Yazılar

Bu kanser gençlerde artış gösterdi!

Rahim ağzı (serviks) kanseri, genellikle HPV (Human Papilloma Virus) adı verilen virüs nedeniyle rahim ağzındaki hücrelerin anormal şekilde çoğalması sonucu oluşuyor. Düzenli pap smear testleri ve HPV aşıları, rahim ağzı kanseri riskini azaltmada önemli rol oynuyor. Erken teşhis önem taşıyor çünkü tedavi şansını artırabiliyor. Doç. Dr. Gökhan Demirayak “Rahim Ağzı (Serviks) Kanseri Farkındalık Ayı” kapsamında “Rahim ağzı kanseri taramaları ve HPV aşılarının önemi” hakkında bilgi verdi.

Doç. Dr. Gökhan Demirayak

Doç. Dr. Gökhan Demirayak

Belirtiler kanserin evresi ilerledikçe ortaya çıkıyor

Rahim ağzı (serviks) kanseri gelişmemiş ülkelerde en sık görülen jinekolojik kanser iken,gelişmiş ülkelerde tarama testleri ve aşılamalar sayesinde 3. sıraya gerilemiştir. Rahim ağzı kanserinin erken evrelerinde belirtiler genellikle belirgin değildir. Ancak hastalık ilerledikçe aşağıdaki belirtiler ortaya çıkabilir:

  • Menopoz sonrası dönemde veya cinsel ilişki sırasında görülen kanama
  • Cinsel ilişki sırasında ağrı veya rahatsızlık hissi
  • Pelvik bölgede sürekli veya geçici ağrı
  • Kokulu, kanlı veya renkli vajinal akıntı

Rutin jinekolojik muayenelerini ve tarama testlerini yaptırmayan kadınlarda sıklıkla anormal kanama ve kötü kokulu akıntı şikayetiyle hekime başvurulmakta ve maalesef rahim ağzı kanseri ileri evrelerde saptanmaktadır. İleri evre hastalıklarda büyük cerrahiler, kemoterapi ve radyoterapi tedavileri gerekmekte ve bu süreç hastalar için çoğu zaman oldukça yıpratıcı olmaktadır. Hastalığın evresi ilerledikçe nüks riski de artmaktadır. Bu sebeple her kanser türünde olduğu tarama testleri ve erken teşhis büyük önem taşımaktadır.

Tarama testleri büyük önem taşıyor

Rahim ağzı kanseri taramasında 21 yaşından sonra ya da ilk cinsel ilişkiden 3 yıl sonra başlamak üzere 30 yaşına kadar 3 yılda bir Pap Smear testi, 30 yaşından sonra ise 5 yılda bir Pap Smear ve yüksek riskli Human Papilloma Virus (HPV) DNA testi önerilmektedir. Bu tarama testlerinin amacı kanser öncesi lezyonlar olan CIN2 ve CIN3’ü saptamak ve kansere dönüşmeden önce bu lezyonları içerecek şekilde rahim ağzını LEEP ya da konizasyon adı verilen işlemle çıkarmak ve böylece kanseri önlemektir. Ülkemizde bu tarama testi aile hekimlikleri, Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezi (KETEM) be Toplum Sağlığı Merkezleri tarafından yaygın olarak yapılmaktadır. Böylece birçok kadın kanser öncesi aşamada yakalanmakta ve tedavi edilmektedir.

HPV aşıları kanser riskini azaltmada etkili rol oynuyor

Rahim ağzı kanserini önlemede ikinci önemli araç ise HPV aşılarıdır. HPV aşıları, özellikle serviks kanseri riskini azaltmada etkili bir rol oynar. Çünkü serviks kanserinin büyük bir çoğunluğu HPV enfeksiyonlarına bağlı olarak gelişir. 9’lu HPV aşısı ülkemizde uygulanmaktadır. Birçok ülkede rutin aşılama programında yer alan bu aşı maalesef ülkemizde rutin aşılama programında yer almamaktadır. 9-26 yaş aralığındaki tüm kız çocuğu/kadın ve erkeğe önerilmektedir. 15 yaşına kadar 2 doz önerilirken, 15 yaş ve üzerinde toplam 3 doz aşı gerekmektedir. Hekimliğin ana görevlerinden biri hastalıkları oluşmadan önlemektir. Bu sebeple rahim ağzı (serviks) kanseri tarama testleri ve HPV aşılarının mutlaka yaptırılması gerekmektedir.

Obezite tedavisinde yenilik

Özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde hızla yayılan obezitenin ülkemizdeki görülme oranı yüzde 30’lara ulaştı. Obezite tedavisi denildiğinde akla ilk gelen cerrahi müdahaleler olsa da son dönemde geliştirilen medikal tedaviler de başarılı sonuçlar veriyor. Kimi medikal tedavilerin kilo kaybını yüzde 24’e kadar çıkardığını hatta kimilerinin bariyatrik (obezite) cerrahinin sağladığı kilo kaybına yakın kayıplara ulaşabildiğinin altını çizen Liv Hospital Vadistanbul Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Berçem Ayçiçek, öte yandan bu tedavilerin yan etkilerine dikkati çekerek “Söz konusu riskler konusunda hastaların dikkatlice bilgilendirilmesi ve tedavi sürecinin uzman bir hekim gözetiminde sürdürülmesi gerekiyor” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kalp damar hastalıkları başta olmak üzere çeşitli ciddi rahatsızlıklara neden olan, küresel sağlık sorunu obezitenin görülme sıklığı 1975’ten bu yana üç katına, Türkiye’de ise yüzde 30’lara kadar ulaşmış durumda…Yüksek kalori içeren; işlenmiş, endüstriyel gıda tüketiminin, porsiyon boyutlarının, fiziksel hareketsizliğin, psişik/fiziksel stresin artması obezite oranlarının yükselmesinde önemli rol oynarken; genetik yatkınlığın yanı sıra son yıllarda yapılan araştırmalar da obezitenin nesilden nesle aktarımına sebep olarak “Epigenetik Etki”ye işaret ediyor. Yarattığı sağlık sorunlarına ek olarak sağlık hizmeti harcamalarının da artmasına neden olan obezite, ABD verilerine göre, hekim ziyaretlerinin ve ayakta tedavi masraflarının yüzde 27’sini, yatarak tedavi masraflarının yüzde 46 ve reçeteli ilaç harcamalarının ise yüzde 80’ini oluşturuyor. Buna karşın son yıllarda obezite tedavisinde kullanılan medikal tedavi seçenekleri hızla artıyor. Bu seçeneklerin tedavi başarısını artıran etkin bir yaklaşım olduğunu söyleyen Liv Hospital Vadistanbul Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Berçem Ayçiçek, obezite ilaçlarından beklenenler arasında, dozla ilişkili olarak etkili kilo kaybı sağlamaları, hedeflenen kilonun sürdürülebilirliğini desteklemeleri ve uzun süreli kullanımda güvenilir olmalarının bulunduğunu belirtiyor. Aynı zamanda, bu ilaçların tolerans geliştirmemesi, kötüye kullanım veya bağımlılık riskine neden olmaması gibi özelliklerinin de oldukça önemli olduğunu kaydeden Prof. Dr. Ayçiçek’e göre bu beklentiler, obezite tedavisinde hem etkinlik hem de güvenlik açısından hasta ihtiyaçlarına uygun ideal tedavi seçeneklerinin belirlenmesinde kritik rol oynuyor.

Prof. Dr. Berçem Ayçiçek

Prof. Dr. Berçem Ayçiçek

Kilo kaybını yüzde 24’e kadar artıran ilaçlar mevcut

Obezite tedavisindeki başarı, hastaların kilo kaybı sürecini süreklilikle destekleyen medikal yöntemlerle artırılabiliyor. Küçük oranlardaki kilo kayıplarının (yüzde 5-10) dahi metabolik sağlık üzerinde büyük fark oluşturabileceğini belirten Prof. Dr. Ayçiçek, “Örneğin, semaglutid ve liraglutid gibi GLP-1 reseptör agonistleri, kilo kaybını yüzde 7 ile 17 arasında sağlarken, kan şekeri kontrolü ve kardiyovasküler sağlık üzerinde de olumlu etkiler gösteriyor. GLP-1 reseptör agonistleri, gastrointestinal sistemdeki GLP-1 reseptörlerine bağlanarak, iştahı baskılıyor, mide boşaltımını geciktiriyor ve insülin salgısını artırıyor. Dual agonist ilaçlar dediğimiz ilaçlar, GLP-1 reseptör agonistlerinin yanı sıra başka bir hedefe daha etki ediyor, genellikle GIP (gastrik inhibitör polipeptid) veya GLP-1 kombinasyonunu içeriyor. Tirzepatid bu sınıfta yer alıyor ve klinik araştırmalarda kilo kaybı oranlarını yüzde 20’ye kadar yükselttiği gözlemleniyor. Ayrıca, kardiyovasküler sağlık üzerinde de fayda sağladığı görülüyor. Çok yakın zamanda tedavi seçeneklerimiz arasına girmesini beklediğimiz Triple agonistler, GLP-1, GIP ve glucagon gibi üç reseptör üzerinde etkili olup, kilo kaybı artırıcı etkisi ile şu ana kadar ki medikal tedaviler içinde listenin en üst sırasına yer alacağa benziyor. Retatrutid, bu gruptaki yeni ilaç ve klinik denemelerde (Faz 1-2) oldukça umut verici sonuçlar ortaya koyuyor. Kilo kaybını yüzde 24’e kadar artırdığı gözlemlenen bu ilaç, insülin salgısını artırarak glikoz kontrolünü desteklerken, yağ metabolizmasını da iyileştiriyor” dedi.

Hangi durumlarda GLP-1 reseptör agonistleri kullanılmamalı?

GLP-1 reseptör agonistleri, bazı durumlarda güvenli olmayabiliyor ve kullanılmaması gerekiyor. Bu durumları gebelik, pankreatit öyküsü, medüller tiroid kanseri öyküsü, kolelitiazis (safra taşı), ve ağır böbrek yetmezliği olarak sıralayan Prof. Dr. Ayçiçek, bu tür klinik tabloların, tedavi riskini artırabileceğinden, hastanın durumu dikkatlice değerlendirilerek alternatif tedavi seçeneklerinin tercih edilmesi gerektiğini kaydediyor. GLP-1 ilaçlarının diyabeti olan ve göz problemi yaşamış kişilerde dikkatle kullanılması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Ayçiçek sözlerine şöyle devam etti: “Kan şekerini hızlı düşürmek, gözdeki sorunları kötüleştirebilir. Bu ilaçlar tedavi için etkili olabilir ama karar verirken hem yararları hem de riskleri iyi değerlendirmek gerekir. Özetle, şu durumda ‘yavaş ve dikkatli ilerlemek’ göz sağlığını korumak için önemlidir. Semaglutid’in, gözde sinir hasarına yol açabilen Non-Arteritik Anterior Ischemic Optic Neuropathy (NAION) riskini artırdığına dair bazı yayınlar mevcut. JAMA’daki çalışmada, bu riskin yüzde 7,5 olduğu bildirilmiş olsa da verilerin güvenilirliği tartışmalı, çünkü gözlemlenen vakalar çok nadir kalıyor. Yaklaşık 16 bin hasta içinde yalnızca 20 vakadan söz ediliyorsa, bu tür nadir yan etkilerin sıklığını ve etkinliğini tam olarak bilmek oldukça zordur. Retrospektif vaka kontrol çalışmaları gibi bu tür araştırmalarda, veri güvenilirliği bazen sorunlu olabilir. Bu tür araştırmalarda, kontrol grubu seçimi ve demografik eşleştirme süreçleri, sonuçları yanıltıcı hale getirebilir. Bu bakımdan uzun dönemli kanıt düzeyi daha yüksek çalışmalara ihtiyaç olduğu aşikardır.”

Medikal tedaviler cerrahi müdahaleye yakın kilo kaybı sağlıyor

Obezite tedavisinde son yıllarda kullanılan ilaçlar, etkili kilo kaybı sağlama konusunda önemli bir rol oynuyor. Öte yandan bu ilaçların yan etkileri ile ilgili bazı kaygıları gerek doktorların gerekse hastaların dikkatle değerlendirmesi gereken bir konu olduğunu belirten Prof. Dr. Ayçiçek, “Bilimsel çalışmalar, yeni medikal tedavilerin, bariyatrik (obezite) cerrahinin sağladığı kilo kaybına yakın düzeyde olduğuna işaret ediyor. Ancak uzun dönemde gerek bariyatrik cerrahi sonrasında gerekse de medikal tedavilerin uzun süreli kullanımı sonrasında takip ve önlem alınmaz ise mikronütrient eksiklikleri, kas kaybı, psikolojik sorunlar ve kırık riski gibi ciddi bazı yan etkiler meydana gelebiliyor. Örneğin, GLP-1 reseptör agonistlerinin yaygın yan etkileri arasında bulantı, kusma ve karın ağrısı yer alırken, nadiren iskemiye bağlı optik nöropati gibi ciddi komplikasyonlar da görülüyor” diye konuştu.

Gıda intoleransı anksiyete sebebi

Günümüzde giderek artan sağlık sorunlarının önemli nedenlerinden biri olan gıda intoleransı, sıklıkla gıda alerjisiyle karıştırılabiliyor. nin daha ani ve kısa sürede ortaya çıktığını, gıda intoleransının ise daha uzun süreçte kendini gösterdiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Laboratuvar Hizmetler Koordinatörü ve Klinik Biyokimya Direktörü Doç. Dr. Serkan Tapan, “Gıda hassasiyetinde belirtiler genellikle yavaşça oluşur ve birkaç saat ile birkaç gün arasında seyredebilir. Vücuttaki pek çok sistem bu durumdan etkilenebilir; hatta sinir sisteminin etkilenmesi anksiyeteye bile zemin hazırlayabilir” dedi.

Gıda intoleransı, vücudun bazı gıdalara karşı aşırı hassasiyet göstermesi olarak özetlenebilir. Bu durumun daha çok bir enzimin eksikliği ya da etkisizliğinden kaynaklandığını paylaşan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Laboratuvar Hizmetler Koordinatörü ve Klinik Biyokimya Direktörü Doç. Dr. Serkan Tapan, “Kişinin vücudunun tepki verdiği gıdayı tüketmeye devam etmesi, kronik enflamasyona ve ardından bazı semptomların alevlenmesine neden olabilir. Yumurta beyazı, bezelye, inek sütü, arpa, kazein, maya, agar agar, mısır ve gluten en çok gıda intoleransı gösterilen gıdalar arasında sayılabilir” açıklamasında bulundu.

Doç. Dr. Serkan Tapan

Doç. Dr. Serkan Tapan

Geçmeyen yorgunluğun sebebi gıda intoleransı olabilir

Gıda intoleransının sindirim, iskelet ve sinir sistemleri, cilt sağlığı ve metabolizma düzeni üzerinde çeşitli rahatsızlıklara yol açtığını hatırlatan Doç. Dr. Serkan Tapan, “Gıda hassasiyeti sindirim sisteminde karın ağrısı, şişkinlik, gaz, mide bulantısı, ishal veya kabızlığa neden olurken; dermatolojik olarak döküntü, kaşıntı, egzama ve kızarıklığa yol açıyor. Sinir sisteminde ise migren tarzı baş ağrıları, Alzheimer ve anksiyeteye sebep olurken; kas ve iskelet sisteminde eklem ağrıları, iltihaplanma ve kronik yorgunluk olarak ortaya çıkabiliyor. Bunlara ek olarak obezite, diyabet ve haşimato gibi metabolizma hastalıkları da gündeme gelebiliyor. Bu belirtilerin varlığında gıda duyarlılığından şüphelenilmeli ve zaman kaybetmeden bir sağlık uzmanına danışılmalı” önerisinde bulundu.

Kesin tanı için test önemli

Hastalığın eliminasyon diyeti aracılığıyla teşhis edilebildiğini belirten Tapan, “Bu diyet planı, kişide duyarlılığa sebep olabilecek gıdaların belirli sürelerle beslenme düzeninden çıkartılıp, sonrasında yavaş yavaş tekrar dahil edilerek vücut reaksiyonlarının gözlenmesidir. Bu tür bir diyet, bireylerde hangi yiyeceklerin bahsedilen semptomlara neden olduğunu belirlemeye yardımcı olur” şeklinde konuştu.

Ancak kesin tanının, ileri teknoloji mikroarray testleriyle konabildiğinin altını çizen Doç. Dr. Serkan Tapan, “Her sağlık merkezinde bulunmayan bu testlerin tecrübeli yerlerde, uzman hekimler kontrolünde yaptırılması kıymetli. Bu testler sayesinde hastadan kan örneği alındıktan sonra ortalama 10 gün içinde kesin sonuca ulaşılabiliyor” açıklamasında bulundu.

Tedavide multidisipliner yaklaşım şart

Kronik inflamatuar hastalığı ya da irritabl bağırsak sendromu gibi fonksiyonel sindirim sistemi bozukluğu olan kişilerde gıda intoleransının daha sık görüldüğünü paylaşan Tapan, “Tanı ve tedavide birden fazla uzmanlık alanının iş birliği gerekli. Rahatsızlığın çeşitli boyutları ve etkilerinden dolayı doğru tanı koyabilmek ve etkili tedavi yöntemleri geliştirebilmek için farklı alanlardaki profesyonellerin birlikte çalışması önemli” şeklinde konuştu.

Haftada iki gün balık tüketmeniz çok önemli!

Kış aylarında havaların soğumasıyla beraber grip, larenjit ve farenjit gibi solunum yolu hastalıklarına yakalanma riskimiz artıyor. Zira, bu dönemde, yeteri kadar havalandırma veya temiz hava sirkülasyonu sağlanamayan kapalı ortamlarda daha fazla zaman geçirmemiz mikropların hızlıca bulaşmasına neden oluyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, dolayısıyla kış aylarında hastalıklara karşı en etkili silahımız olan bağışıklık sistemimizi güçlü tutmanın oldukça önem kazandığına dikkat çekerek, “Bağışıklık sistemimizin güçlü kalabilmesi için yeterli ve dengeli beslenmemiz önem kazanmaktadır. Kış aylarında tek bir besin grubuna odaklanmak yerine,  her besin grubundan ve mevsimine uygun beslendiğimizden emin olmamız gerekmektedir” diyor.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman

Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman

Taze sebze – meyve tüketimine özen gösterin

Taze sebze ve meyveler çoğunlukla vitamin, mineral ile antioksidanlar bakımından oldukça zenginler. Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, bağışıklık sistemimizin güçlü kalması için çok çeşitli vitamin ve minerallere ihtiyaç duyduğumuzu belirterek, “Tümünü yeterli ve dengeli alabilmek için çeşitli gıdalarla beslenmek önemlidir. Diyabet hastalığı veya meyve alımına engel başka bir hastalık yoksa, günde 2 porsiyon meyve tüketilmelidir. Bir porsiyon meyve yaklaşık bir yumruk büyüklüğüdür. Sebzeler ise her öğüne mutlaka eklenmelidir” diyor.

Vitamin ve mineral kaybını önleyin

Taze sebze ve meyveler farklı türlerde vitamin ve mineral içeriyorlar. Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, ancak ısı ve havayla temas ettiğinde ya da hatalı pişirme teknikleri kullanıldığında vitamin-mineral kaybı yaşanabildiğine işaret ederek, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu nedenle, örneğin tahıllarda bulunan B grubu vitaminlerinin kaybolmaması için makarna ve kuskus gibi tahılları, suyunu çektirerek pişirmek gerekir. Bu sayede suya geçen ve suyu döktüğümüzde kaybedebileceğimiz vitaminler korunmuş olacaktır. Brokoli C vitamininden zengin bir sebzedir ve C vitamini kayıplarını minimuma indirmek için buharda pişirme yöntemi tercih edilmelidir. Portakal, mandalina veya taze yeşil sebzelerde bulunan C vitamini de ısı ve hava temasına karşı hassastır. Dolayısıyla çiğ tüketilmesi mümkün olan besinleri iyice yıkayarak temizliğinden emin olduktan sonra hemen tüketmek faydalı olacaktır. Yine C  vitamininden zengin portakal ve mandalina gibi meyveler de kabuğu soyulduktan sonra havayla temasını azaltmak için bekletmeden yenilmelidir”

Bağırsak sağlığını önemseyin

Probiyotikler sağlığı olumlu yönde etkileyen ve vücuda alındıklarında bağırsağa canlı şekilde ulaşabilen mikroorganizmalardır. Bağırsak duvarı normalde patojen ve toksik mikroorganizmaların vücuda girmelerini engelliyor. Bağırsaktaki sağlıklı bakterilerin sayısının artması bağırsakların bu koruyucu görevini destekliyor.  Kötü beslenme alışkanlıkları veya diğer faktörlerden ötürü bağırsak florasının bozulması ise bağırsağın geçirgen hale gelmesine, dolayısıyla koruyucu görevini yerine getirememesine yol açabiliyor. Bu nedenle kefir veya probiyotik yoğurt gibi besinlerle bağırsak sağlığınızı, dolayısıyla bağışıklık sisteminizi desteklemeyi ihmal etmeyin.

Makro besin gruplarını dengeli şekilde alın

Protein, yağ ve karbonhidrat gibi makro besin grupları bağışıklık sistemini güçlü tutmak için bir uyum halinde çalışıyorlar. Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, bu nedenle herhangi birinin eksikliğinin bağışıklık sisteminin çalışmasını olumsuz yönde etkileyebileceğine dikkat çekerek, “Kilo kontrolü veya başka sebeplerden ötürü ekmek ve makarna gibi karbonhidrat içeren besinlerden kaçınmak büyük bir hata. Zira bu davranış primer enerji kaynağı olan karbonhidratların eksikliğine neden olup, bağışıklık sistemini olumsuz etkileyebiliyor. Bağışıklık sistemi hücreleri farklı dönemlerde farklı makro besin gruplarını öncelikli olarak kullanabiliyorlar. Dolayısıyla tüm makro besin gruplarını düzenli ve dengeli olarak almak önemlidir” diyor.

Renklerin gücünden faydalanın

Renkli meyve ve sebzelerdeki vitaminler ile antioksidanlar bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı oluyorlar.  Beslenmenizde farklı renkte besinler tüketmeye özen gösterin. Örneğin, ayvada bulunan C vitamini, balkabağında bulunan A vitamini, narda bulunan antosiyanin gibi maddeler antioksidan etkileriyle bağışıklık sisteminin güçlenmesinde rol oynuyorlar.

Haftada iki kez balık çok önemli, çünkü…

Omega 3 ve balıkta bulunan taurin ile triptofan gibi  diğer bileşenler bağışıklık sistemini düzenliyorlar. Ayrıca balık düzenli olarak tüketildiğinde bağırsaktaki yararlı bakteri sayısının artışına ve bu sayede de bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olabiliyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, balık mevsiminde olmanın avantajını kullanarak haftada 2 kez balık tüketmeye özen göstermemiz gerektiğini söylüyor.

Su içmek için susamayı beklemeyin

Yeterli su tüketimi toksinlerin vücuttan uzaklaştırılmasına  destek olarak bağışıklık sistemimizin güçlenmesinde etkili oluyor. Bu nedenle gün içerisinde su içmeyi ihmal etmemelisiniz. Ancak su içmek için susamayı beklemeyin, zira susama refleksi vücudun su kaybetmeye başladığına işaret ediyor.  Günlük içmeniz gereken su miktarınızı kilonuzu 30 ml ile çarparak bulabilirsiniz.

Güne bir fincan kahveyle başlamak sağlıklı mı?

Dünyanın en popüler içeceklerinden biri olan kahve, birçok insanın güne başlama ritüelinin bir parçası. Ancak, kahvenin sağlıklı bir alışkanlık olup olmadığı konusundaki tartışmalar devam ediyor.

Kahvenin sağlık üzerindeki etkilerini ve sabah kahvesi alışkanlığının avantajlarını ve dezavantajlarını değerlendiren Prof. Dr.  Nilgün Tekkeşin, kahvenin bazı potansiyel sağlık yararları olsa da bazı dezavantajlarının da bulunduğunu söyledi. “Güne bir fincan kahveyle başlamak sağlıklı mıdır?” sorusuna Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, “Bu sorunun cevabı birkaç faktöre bağlıdır. Genel olarak, orta düzeyde kahve tüketiminin (günde yaklaşık 3-5 fincan) çoğu insan için güvenli olduğu gösterilmiştir.” diye yanıt verdi.

Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi (İngilizce) Tıbbi Biyokimya Bölümünden Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, kahvenin sağlık üzerindeki etkilerini ve sabah kahvesi alışkanlığının avantajlarını ve dezavantajlarını değerlendirdi.

Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin

Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin

Sağlıklı olup olmadığı konusunda devam eden bir tartışma var!

Kahvenin, dünyanın en popüler içeceklerinden biri olduğunu ve birçok kişinin güne bir fincan kahve ile başladığını anlatan Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, “Kahvenin bazı sağlık yararları olduğu gösterilmiş olsa da güne bir fincan kahve ile başlamanın sağlıklı olup olmadığı konusunda devam eden bir tartışma var.” dedi.

Kahvenin faydaları…

Kahvenin, zihinsel uyanıklığı artırabilen ve bilişsel performansı iyileştirmeye yardımcı olabilen uyarıcı olan kafein içerdiğini ifade eden Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, “Kafeinin ayrıca metabolizmayı hızlandırdığı, enerji seviyelerini artırdığı ve atletik performansı iyileştirdiği gösterilmiştir. Ek olarak, kahve iltihabı azaltmaya ve hücre hasarına karşı korumaya yardımcı olabilen antioksidanlar açısından zengindir. Çalışmalar ayrıca kahvenin başka sağlık yararları da olabileceğini göstermiştir. Örneğin, bazı araştırmalar kahve tüketiminin Tip 2 diyabet, karaciğer hastalığı ve belirli kanser türleri geliştirme riskini azaltabileceğini öne sürmüştür. Ancak, bu alanlardaki kanıtlar kesin değildir ve kahvenin sağlık etkilerini tam olarak anlamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.” diye konuştu.

Kahvenin dezavantajları…

Kahvenin bazı potansiyel sağlık yararları olsa da bazı dezavantajlarının da olduğunu dile getiren Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, “Kahveyle ilgili en büyük endişelerden biri kafein içeriğidir. Çok fazla kafein tüketmek sinirlilik, kaygı ve uykusuzluk gibi yan etkilere yol açabilir. Ek olarak, kafein kan basıncında ve kalp atış hızında geçici bir artışa neden olabilir ve bu da kardiyovasküler sorunları olan kişiler için sorunlu olabilir.” şeklinde konuştu.

Hassas midesi olan kişiler için aç karnına kahve içmek sorun…

Kahveyle ilgili bir diğer endişenin ise asitliği olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, “Kahve asitli bir içecektir ve asit reflü ve mide ekşimesi gibi sindirim sorunlarına neden olabilir. Hassas midesi olan kişiler için aç karnına kahve içmek özellikle sorunlu olabilir.” ifadesinde bulundu.

Güne bir fincan kahveyle başlamak sağlıklı mıdır?

“Güne bir fincan kahveyle başlamak sağlıklı mıdır?” sorusuna ilişkin de Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, “Bu sorunun cevabı birkaç faktöre bağlıdır. Genel olarak, orta düzeyde kahve tüketiminin (günde yaklaşık 3-5 fincan) çoğu insan için güvenli olduğu gösterilmiştir. Ancak hamile olan, kardiyovasküler sorunları olan veya kafeine karşı hassasiyeti olan kişiler kahve tüketimlerini sınırlamak veya tamamen kaçınmak isteyebilirler.” dedi.

Kahveye şeker veya krema eklemeyin!

Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, güne bir fincan kahveyle başlamayı seven birinin bunu daha sağlıklı bir alışkanlık haline getirmek için yapılabilecek birkaç şey olduğunu ifade ederek, şöyle devam etti:

“Öncelikle, kahvenize şeker veya krema eklemekten kaçının, çünkü bunlar ekstra kalori ekleyebilir ve kilo alımına katkıda bulunabilir. Bunun yerine, biraz badem sütü eklemeyi veya kahvenizi sade içmeyi deneyin.

Vücudunuzun kahveye nasıl tepki verdiğine de dikkat etmelisiniz. Sinirlilik veya kalp çarpıntısı gibi olumsuz yan etkiler yaşıyorsanız, kahve tüketiminizi sınırlamak veya kafeinsiz kahveye geçmek isteyebilirsiniz. Ek olarak, asit reflü gibi sindirim sorunları yaşıyorsanız, aç karnına kahve içmekten kaçınmak veya daha düşük asitli bir kahve karışımına geçmek isteyebilirsiniz.”

Güne kahve ile başlamak…

Tıbbi Biyokimya Uzmanı Prof. Dr.  Nilgün Tekkeşin, sözlerini şöyle tamamladı:

“Güne bir fincan kahveyle başlamak, ölçülü tüketildiği ve olumsuz yan etkilere neden olmadığı sürece birçok kişi için sağlıklı bir alışkanlık olabilir. Kahvenin bazı potansiyel sağlık yararları olsa da kafein içeriği ve asitliği gibi dezavantajlarının farkında olmak önemlidir. Güne bir fincan kahveyle başlama kararı kişisel bir karardır ve kişisel tercihlere ve sağlık endişelerine dayanmalıdır.”

Sağlık gebelik için nelere dikkat etmek gerekiyor?

Son yıllarda dünya genelinde 35 yaşından sonra ilk kez anne olanların sayısında artış yaşanıyor. Doğurganlık üzerinde olumsuz etkileri bulunan ileri yaş gebeliklerinin aynı zamanda gebelik sürecinin sağlığı üzerinde de önemli etkileri bulunuyor. Sağlıklı bir gebelik için doğru önlemler alındığında, ileri yaşta gebeliklerin başarılı bir şekilde tamamlanmasının mümkün olduğunu belirten Liv Hospital Kadın Hastalıkları, Doğum ve Perinatoloji Uzmanı Doç. Dr. Miraç Özalp, “Uzman görüşü ve erken tarama testleri, anne ve bebek sağlığı açısından kritik öneme sahip” dedi.

Son yıllarda ilk bebek için 35 yaş ve sonrasını tercih eden anne adaylarının sayısı oldukça yüksek. 35 yaş ve üzerindeki anne yaşı, “ileri anne yaşı” olarak kabul ediliyor ve bu eğilim, kadınların artan eğitim düzeyi, yüksek istihdam oranları ve güvenilir doğum kontrolüne erişiminin bir sonucu olarak öne çıkıyor. Bununla beraber kadınların doğurganlık kapasitesi 32 yaşından sonra kademeli olarak azalmaya başlıyor. Bu düşüşün temel nedeni ise doğrudan yaşa bağlı olarak oosit (yumurta hücresi) sayısının azalması ve oositlerin kalitesinin düşmesi. Yaş ilerledikçe oositlerde bölünme hataları artıyor böylece gebelik şansı azalabiliyor. Ayrıca sigara içme, çevresel faktörler, bazı tıbbi ve cerrahi müdahaleler de oosit kalitesini ve yumurtalık rezervini olumsuz etkileyebiliyor.

Doç. Dr. Miraç Özalp

Doç. Dr. Miraç Özalp

İleri yaş gebeliklerde anne kadar bebekte risk altında

İleri anne yaşının, sadece doğurganlık üzerinde değil, aynı zamanda gebelik sürecinin sağlığı üzerinde de önemli etkileri bulunduğuna dikkat çeken Liv Hospital Kadın Hastalıkları, Doğum ve Perinatoloji Uzmanı Doç. Dr. Miraç Özalp, maternal yaşın artmasıyla başta hipertansiyon ve diyabet olmak üzere kanser, obezite, kardiyovasküler, renal ve otoimmün hastalıklar gibi tıbbi durumların sıklığının artabileceğini belirtti. Özalp’e göre erken gebelik kaybı, ektopik gebelik, çoğul gebelik, plasental problemler ve artmış sezaryen oranları da bu yaş grubu gebelerde daha sık karşılaşılan problemler arasında yer alıyor. İleri yaş gebelikler, aynı zamanda anne kadar bebekler için de bazı problemlerin gelişme riskini artırıyor. Down sendromu gibi kromozomal anomaliler, yapısal malformasyonlar, düşük doğum ağırlığı, erken doğum ve ölü doğum riski anne yaşının artmasıyla birlikte daha sık karşılaşılan problemlerin başlıcaları arasında yer alıyor. İleri anne yaşı ve buna bağlı gelişme ihtimali artan problemler, bu dönemki gebelikleri, yüksek riskli gebelik sınıfına sokabiliyor.

Erken tarama testleri hayati öneme sahip

Hal böyle olunca bu yaş grubundaki kadınların sağlıklı bir gebelik süreci geçirebilmeleri açısından, gebelik öncesi dönemde bir perinatoloji veya kadın doğum uzmanından danışmanlık almaları, uygun bir vücut kitle indeksine sahip olmaları, sigara ve alkolden uzak durmaları ve folik asit takviyesi almaları oldukça önem kazanıyor. Gebelik elde edilince, fetal kromozomal ve genetik hastalıkların taranmasının ve tanınmasında kullanılan testler ve işlemler hakkında gebelerin bilgilendirilmesinin gerektiği vurgulayan Özalp şu noktaların altını çizdi: “Bebeğin sağlık durumu ve gelişebilecek yapısal problemlerin tespiti açısından, 11-14 hafta ve 18-23 hafta arasında ultrason taramalarının bir perinatoloji uzmanı tarafından yapılması oldukça önemlidir. Bu yaş grubundaki gebeler, artmış preeklampsi riski nedeniyle düşük doz aspirin profilaksisi ve artmış venöz tromboemboli riski nedeniyle düşük molekül ağırlıklı heparin profilaksisi açısından dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir. Aynı zamanda 24-28.haftalarda yapılan gestasyonel diyabet taraması, ek risk faktörlerinin bulunduğu hastalarda daha erken bir dönemde yapılabilir. Sağlıklı bir gebelik için doğru önlemler alındığında, ileri yaşta gebeliklerin başarılı bir şekilde tamamlanması mümkün. Bunun içinse uzman görüşü ve erken tarama testleri, anne ve bebek sağlığı açısından kritik öneme sahiptir.”

Sağlıklı yeni yıl sofraları

Genellikle yeni bir yılı karşılarken, iştah açıcı sofralarda sevdiklerimizle bir araya gelmek, bir araya gelmişken de lezzetli yemeklerle kendimizi şımartmak isteriz. Yılbaşı gecesi masada geçirilen sürenin uzamasıyla bazı sindirim problemlerinin de ortaya çıkabileceğini hatırlatan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek, “Yılbaşı sofralarından bir anda kalkılmıyor, uzayan bir ziyafet süreci oluyor. Dolayısıyla besinleri iyi çiğneyerek yavaş tüketmek, bu süreyi daha iyi kullanmanızı sağlayarak sindiriminizi kolaylaştırır” dedi.

Herhangi bir sindirim sorunu yaşamadan, tüm geceyi keyifle geçirebilmek için hem sağlıklı hem de lezzetli menülerin imkânsız olmadığının altını çizen Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek, “Yeni yıl masasında ana yemek olarak ızgara veya fırın yöntemleriyle pişirilmiş hindi, tavuk, et ve balık düşünülebilir. Etin yanında garnitür olarak yine fırınlanmış rengarenk sebzelerle yemeğinizi zenginleştirilebilirsiniz. Ancak pilav, makarna veya börek gibi tahıllı ve unlu seçenekleri düşük porsiyonlarda tutmak önemli. Menüde illaki börek olacaksa; sebzeli ve fırında pişirilmiş olması nispeten iyi bir tercih” şeklinde konuştu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek

Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek

Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek, yılbaşı gecesi için 9 beslenme önerisinde bulundu:

  1. Meyvenizi gün içinde 1-2 adet tüketmiş olun. Yemekten sonraya ve özellikle geç saatlere bırakmayın.
  2. Yemeğe başlamadan yarım saat önce 2-3 çatal ev yapımı lahana turşusu veya 1 bardak suyun içine ev yapımı elma sirkesinden 1 yemek kaşığı karıştırılarak tüketilebilir. Bu sayede mide asidi dengelenir ve vücut sindirime hazır hale gelir.
  3. Yemeğe bir sebze çorbasıyla başlamak, ardından gelecek yemekleri daha yavaş tüketmenize yardımcı olur.
  4. Sindirim sistemine çok faydalı olan salatalar; kırmızı pancar, avokado ve turşuyla zenginleştirilebilir. Sebzelerin dışında nohut, fasulye ve yeşil mercimek ile de salata çeşitleri hazırlanabilir. En önemlisi sızma zeytinyağı, sirke ve limonu eksik etmemektir.
  5. Salatalarınızı, humus veya piyaz gibi bakliyatlarla yapılmış soğuk mezelerle de destekleyebilirsiniz. Ancak mayonezden uzak durarak sarımsaklı ve baharatlı süzme yoğurt ile karışımlar elde etmeye dikkat edin.
  6. İçecek olarak asitli ve şekerli içecekler önermiyoruz bunların yerine sade soda veya taze sıkılmış meyve suları tercih edebilirsiniz. Yemek esnasında sıvı alımı sindirimi güçleştirebileceği için alınan miktarlara da dikkat edilmeli.
  7. Antioksidanı bol olan bal kabağının az şekerli, tahinli ve cevizli olarak tatlısını yapabilirsiniz. Başka bir alternatif olarak da cennet / Trabzon hurmasıyla ceviz, yulaf ezmesi ve çok az da fıstık ezmesi veya tahini robottan geçirerek sağlıklı bir tatlı elde edebilirsiniz.
  8. İlerleyen saatlerde kuru yemiş, çay veya kahve oyalayıcı olabilir. Kuru yemiş olarak çiğ ceviz, fındık, badem, kabak çekirdeği içi en iyi seçenekler. Ek olarak lif bakımından zengin olan kestane, bağırsaklar ve kalp sağlığı için oldukça faydalı. Ancak her ne kadar sağlıklı atıştırmalıklar olsalar da 1 küçük kâseyi aşmamak önemli.
  9. Hem alınan kaloriyi yükselten hem de sindirim sistemini zorlayacak yağda kızartılmış, aşırı şekerli veya beyaz un içeriği yüksek olan yiyeceklerden kaçınılmalı.

Yeni yıl gecesi kabusa dönmesin!

Yılbaşı akşamları insanların sevdiği dostlarıyla birlikte olduğu, yemek ve alkol konusunda sınırlarını zorladığı anların başında gelir. Ancak yediğimiz yemek ve içeceğimiz içecekler konusunda yaptığımız tercihler eğlenceli başlayan akşamlarımızı kabusa çevirebilir. Yılbaşı akşamı beslenme konusunda ve içecek konusunda nelere dikkat etmemiz gerekenleri Liv Hospital Beslenme ve Diyetetik Uzmanı Diyetisyen Safiye Keskin anlattı.

Yılbaşı, sevdiklerimizle bir araya gelip mutlu anlar paylaşacağımız özel bir dönemdir. Ancak yılbaşı sofraları genellikle zengin, yağlı ve kalorisi yüksek yemeklerle doludur. Bu durum, özellikle kalp sağlığına dikkat etmesi gereken bireyler için risk oluşturabilir. Yılbaşı kutlamalarında aşırı yemek tüketimi, sağlıksız yiyecekler ve alkol kalp krizine zemin hazırlayabilir. Yılbaşında yediklerinizin kalp sağlığınıza zarar vermemesi için dikkat etmeniz gereken bazı önemli noktalar:

Diyetisyen Safiye Keskin

Diyetisyen Safiye Keskin

1-Yılbaşı yemeklerinde ağırlıklı olarak sağlıklı olanları tercih edin

Yılbaşı sofraları; et, tavuk, balık, mezeler, hamur işleri, tatlılar ve içeceklerle dolu olabilir. Ancak bu yemeklerin çoğu yüksek kalorili, doymuş yağ ve tuz açısından zengindir. Bu da kalp sağlığını olumsuz etkileyerek, özellikle yüksek tuz alımı, kan basıncını artırarak kalp krizi riskini yükseltmektedir. Bunun yerine, yılbaşı menüsünde sağlıklı alternatifler bulundurmak çok önemlidir.

Izgara ve fırınlanmış etleri tercih edin: Kızartmalar yerine, et ve tavukları ızgarada veya fırında pişirmeyi tercih edin. Bu daha az yağ tüketmenizi sağlar.

Zeytinyağlı sebze yemeklerine ve mezelere yönelin: Zeytinyağı omega-9 açısından zengin olup kalp dostu bir yağdır. Sebzeleri zeytinyağı ile pişirmek, hem sağlıklı hem de lezzetli bir alternatiftir.

Balık tüketimine özen gösterin: Omega-3 yağ asitleri bakımından zengin olan balıklar, kalp sağlığını korur. Yılbaşı menüsüne mutlaka balık eklemeyi unutmayın ve yanında mevsim sebzeleriyle sofranızı renklendirmeyi ihmal etmeyin.

  1. Porsiyon Kontrolüne Dikkat Edin

Yılbaşı sofralarındaki fazla yemek ve atıştırmalıklar kalori alımını hızla artırmaktadır. Aşırı yemek tüketmek kan şekeri seviyelerini yükseltebilir, bu da kalp krizi riskini artırabilir.
Porsiyon kontrolü yapmak, aşırı kalori alımını engellemenin en etkili yollarından biridir.

Küçük tabaklar kullanın: Yılbaşı yemeklerinde büyük porsiyonlar yerine, küçük tabaklarda yemek yemeyi tercih edin. Böylece daha az kalori almış olursunuz.

Yavaş yiyin ve iyi çiğneyin: Yavaş yemek doygunluk hissinizi artırır, aşırı yemenin önüne geçer ve daha az yemek tüketmenizi sağlar.

  1. Tuz ve Şeker Tüketimine Dikkat Edin

Yılbaşı yemeklerinde sıklıkla tuzlu mezeler, hazır gıdalar ve şekerli tatlılar bulunur. Ancak, fazla tuz ve şeker tüketimi, kalp sağlığını olumsuz etkileyerek olası bir kalp krizini tetikleyebilir.

 Tuz alımını sınırlayın: Yüksek tuz alımı, kan basıncını artırarak kalp hastalıkları riskini yükseltir. Yılbaşı menünüzde tuzlu yiyecekleri sınırlayın ve yemeklerinizi baharatlarla tatlandırmayı deneyin. Yine tuz içeriğinden zengin olan kuruyemiş gibi atıştırmalıkları kavrulmuş yerine çiğ olarak ve porsiyon kontrolünde tüketin.

 Şekerli tatlıları sınırlayın: Yılbaşı tatlıları genellikle yüksek miktarda şeker içerir. Şeker, vücutta iltihaplanmaya yol açarak damar sağlığını bozabilir. Şeker yerine meyve ve sütlü tatlıları porsiyon ölçülerine göre tercih etmek iyi bir alternatiftir.

  1. Alkolü Ölçülü Tüketin

Yılbaşı kutlamalarının vazgeçilmezi olan alkollü içecekler aşırı tüketildiğinde kalp sağlığını tehdit edebilir. Alkol, kan basıncını yükseltebilir, kalp ritmini bozabilir ve aşırı tüketildiğinde kalp krizi riskini artırabilir. Özellikle alkolün enerji içecekleriyle tüketimi kalp krizi riskini artırmaktadır.

Alkol tüketimini sınırlayın: Eğer alkol almayı tercih ediyorsanız, sınırlı miktarda tüketmeye özen gösterin. Bir iki kadeh şarap veya duble rakı sosyal ortamda keyif almanızı sağlasa da, aşırıya kaçmamaya dikkat edin.

Su içmeyi unutmayın: Alkol tüketirken, arada su içmek hem alkolün etkilerini hafifletir hem de vücudunuzun susuz kalmasını engeller.

  1. Yılbaşı Sonrası Dengeleyin

Yılbaşı akşamı, fazla yemek ve alkol alımı nedeniyle metabolizmanız yavaşlayabilir. Ancak, yediğiniz ağır yemekleri sindirmek ve kalori alımını dengelemek için fiziksel aktivite önemlidir.

Yavaş yürüyüş yapın: Yılbaşı akşamı fazla yemek yediyseniz ertesi günü düşük-orta tempolu bir yürüyüş yapmak veya hafif egzersizler yapmak sindiriminizi hızlandırır ve kalori yakımına yardımcı olur.

Bol Su İçin: Dehidratasyonu ve oluşabilecek ödemi önlemek için bol su içmek büyük fayda sağlar.

Unutmayın, yılbaşı yalnızca bir gece değil, sağlıklı bir yaşam sürmek için iyi bir başlangıç olabilir!

Yeni yıla sağlıklı beslenerek başlayın

Yılbaşına sayılı günler kaldı. Yeni bir yılın coşkusuyla sıcak arkadaş ortamlarında ya da aile fertleriyle birlikte olunacak renkli sofralar için hazırlıklar başladı. Ancak yılbaşı kutlamalarında bol bol tüketilen kızartmalar, kuruyemişler, cipsler ve içeceklerle birlikte bir akşamda yaklaşık 6000 kalori alımı olduğunu biliyor muydunuz? Bu 1 insanın günde ortalama alması gereken kalori miktarının yaklaşık 3 katına denk geliyor. Peki bu sofralarda nelere dikkat edersek kalori alımımızı dengeleyerek, keyifli bir akşam yemeği geçirebiliriz? Memorial Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Elif Merve Erdoğan, yılbaşı gecesi sağlıklı beslenme ile ilgili önemli bilgiler verdi.

Dyt. Elif Merve Erdoğan

Dyt. Elif Merve Erdoğan

Sağlıklı bir kahvaltı ile başladığınız günü hareketli geçirin

-Haşlanmış yumurta

-Peynir, zeytin

-Bolca mevsim yeşillikleri

-Tam tahıllı ekmeğimizin bulunduğu güzel bir kahvaltı tabağımızla güne başlayıp, gün içerisinde mümkün olduğunca fiziksel aktivitemizi artırmak; hatta yapabiliyorsak 1 saat tempolu yürümek, bol su tüketmek faydalı olacaktır.

Az yağlı yemekler tercih edin

  • Kremasız bir çorba
  • Büyük bir kase salata
  • Hindi, tavuk, balık veya kırmızı et (pişirme yöntemi olarak kızartmak yerine buğulama, ızgara veya fırını tercih edelim)
  • Yoğurtlu mezeler
  • Meyveler ve ızgara sebzeler gibi örnek bir masa oluşturabiliriz.

Peki Nelere Dikkat Edelim?

  • Sevdiğiniz lezzetlerden 1’er kaşık şeklinde küçük porsiyonlar halinde tabağınıza alarak tüketin.
  • Yemek öncesinde 1 kase çorbayla başlayın.
  • Sofraya çok aç oturmayın.
  • Yemekleri sohbet eşliğinde, bolca çiğneyerek yavaşça tüketin.
  • Bolca salata ve lif içeren gıdalardan tükettiğinize emin olun.
  • Yoğurtlu kabak, havuç tarator, közlenmiş biber, kereviz gibi sebze ve yoğurt içeren mezelere öncelik verin.
  • Her halükarda bolca karbonhidrat alacağınız bu günde pilav veya makarna tercih etmemeye çalışın.

En önemlisi de bolca keyif almaya özen gösterin. Unutmayalım ki sevdiklerimizle yapılan aktiviteler paha biçilemezdir. Bir günde yediğiniz hiçbir besin sizi sağlıksız yapmaz, alışkanlıklarınız ve rutinleriniz aynaya ve bedeninize yansıyacak olandır. Ertesi gün açlık durumunuza göre kahvaltı yapabilir veya brunch şeklinde öğle saatlerine erteleyebilirsiniz. 1 saatlik bir yürüyüş ve bolca su tüketmeye özen gösterin. Akşam yemeğine sebze ve yoğurt ile veya çorba da ekleyerek bitirebilirsiniz.

Yeni yıl, temiz bir sayfa için fırsat!

İnsanların belli dönemleri birer dönüm noktası olarak görmeye yatkın olduğunu belirten Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, araştırmalara göre insanların yeni bir haftanın, ayın ya da yılın başlangıcını, değişim ve gelişim için ideal bir zaman olarak algıladığını söyledi.

Yeni yılda alınan kararların sürdürülebilir olması için hedeflerin doğru belirlenmesi gerektiğine vurgu yapan Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Hedefe giden yolda motivasyonu yıl boyunca yüksek tutmak için de hedefleriniz görünür olmalı, kendinizi ödüllendirmeli, anı kutlamalı ve esnek olmalısınız.” dedi. Realist olmak gerektiğini de hatırlatan Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Aynı anda birden fazla hedef belirlemek cazip olabilir, ancak çok yüklenmek tükenmişliğe neden olur. Önceliklerinizi belirleyin ve kademeli ilerleyin.” şeklinde konuştu.

Üsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezi Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, yeni yılda yeni kararlar almak isteyenlere, kararlılıklarını sürdürebilmeleri ve motivasyonlarını koruyabilmeleri için önerilerde bulundu.

Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir

Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir

Yeni yılda etkili ve sürdürülebilir kararlar almak mümkün!

Yeni yılın, yeni bir başlangıcın şifresi olduğunu dile getiren Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Takvim yapraklarının yenilenmesi, bizlere de yenilenme fırsatı sunulduğu hissini uyandırır.” dedi.

Psikoloji biliminin, bu ‘temiz sayfa etkisi’ni açıklarken, insanların belli dönemleri birer dönüm noktası olarak görmeye yatkın olduğunu belirttiğini aktaran Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Araştırmalar, yeni bir haftanın, ayın ya da yılın başlangıcını, değişim ve gelişim için ideal bir zemin olarak algıladığımızı gösteriyor. Ancak çoğu zaman yeni yıl kararları çok çabuk unutulur. Alınan kararların sadece yüzde 8’inin gerçekleştirildiği çalışma sonuçlarında karşımıza çıkıyor. Peki, etkili ve sürdürülebilir kararlar almak mümkün mü? Elbette!” şeklinde konuştu.

S.M.A.R.T hedefler belirleyin…

Yeni yılda daha bilinçli kararlar almak için atılabilecek adımlardan bahseden Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, şunları söyledi:

“Hedeflerinizi özel (Specific), ölçülebilir (Measurable), ulaşılabilir (Achievable), ilgili (Relevant) ve zamana bağlı (Time-bound) olacak şekilde planlayın. Örneğin, ‘sağlıklı yaşam’ yerine ‘haftada 3 kez 30 dakikalık yürüyüş yapacağım’ gibi somut hedefler koyun. Değişim, küçük adımlarla başlar. Büyük değişimler yerine günlük rutinleri değiştirin. Her gün bir şeyi yüzde 1 daha iyi yapmaya çalışın. Hedeflerinizi bir dostunuzla paylaşın ya da sizi destekleyecek bir topluluğun parçası olun. Bu motivasyonu güçlendirir. Karşılaşabileceğiniz engelleri önceden düşünün. ‘Bu ay diyeti bozmamam için neler yapabilirim?’ gibi sorularla, olası zorluklara çözüm geliştirin.”

Hedeflerinizi görünür tutun, kendinizi ödüllendirin…

Motivasyonu yıl boyunca yüksek tutmak için hedefleri görünür kılmanın önemli olduğunu vurgulayan Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Yazı tahtasına, ajandanıza ya da telefon ekranına hedeflerinizi yazın. Görünür olması, gündelik hayatta hatırlamanızı kolaylaştırır.” dedi.

Kendini ödüllendirmek, anı kutlamak ve esnek olmanın da motivasyonu yüksek tutmada etkili yöntemler olduğunu dile getiren Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Ulaştığınız her küçük hedef sonrasında kendinize bir ödül verin. Örneğin, sevdiğiniz bir filmi izlemek ya da kendinize küçük bir hediye almak gibi. Geçmişte yaptıklarınızı hatırlayarak kendinizi motive edin. ‘Geçen yıl ne başarılar elde ettim?’ sorusuyla, ilerlemenin mümkün olduğunu kendinize hatırlatın. Beklenmedik durumlar planlarınızı bozabilir. Ancak bu tamamen vazgeçmek anlamına gelmez. Hedeflerinizi güncellemekten ya da yeniden başlamaktan korkmayın.’ önerisinde bulundu.

Aynı anda birden fazla hedef belirlemek tükenmişliğe neden olabilir!

Zihinsel ve fiziksel sağlığın birbiriyle bağlı olduğuna dikkat çeken Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Meditasyon, yoga ve nefes egzersizleri gibi teknikler hem stresi azaltabilir hem de fiziksel olarak rahatlık sağlayabilir. Beden ve zihin sağlığını beraber desteklemek önemlidir.” dedi.

Aynı zamanda realist olmanın hayal kırıklıklarının önüne geçeceğini de hatırlatan Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, sözlerini şöyle tamamladı:

“Aynı anda birden fazla hedef belirlemek cazip olabilir, ancak çok yüklenmek tükenmişliğe neden olur. Önceliklerinizi belirleyin ve kademeli ilerleyin. Yeni yıl, değişim için bir davettir. Ancak bu daveti gerçekleştirmek sizin elinizde. Kendi potansiyelinize inanın ve bu yılı kendinizin en iyi versiyonuna ulaşmak için bir fırsat olarak görün. Unutmayın, büyük değişimler, küçük adımlarla başlar.”