektedir” diyor.

  • Şok diyetlere başvurmak

Kış aylarında kilo vermenin zorlaşması ile birlikte kişiler zaman zaman şok diyetlere başvurabilmektedir. Kısa sürede hızlı kilo vermeyi vaad eden bu diyetler uzun vadede metabolizma hızını yavaşlatarak kilo verme sürecini zorlaştırabilmektedir. Bunun yerine kişinin yaşam tarzına uygun ve uzun vadede sürdürebileceği bir diyet modelini benimsemesi önemlidir.

  • Karbonhidratı tümden terk etmek

Nur Ecem Baydı Ozman kilo vermek istediğimizde beslenmemizden ilk çıkardığımız besin grubunun karbonhidratlar olduğunu belirtirken şu uyarıda bulunuyor: “Oysa karbonhidratlar primer enerji kaynağımız yani vücudumuz bu besin grubunu hızlı bir şekilde harcayarak enerjiye dönüştürebiliyor. Bu nedenle beslenmemizde mutlaka tahıllı ekmek, bulgur, bakliyat gibi kompleks karbonhidratlara yer vermemiz gerekmekte. Beslenmemizde karbonhidratı kısıtladığımızda diğer karbonhidratlara özellikle şekerli yiyeceklere eğilimimiz artabilmekte ve bu da kilo verme sürecimizi zorlaştırabilmektedir.”

Yılbaşı eğlencesi Acil Servis’de sonuçlanmaması için!

Yılbaşı eğlencesi Acil Servis’de sonuçlanmaması için!

Yeni yıla sayılı saatler kala yılbaşı gecesine yönelik planlar da şekilleniyor. Kimileri yeni yılı dışarıda karşılamaya hazırlanırken kimileri ise sevdiklerini kendi kuracakları yılbaşı sofrasında ağırlayacak olmanın heyecanını yaşıyor. Ancak dikkat! Gerek sofrada geçirilecek sürenin uzunluğu gerekse sofradaki yemeklerin lezzetli olması adına katkı maddeleri, yağ, şeker, tuz ve kalori oranlarında aşırıya kaçılabilmesi sağlık açısından bazı tehlikeleri beraberinde getirebiliyor! Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman “Yılbaşı sofralarında ölçüyü fazla kaçırmak mide ve bağırsak sorunlarına yol açarak gecenin hastanede acil serviste sonuçlanmasına neden olabildiği gibi, özellikle kalp damar hastaları ve diyabet hastalarında hayati risk oluşturabiliyor. Bu nedenle gerek tüketim miktarı gerekse yiyeceklerin içerikleri açısından dikkatli olmak gerekiyor” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, sağlıklı bir yılbaşı sofrası için dikkat edilmesi gerekenleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman

Sebze çeşitliliğini artırın

Yılbaşı sofralarınız için yapacağınız meze ya da salatalarda çok çeşitli sebzeler kullanın. Bu sayede kalori yoğunluğu düşük, besin değeri yüksek ve uzun süre tok tutan bu besinler tüketerek, yüksek kalori içeren, besin değeri düşük ürünlerden korunmuş olacaksınız. Yemeğe salata, sebze gibi seçeneklerle başlangıç yaparak iştahınızı kontrol altında tutabilirsiniz.

Proteine mutlaka yer verin

Yılbaşı sofranızda proteinlere mutlaka yer verin. Proteinlerin sindirim süresi uzundur ve sizi daha uzun süre tok tutar. Ana yemekte kırmızı et yerine hindi-balık gibi protein türevlerine ve yine meze olarak bakliyat salatası gibi bitkisel proteinlere yer vererek hem tok tutucu hem de sağlıklı proteinleri öğününüze eklemiş olursunuz.

Hafif mezeler seçin

Kızartarak yaptığınız ya da yoğun soslu, mayonezli mezeler hazım problemlerine yol açabileceğinden fırınlama yöntemini tercih edin. Böylece yılbaşı akşamını hem daha konforlu hem de daha az kalori alarak geçirebilirsiniz. Yine gıda zehirlenmelerinden korunmak için mezeleri taze olarak tüketmek, beklemiş olanları tercih etmemek büyük önem taşıyor.

Şeker ilavesiz, doğal içecekler tercih edin

Lezzetli sofraların eşlikçisi lezzetli içecekler yılbaşında da sofralarınıza renk katar. Ancak yoğun kalorili, şeker ilaveli hazır içecekler hem kalorisi hem de doğal olmayan içeriği ile sağlığınızı tehdit edebilir. Evde çeşitli meyveleri kaynatarak yapacağınız bir içecek hem sofranıza renk katar hem de sağlığınızı korumanıza yardımcı olur. Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman “Kuru üzüm ve ayvayı kaynatarak biraz da tarçın kabuğu ve karanfil ekleyerek güzel bir içecek elde edebilirsiniz. Ayrıca en değerli içeceğimiz olan su tüketimine de yer verebilmek için sularınızı frenk üzümü,  taze nane gibi renkli meyvelerle ve sebzelerle aromalandırabilirsiniz” diyor.

Meyveli ya da sütlü tatlıları tercih edin

Yılbaşı sofraları tatlılarla taçlandırılsa da alınan yoğun kaloriler üzerine bir de yoğun şerbetli, hamurlu bir tatlı tercih etmek mide bağırsak sorunları, hatta uyku problemlerine dahi yol açabilir. Bu nedenle meyve tatlıları, sütlü tatlılar çok daha hafif seçenekler olacaktır.

pause sağlık

Kompleks karbonhidratları seçin

Pirinç ve beyaz un gibi basit karbonhidratlar kan şekerinizde dalgalanmalara neden olarak tok hissetmenizi engelleyebilir. Yılbaşı sofrasında yardımcı yemek olarak pirinç, beyaz unlu yiyecekler ve börek yerine bulgur, kara buğday, esmer pirinç gibi kompleks karbonhidratları sofranıza ekleyerek daha tok hissetmeyi ve dolayısıyla daha az kalori alımını hedefleyebilirsiniz.

Kuruyemişleri kontrollü tüketin

Kuruyemişlerin her zaman olduğu gibi yılbaşı sofrasında da kontrollü tüketilmesi gereken besinler arasında olduğunu vurgulayan Beslenme ve Diyet Uzmanı Ozman “Sağlıklı olduğu kadar yoğun yağ içeriği ve kaloriye sahip bu besinlerin de fazlası hazım ya da gaz problemlerine yol açabilir. Bu nedenle yaklaşık 1 avuç kuruyemişi tabağınıza alarak tüketmeye çalışın, paketten ya da kontrolsüz tüketimi engelleyin” diyor.

Sofraya aç oturmayın, yavaş yavaş yiyin

‘Nasıl olsa güzel bir sofraya oturacağım’ düşüncesiyle yılbaşı yemeğine çok aç halde başlamayın. Mümkünse 2-3 saat kadar önce 1 su bardağı kefir ya da 8-10 çiğ badem yanında sütlü bir kahve ile ara öğün yapın. Bu sayede yılbaşı sofrasında yediğiniz miktarları kontrol altında tutabilirisiniz. Sofrada yemeklerinizi yavaş tüketin ve iyi çiğneyin, bu sayede hem hazım problemlerinden kurtulmuş hem de çok daha az kalori almış olursunuz.

Antibiyotik direnci hızla yaygınlaşıyor!

Antibiyotik direnci hızla yaygınlaşıyor!
Çocuklarda özellikle yüksek ateş, öksürük ve boğaz ağrısı gibi sorunlarda anne babalar hemen antibiyotiğe sarılabiliyor. Ancak dikkat! Ülkemizin antibiyotik kullanımında Avrupa ülkeleri arasında en ön sırada yer aldığını oysa gereksiz antibiyotik kullanımının fayda yerine sağlığa zarar verdiğini belirten Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Oya Duran “Örneğin; ateşin yükselmesi bakteriyel değil viral ya da başka bir nedenden kaynaklanıyorsa kesinlikle işe yaramayacak, aksine gereksiz yere vücuda çok ciddi zararlar verebilecektir. Yine boğaz ağrısı ve öksürüğün de çok farklı sebepleri olabildiğinden doktor gerekli görmedikçe kesinlikle kullanılmamalıdır. Biliyoruz ki viral enfeksiyonlar ve hatta sadece burun tıkanıklığı bile boğaz ağrısı yapabilmektedir ve tedavisinde antibiyotiğin yeri yoktur” diyor. Gereksiz antibiyotik kullanımı kadar, antibiyotiğin saatlerine ve kullanım sürelerine de özen gösterilmesi gerektiğini belirten Dr. Oya Duran, doktorun önerilerine uyulmasının şart olduğunu söylüyor. Dr. Oya Duran 18-24 Kasım Dünya Antibiyotik Farkındalık Haftası kapsamında yaptığı açıklamada, gereksiz antibiyotik kullanımının bilimsel araştırmalarla kanıtlanan 5 zararını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi

Dr. Oya Duran

Yararlı bakterileri öldürüyor!
Gereksiz antibiyotik kullanımı; besinlerin sindirilmesinden bağışıklık sisteminin düzenlenmesine, beyin sağlığından inflamasyonun önlenmesine dek önemli işlevler üstlenen vücudumuzdaki yararlı bakterilerin ölmesine, zararlı bakterilerin artmasına yol açıyor. Zararlı bakterilerin artması ishal, karın ağrısı ve kusmadan çok ciddi hastalıklara dek birçok zarara neden olabiliyor.
Obeziteye yol açabiliyor!
Yapılan bilimsel çalışmalar; gereksiz antibiyotik kullanımı ile obezitenin yaygınlaşması arasındaki ilişkiyi ortaya koyarken, astım, gıda alerjileri, diyabet, bağışıklık sisteminin bozulması ve çölyak gibi birçok hastalığın artışıyla ilişkisi de araştırılıyor.
Karaciğer ve böbreklerde hasara yol açabiliyor!
Hayati öneme sahip organlarımız olan karaciğer ve böbreklerimiz de gelişigüzel antibiyotik kullanımından büyük zarar görüyor. Dr. Oya Duran gereksiz ve rastgele antibiyotik kullanımının karaciğerde ve böbreklerde çok ciddi hasarlara yol açabildiğini vurgulayarak, karaciğerinde ya da böbreklerinde sorun olanların da mutlaka hekime bildirmesi, ilaç ve dozun ona göre ayarlanması gerektiğini söylüyor.

Dr. Oya Duran

Antibiyotik direnci hızla artıyor!
Antibiyotik direnci; ilacın bakterileri öldürme ve yayılmasını önleme etkisini kaybetmesi anlamına geliyor. Araştırmalara göre; antibiyotik direnci nedeniyle enfeksiyon ölümleri dünya genelinde katlanarak artıyor. 2050’li yıllarda dirençli enfeksiyonlar yüzünden ölümlerin milyonlarla ifade edileceği öngörülüyor.
Ciddi alerjik reaksiyonlara yol açıyor!
Gereksiz antibiyotik kullanımı alerjik hastalıkların da yaygınlaşmasına neden oluyor. Dr. Oya Duran bilinçsizce kullanılan antibiyotiklerin, basit cilt döküntüsünden kalp atışlarında hızlanmaya, anaflatik şok denilen, solunumu etkileyen ve şuur kaybına neden olan, hayati risk yaratan çok ciddi sorunlara yol açabildiğini söylüyor.

Prematüre bebeklerde enfeksiyon riskleri çok yüksek!

Prematüre bebeklerde enfeksiyon riskleri çok yüksek!

Enfeksiyonlardan kronik hastalıklara, aşırı stresten alkol ve sigaraya… Ülkemizde her yıl 150 bini aşkın bebek çeşitli nedenlerle hatta bazen hiç nedensiz yere vaktinden çok önce dünyaya geliyor. Hal böyle olunca neredeyse bir avuç içi kadarlık vücutlarıyla tutunmaya çalışıyorlar hayata. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Yenidoğan Yoğun Bakım Uzmanı Dr. Mehmet Malçok, 37 haftadan önce doğan ve ‘prematüre bebek’ olarak tanımlanan bu bebeklerin; anne karnında gelişimlerini tamamlamamış olup, doğduktan sonra tamamlamaya çalıştıklarından dolayı ciddi risk altında olduklarını belirterek “Bu nedenle karşılarına çıkabilecek zorlu sağlık sorunlarına karşı mücadele edebilmek için diğer yenidoğanlara göre çok daha ciddi bakım tedbirleri gerekmektedir” diyor. Peki prematüre bebeği hayati risk faktörlerinden korumak için anne babalar ne yapmalı? Dr. Mehmet Malçok, 17 Kasım Dünya Prematüre Günü kapsamında yaptığı açıklamada; prematüre bebek bakımında dikkat edilmesi gereken 5 kuralı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Mehmet Malçok

Dr. Mehmet Malçok

Bol bol emzirin veya anne sütü verin

Erken doğmuş bebekler için anne sütünün; enfeksiyonlardan korunmadan ağızdan beslenmeye, hastanede kalış süresini kısaltmaktan fiziksel, zihinsel ve ruhsal gelişiminin iyileşmesine dek çok önemli faydaları vardır. Prematüre bebek sahibi annelerin sütü, yavrusunun ihtiyacını karşılayacak tüm unsurları barındırmaktadır. Bu nedenle annenin sütünün yeterince gelmesi için aşırı stres ve yorgunluktan uzak durması, bu konuda çevresindekilerin de anneye azami destek vermesi gerekir.

Ev ziyaretlerinden kaçının

Sonbahar ve kış aylarında sık rastlanılan enfeksiyonlar, rinovirüs, nezle, grip ve koronavirüs prematüre bebekler için ciddi ağır tablolar oluşturabiliyor. Bulaşıcı hastalıklardan korunmanın en önemli yolu bebeği hasta kişilerden uzak tutmak olduğu için ev ziyaretlerine gitmemek, ziyaretçi kabul etmekten kaçınmak ve hatta öpmek ve sevmek için bebeğe tedbirsizce yaklaşan kişileri uyarmaktan çekinmemek gerekiyor.

Odalarını havalandırın

Akciğer gelişimini henüz tamamlamayan prematüre bebekler için temiz hava oldukça önemli. Temiz hava hem enfeksiyonun azalmasını hem de bebeklerin daha rahat uyumalarını sağladığı için bebeklerin kaldığı odaların gün içerisinde en az 2 kez havalandırılması gerekir. Toplumda bebek için ‘sıcak hava iyidir’ bakış açısı hakim olsa da oda ısısı çok soğuk veya çok sıcak olmayacak şekilde ayarlanmalı, mümkünse 24-25 dereceye sabitlenmelidir. Ayrıca bebeklerin ısı dengesini korumak için çok kalın giydirmekten kaçınmak pamuklu kıyafetleri tercih etmek önemlidir.

Dr. Mehmet Malçok

Hijyen kurallarına dikkat edin

Bağışıklık sistemi henüz güçlenmemiş olan prematüre bebeklerin sağlığı için el hijyenine dikkat edilmesi gerekir. Ellerimizde çok sayıda bulunan bakteriler bebekler için hem yoğun bakım yatışları sırasında hem de taburculuk sonrası dönem için risk oluşturur. Bebeği emzirmeden ve altını değiştirmeden önce mutlaka ellerin yıkanması, el dezenfektanı kullanımı ve hatta maske kullanımı da prematüre bebeklerin kış hastalıklarından korunmasında büyük önem taşır.

Bebeklerinizin takiplerini aksatmayın

Bebeğinizin sağlıklı bir şekilde büyümesi ve gelişmesi için takiplerini aksatmayın. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Yenidoğan Yoğun Bakım Uzmanı Dr. Mehmet Malçok, “Prematüre bebekler için yenidoğan uzmanı ve gelişimsel pediatri uzmanı ile birlikte ekip izlemi gerekir. Bu bebeklerimiz en az 3 yıl boyunca pediatrik nöroloji, genetik, pediatrik konuşma terapisti, pediatrik endokrinoloji, çocuk cerrahı, beyin cerrahı, ortopedist, pediatrik kardiyoloji; fizyoterapi, yüksek riskli bebeklerde deneyimli beslenme uzmanı ve özel eğitim branş uzmanlarınca periyodik olarak takip edilmelidir” diyor.

Bağırsaklarınızdaki yararlı bakterilerin sayısını nasıl artar?

Bağırsaklarınızdaki yararlı bakterilerin sayısını nasıl artar?

Sonbahar ve kış aylarında kapalı ve kalabalık mekanlarda virüslerin bulaş riski çok daha  yüksek olduğundan, bağışıklık sistemimizi güçlendirmek her zamankinden fazla önem taşıyor. Bağışıklık sistemimizin oluşumunda bağırsaklarımızın kilit rol oynadığını vurgulayan Acıbadem Kozyatağı Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Meltem Batmacı, “Enfeksiyonlardan korunmamızda vücudumuzdaki dost bakterilerin büyük önemi vardır. Dost bakteriler (yararlı bakteriler) zararlı bakterilerin (düşman/patojen) çoğalmasını engelleyerek bağışıklık sistemimizi güçlendirir. Bu mikroorganizmalar sayıca en çok bağırsaklardadır. Yetişkin bir insanın bağırsaklarında yaklaşık 100 trilyon bakteri (yaklaşık 1,5 kg) vardır. Bağırsaklarımızda yer alan dost bakterilerin sayısı ne kadar fazla olursa bağışıklık sistemimiz de o kadar güçlü olur” diyor. Günlük yaşamda alacağımız bazı önlemlerle dost bakterilerin sayısını artırıp, zararlı bakterilerin sayısını azaltmanın ve hastalıklardan korunmanın mümkün olabildiğini belirten İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Meltem Batmacı, bağırsaklarımızdaki yararlı bakterileri artırmanın 4 etkili yolunu anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Meltem Batmacı

Dr. Meltem Batmacı

  1. Sağlıklı ve dengeli beslenin

Yapılan bilimsel çalışmalar; sağlıklı ve dengeli beslenmenin, bağırsak sağlığıyla doğrudan ilişkili olduğunu kanıtlıyor. Koruyucu ve katkı maddesi içermeyen gıdalar tüketmek, her gün yeterince su içmek, fast food tüketiminden kaçınmak, lifli besinleri tercih etmek ve beslenmede çeşitliliğe önem vermek bağırsak sağlığımızın dolayısıyla bağışıklığımızın güçlü olmasında büyük önem taşıyor. Dr. Meltem Batmacı “Organik, mevsim sebze ve meyveleri tercih edilmeli, bebekler ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenmelidir. Rafine şeker ve doymuş yağlardan uzak durulmalıdır” diyor.

  1. Probiyotik ve prebiyotik besinler tüketin!

Bağırsaklarımızda yaşayan, sağlık için yararlı (dost) bakteriler olan probiyotikler; zararlı bakterilerin bağırsak duvarından dokulara sızmasına engel oluyor. Zararlı bakterilerin çoğalmasını engelleyerek, bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Prebiyotikler ise; probiyotik bakteriler için besin ve enerji kaynağı olurken, probiyotiklerin çoğalmasını ve büyümesini sağlıyor. Probiyotik ve prebiyotik içeren besinler tüketilmesini öneren Dr. Meltem Batmacı “Tarhana, yoğurt, kefir, ayran, turşu (özellikle lahana), sirke, şalgam, tereyağ ve sarımsak probiyotikten zengin besinlerden birkaçıdır. Sarımsak, soğan, elma, muz, hurma, kuru incir, tahıllar ve kurubaklagiller, keçi sütü, kuruyemiş, pırasa ve enginar da prebiyotikten zengin besinler arasında yer almaktadır” diyor.

Dr. Meltem Batmacı

  1. Gereksiz antibiyotik ve sık ağrı kesici kullanmayın!

Ülkemizde en sık yapılan yanlışlardan biri, soğuk algınlığı ve ishal başta olmak üzere, tedavisinde antibiyotiğin yerinin olmadığı hastalıklarda da antibiyotik kullanılması oluyor. Dr. Meltem Batmacı, gereksiz antibiyotik kullanımından mutlaka kaçınılması gerektiğini vurgulayarak, bilinçsiz ve gelişigüzel antibiyotik kullanmanın vücuda fayda yerine zarar verdiğini, bağırsak sağlığını da son derece olumsuz etkilediğini söylüyor. Dr. Meltem Batmacı, özellikle doğumdan sonraki 0-18. aylar arası fazla antibiyotik kullanımının bağırsak florasını kalıcı olarak değiştirebildiği uyarısında bulunuyor. Sık ağrı kesici kullanımı da mide ve bağırsaklara çok büyük zarar verdiğinden mümkün olduğunca kaçınmak gerekiyor.

  1. Stresi kontrol etmeyi öğrenin!

Stres kararında olduğunda kişiyi tetikte tutmak ve tehlikelerden korumak adına gerekli olsa da aşırısı ruh sağlığını olduğu kadar fiziksel sağlığı da ciddi şekilde tehdit ediyor. İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Meltem Batmacı, yapılan bilimsel çalışmaların; aşırı stresin mide ve bağırsak sistemini de doğrudan etkilediğini belirterek, gerekirse stres yönetimi konusunda bir uzmandan destek almakta fayda olacağını söylüyor.

Bunlar meme kanserinin tanısını geciktirebilir!

Bunlar meme kanserinin tanısını geciktirebilir!

Memede oluşan ağrı ve bazen kitlenin ele gelmesiyle kendini belli eden fibrokistik değişimler, memede en sık görülen sorunların başında yer alıyor. Hormonların etkisi nedeniyle özellikle 30-40 yaş arasındaki kadınlarda gelişen fibrokistik değişimlerdeki ağrılar her adet döngüsüyle birlikte tekrarlıyor. Memede görülen fibrokistlere bağlı sorunlar bazı kadınlarda çok hafif gelişirken, bazılarında ise günlük hayatı olumsuz etkileyecek kadar şiddetli olabiliyor. Yaklaşık her iki kadından biri, yaşamının bir döneminde fibrokistik değişimden kaynaklanan şikayetler nedeniyle hekime başvurma ihtiyacı duyuyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Emel Özveri, fibrokistik değişimlerde düzenli kontrollerin aksatılmaması gerektiğine işaret ederek, “Toplumdaki yaygın inanışın aksine, fibrokistik değişiklikler genelde meme kanserinin gelişmesinde bir risk oluşturmuyor. Basit kistler önemli bir soruna yol açmadıkları için hastanın rutin kontrollerini yaptırması yeterli geliyor. Kompleks fibrokistik değişimler ise kötü huylu kitlelerle karışabiliyor, bu nedenle yakın takibin ihmal edilmemesi gerekiyor” diyor.

Dr. Emel Özveri

Dr. Emel Özveri

Hastalık değil memede oluşan bir değişim

Fibrokistler aslında hastalık değil, memede oluşan bir değişim olarak tanımlanıyor. Östrojen ve progesteronun etkisiyle süt üreten hücrelerde adet döneminin başından itibaren artış ve gelişme yaşanıyor. Hamilelik oluşmazsa memede artan hücreler yıkılıyor ve bu hücrelerin onarımı sırasında hasar, bir başka deyişle fibrozis gelişebiliyor. Aynı zamanda memedeki süt bezleri sıvı salgılıyor. Süt kanallarındaki değişimlerden dolayı bu sıvı geri emilemezse kist denilen sıvı dolu keseler oluşuyor.

En tipik belirtisi memede gelişen ağrı!

Fibrokistik değişikliklerde en sık görülen şikayet, meme ağrısı oluyor. Ağrı özellikle adet döngüsünün ikinci yarısında başlıyor ve adet sürecinde hafifliyor. Ağrının nedeni ise adet döneminde vücutta gelişen hormonal değişimler oluyor. Memede su tutulmasına bağlı olarak dolgunlukla birlikte ağrı da şiddetleniyor. Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Emel Özveri, memede fibrokistik değişikliğin bir diğer önemli belirtisinin ele gelen kitle olduğunu vurgulayarak, şöyle devam ediyor: “Bu kitleler sıvıyla dolu oldukları için yumuşak yoğunlukta oluyorlar. Genelde adet öncesi dönemde memede yoğunluk artıyor ve ele sertlik geliyor. Eğer adet dönemi bittiğinde bu sertlik kaybolmazsa doktora başvurmak gerekiyor. Zira bu belirti memede fibrokistik değişimin değil, kötü huylu bir tümörün habercisi olabiliyor.”

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi

Meme kanserinin tanısını geciktirebilir!

Fibrokistik yapılar çoğunlukla milimetrik boyutta olsalar da 6-7 cm boyutuna da ulaşabiliyor. Fibrokistik değişimler meme kanseri için risk oluşturmuyor. Ancak ağrı şikayetine yol açmalarının yanı sıra tanı için başvurulan mamografi gibi radyolojik görüntülerin de kalitesini bozabiliyor. Dolayısıyla bu hastalarda ayırıcı tanı için meme MRI (Magnetic Resonance Imaging) gibi görüntüleme sistemine ve iğne biyopsisi yöntemine başvurmak gerekebiliyor.

Tedavi gerekmese de takip şart!

Memede oluşan fibrokistik değişikliklerde cerrahi müdahaleye çoğunlukla ihtiyaç duyulmuyor. Tedavi, hastanın ağrı yakınmasını hafifletmeye yönelik oluyor. Düzensiz adet sorunu varsa ağrı şikayeti artıyor. Dolayısıyla adetlerin ilaç tedavisiyle düzenlenmesi ağrının hafiflemesini sağlıyor. Özellikle şiddetli ağrı yakınmasında çay, kahve, kolalı içecekler ve çikolata tüketiminin de azaltılması gerekiyor. Zira bu besin ve içecekler kafein ve kimyasal içeriklerinden dolayı ağrıyı tetikleyebiliyor. Ele gelen büyük ağrılı kistler ise enjektör yardımıyla boşaltılabiliyor.

Kışın kalın giyinerek terlemeyin

Kışın kalın giyinerek terlemeyin

Sonbaharın gelmesiyle birlikte soğuyan hava pek çok hastalığa davetiye çıkarmasının yanı sıra omurga sağlığımızı da tehdit ediyor. Ayrıca hareketsiz bir yaşam tarzı, masa başında geçirdiğimiz uzun saatler, spor yaparken bedenimizi fazla zorlamamız ve daha pek çok hatalı alışkanlıklarımız bel ağrısı, tutulmalar ve bunlara bağlı olarak hareket kısıtlılığına neden olabiliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Murat Hamit Aytar, ülkemizde her 10 kişiden 8’inin hayatında en az bir kez bel ağrısı sorunu yaşadığına dikkat çekerek, “Omurgamızın hareketli kısmının en altında kalan, yük binen taşıyıcı kısmı olan belimiz konumu itibariyle ağır yük, hatalı hareketler, travmalar ile alışkanlıkların getirdiği birçok olumsuz duruma maruz kalarak yıpranıyor ve sorunlu hale gelebiliyor. Omurlarımız arasında yer alan kıkırdak yapılı disklerimize bağlı oluşan dejenerasyon ve yıpranma bel ağrısı ile tutulmalara yol açabilen bel fıtığına neden olabiliyor. Ayrıca kemik, tendon, kas yapıları, omurilik ve omurilikten çıkan sinir köklerinde oluşan problemler de bel ağrısıyla sonuçlanabiliyor. Tüm bu etkenler zamanında tedavi edilmezse ilerleyerek büyük cerrahi girişimler ile düzeltilebilen önemli sorunlara dönüşebiliyor” diyor. Aslında, yaşam alışkanlıklarımızda yapacağımız düzenlemelerle vücudumuzun tüm yükünü üstlenen belimizi korumak tamamen elimizde. Doç. Dr. Murat Hamit Aytar, bel sağlığımızı tehdit eden 10 hatalı alışkanlığımızı anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu!

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi

Doç. Dr. Murat Hamit Aytar

Terli halde sokağa çıkmak

Mevsim değişiminde serin havalar belde kas ile tendonların soğuması, bunun sonucunda kolaylaşmış tutulmalar ve ağrılar anlamına geliyor. Doç. Dr. Murat Hamit Aytar, “Bel sağlığınız için sonbahar mevsimine göre giyinmeniz, ince giyinip üşümemeye ve kalın giyinip terlemeye fırsat vermemeniz çok önemli. Özellikle terlemek ve ardından soğuk havaya maruz kalmak bel ağrılarının temel sorumlularından biridir. Zira, terli bölgeler soğuk havayla aniden temas edince kas spazmlarına, böylece bel ağrılarına neden olabiliyor” diyor.

Isınmadan spor yapmak

Düzenli spor yapmak sağlıklı bir omurga için en etkili yöntemlerden biri ama iyi ısınmadan, kontrolsüz, ani şekilde başlanan aktivite ve ağır yük altına girilen sporlar bel sorunlarına davetiye de çıkarabiliyor. Bu nedenle vücut geliştirme ile squash gibi ağır ve omurgaya yüklenilen sporlarda iyi ısınmayı, kontrollü hareket etmeyi alışkanlık edinmeye özen gösterin.

Fast – food tarzı beslenmek

Aldığımız kilolar da bel sorunlarına yol açan bir diğer önemli nedeni oluşturuyor. Abur cubur veya fast-food olarak adlandırdığımız bol kalorili ve sağlıksız beslenme alışkanlığı, artan kilo ile özellikle bel bölgesi yağlanmasıyla birlikte bele binen yükü çok artırarak bu bölgedeki kas kalitesini düşürüyor.

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi

Ağır ve büyük çanta taşımak

Ağır ve büyük çantayı, özellikle de tek tarafta vücudumuza asimetrik yük oluşturur şekilde taşıma alışkanlığı da belimizdeki kas kalitemizi düşüren hatalı alışkanlıklarımızdan.

Korseyi bilinçsizce kullanmak

Sonbaharla birlikte havalar giderek serinlerken belimizi korumak amacıyla korse ve kuşak gibi destekleri sürekli ve gereğinden fazla kullanmamız bel kaslarımızı tembelleştirip, zayıflamalarına neden olabiliyor. Doç. Dr. Murat Hamit Aytar, bunun sonucunda destekleyici ürünlerin belimize faydadan çok zarara yol açtıklarına işaret ederek, “Korse ve kuşakları; zorlanabileceğiniz çalışma ortamında, soğuk ve rüzgârlı havalarda veya ciddi ağrılı tutuk bir anınızda ihtiyaç duyduğunuz süre kadar kullanmanız bel sağlığınız için en doğru olanıdır” diyor.

Yumuşak yatakta yatmak

“Yumuşak yatakta yatmak kadar, yerde çok sert zeminde yatma alışkanlığı da belimiz için hiç istemediğimiz yıpratıcı faktörlerdendir” uyarısında bulunan Doç. Dr. Murat Hamit Aytar, “Orta sert, ortopedik veya yoğun içerikli visko süngerden yapılmış, vücudun şeklini alan ama çökmeyen yataklar en ideal seçimdir” bilgisini veriyor.

Masa başında uzun saatler oturmak

Kapalı, özellikle klimalı ortamlarda masa başında oturmak ve omurgamızı hatalı bir şekilde döndürmek bel sorunlarına davetiye çıkarmak gibi. Bilgisayar başında uzun saatler çalışmak belimizi hem uygunsuz pozisyona maruz bırakıyor hem de kasların zamanla zayıflayıp yağlanmaya başlamasına yol açıyor. Doç. Dr. Murat Hamit Aytar, bel sağlınız için masa başında çalışıyorsanız bel boşluğunu destekleyen bir yastık kullanmanız gerektiğini belirterek, “Ayrıca dik ya da dike yakın bir oturuş pozisyonu da bel sağlığınız için çok önemli. Kullandığınız bilgisayarın seviyesini, klavyenin bulunduğu yeri ve masa yüksekliğini de vücut ölçülerinize uygun hale getirmeyi ihmal etmeyin” diyor.

Klimaya doğrudan maruz kalmak

Ofiste ya da evde doğrudan klimaya maruz kalmak da bel sağlığını tehdit ediyor. Bu nedenle klimaların hava üfleyen kanallarının önünde durmamaya özen gösterin.  Ayrıca sıcak ortamdan çok soğuk ortama aniden geçmemeye de dikkat edin.

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi

Teknolojik cihazları kullanırken öne eğilmek!

Elimizden neredeyse hiç düşürmediğimiz cep telefonuna veya dizüstü bilgisayar ekranına bağımlı olmak, yani öne eğik pozisyonda telefona veya bilgisayar ekranına bakar halde uzun zaman geçirmek bel sağlığını olumsuz etkiliyor. Doç. Dr. Murat Hamit Aytar, cihazların olumsuz etkilerine karşı omurgamızı korumak için dikkat etmemiz gereken noktaları şöyle anlatıyor:

  • Bilgisayar ekranınızın üst kenarını göz seviyesine hizalar şekilde konumlayın, bilgisayar altı sehpa ya da yükselti kullanın
  • Başınızı çevirerek açılı bakmak yerine telefonu veya bilgisayar ekranını karşınıza alın
  • Mümkünse aynı pozisyonda uzun süre kalmayıp ara ara mola verin
  • Baş -boyun – sırt esneme hareketleri yapın, hatta mümkünse ayağa kalkın
  • Birkaç adım atın ve ayakta esneme hareketleri yapın

Sigara içmek

Sigara kullanımı bele ait dejenere olmuş yapıların iyileşme sürecine olumsuz etkisiyle bel sağlığını tehdit ediyor. Belin yanı sıra vücudumuzda yol açtığı pek çok zarar nedeniyle sigara içiyorsanız, hemen bırakmanız çok önemli.