Yazılar

Eko-kaygıya dikkat

İklim değişikliği yalnızca buzulların erimesine, sıcaklıkların artmasına ya da kuraklıkların yaşanmasına neden olmuyor; aynı zamanda iç dünyamızı da sessizce değiştiriyor. Yaşadığımız kaygılar, belirsizlikler ve geleceğe dair umut kaybı, bu krizin ruh sağlığımıza bıraktığı görünmeyen izleri oluyor. Aşırı sıcaklar, kuraklıklar, su sıkıntısı, orman yangınları ve seller gibi olaylar her geçen gün daha sık yaşanıyor ve bunların insan yaşamını nasıl etkilediğine dair haberler sürekli gündemde yerini alıyor. Bu olayların sadece çevresel değil, aynı zamanda sağlık ve ruh sağlığı üzerindeki etkileri de gitgide daha görünür hale geliyor.

Psikolojik dayanıklılık bu konuda önem arz ediyor. “Psikolojik dayanıklılık, geliştirilebilir bir kapasitedir ve bu süreçte atılabilecek adımlar, hem bireyin içsel gücünü artırabilir hem de toplumsal dayanışmayı besleyebilir” diyen Memorial Antalya Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uzm. Dr. Fatma Arkaz, gelecek kaygısı konusunda atılması gereken adımlardan bahsetti.

Dr. Fatma Arkaz

Dr. Fatma Arkaz

İklim değişikliği ruh sağlığını olumsuz etkiliyor

İklim değişikliği; insan kaynaklı faaliyetlerin, küresel atmosferin bileşimini doğrudan ya da dolaylı biçimde etkilemesi sonucunda ortaya çıkan uzun vadeli iklimsel farklılaşmalar olarak tanımlanmaktadır. İklim değişikliği, beklenenden çok daha hızlı bir şekilde meydana gelmekte ve bu hız onu bir iklim krizi haline getirmektedir. İnsanlık için varoluşsal bir tehdit oluşturan bu kriz, sağlık tehlikelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İklim değişikliğinin zihinsel ve duygusal dünyamızı da etkilediğini anlamaya başladıkça, bu etkilere isim verebilmek için yeni kavramlar gelişiyor. Örneğin, “ekolojik yas” ve “eko-kaygı”, insanların iklim değişikliğiyle birlikte hissettiği kayıp ve endişeleri tanımlamak için kullanılan yeni terimlerdir.

Toplum olarak desteğe ihtiyaç var

Eko-kaygı, aslında iklim krizine verilen doğal ve insani bir tepkidir. Ancak zamanla bu kaygı, bireylerin toplum ve gelecek hakkındaki umutlarını sarsabilir; yerini öfke, umutsuzluk ya da çaresizlik gibi duygular alabilir. Artan sıcaklıklar, zaten var olan ruhsal sorunları daha da ağırlaştırabilirken; aşırı hava olayları ve doğal afetler, insanların yaşadığı travmaların sayısını da artırıyor. Bu durum, toplum genelinde ruh sağlığı alanında daha fazla desteğe ihtiyaç duyulacağını açıkça ortaya koyuyor.

Umutsuzluğa sürüklüyor…

İklim krizine karşı yürütülen mücadele yalnızca doğayı korumakla sınırlı olmamalı, insanın iç dünyasını da onarmayı hedeflemelidir. Çünkü bu kriz, sadece ekosistemleri değil; kişilerin umutlarını, güven duygusunu ve geleceğe dair hayalleri de sarsmaktadır. Bu yüzden çözüm arayışları, bireysel çabaların ötesine geçip toplumsal bir dayanışma ve ruhsal iyileşme sürecine dönüşmelidir. Doğayla kurulan bağ güçlendikçe, sadece ağaçlar değil; içimizdeki denge ve huzur da yeniden filizlenebilir.

Bilinçlenerek güçlenmek mümkün!

Ruh sağlığını korumak ve güçlendirmek için doğayla ve toplumla yeniden bağ kurmalı, bilinçli tercihler yapmalı ve dayanışma içinde olunmalıdır. Çünkü iklim krizi, sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik bir müdahale alanıdır.

Ruh sağlığını olumlu yönde etkilemek için şunlara dikkat edin;

  • Doğayla yeniden bağ kurun: Doğa, insan psikolojisi için güçlü bir iyileştirici kaynak olabilir. Parkta yürüyüş yapmak, toprağa dokunmak ya da sadece bir ağacın altında oturmak bile stres seviyesini azaltabilir. Bu tür deneyimler, bireyin doğayla olan bağını güçlendirerek yalnızlık hissini hafifletir ve aidiyet duygusunu besler.
  • Çevre dostu yaşam tarzını benimseyin: Günlük yaşam alışkanlıklarımızı değiştirmek, hem çevresel etkileri azaltır hem de bireyin psikolojik iyilik halini destekler. Daha az tüketmek, atık üretimini azaltmak, geri dönüşüme önem vermek, yürümeyi ya da bisikleti tercih etmek gibi adımlar, bireye sorumluluk duygusu ve tatmin hissi kazandırır. Küçük de olsa bir katkı sağladığını bilmek, çaresizlik hissinin önüne geçer ve içsel bir güçlenme sağlar.
  • Duygularla sağlıklı şekilde başa çıkmayı öğrenin: Eko-kaygı ya da çevresel belirsizlik karşısında hissettiğimiz stres ve korkular, bastırılmak yerine tanınmalı ve sağlıklı yollarla ifade edilmelidir. Farkındalık (mindfulness), nefes egzersizleri, sanatla uğraşmak, yazı yazmak veya profesyonel psikolojik destek almak, duygusal dengeyi korumaya yardımcı olabilir. Duygularla baş etmek, eyleme geçmenin ve umut üretmenin ilk adımıdır.

Şikayetleri geçtiğinde tedaviyi asla bırakmayın!

Burun akıntısı, sık sık hapşırmak, gözlerde kızarıklık ve kaşıntı… İlkbaharın gelmesiyle birlikte canlanan doğa hepimizi mutlu ediyor, ancak bir de polenler olmasa! Üstelik son yıllarda önemli bir artışın yaşandığı alerjik hastalıklardan çocuklar daha fazla etkileniyor. Bahar alerjisinin en önemli sebebi olan polenlerin  etkisiyle deride, gözlerde, burunda, boğazda  ve  akciğerlerde  ortaya  çıkan hastalıkların tümü “bahar alerjisi” olarak adlandırılıyor.  Polenler  dışında ev tozu akarları, küf mantarları  ve   hayvan tüyleri  de  bu  dönemde  ortaya  çıkan  alerjilere  yol açan diğer etkenleri oluşturuyor. Acıbadem International Hastanesi Çocuk Alerjisi Uzmanı Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya, bahar alerjisinin çocukların yaşam kalitesini  ciddi boyutlarda etkileyebildiğine dikkat çekerek, “Uyku kalitesinde  bozulma, dikkat dağınıklığı, okul başarısında düşme, huzursuzluk, yorgunluk ve bu sorunlar nedeniyle okul ile derslerden geri kalmak, alerjik çocuklarda çok yaygın görülmektedir” diyor. Çocuk Alerjisi Uzmanı Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya, bu nedenle çocuklarda bahar alerjisinin tedavisinde zaman kaybetmemek gerektiğini belirterek, “Yaşam alışkanlıklarında alınacak olan önlemler ve medikal tedaviyle çocuklar yaşıtları gibi sosyal aktivitelere katılabilir ve okul hayatına kolaylıkla devam edebilirler” diyor.

Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya

Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya

Ülkemizde yaklaşık her 3 çocuktan biri alerjik!

Bahar alerjisi tüm dünyada ve ülkemizde çok yaygın görülüyor. Öyle ki çocukların yaklaşık yüzde 10-30’unda alerjik nezle, yüzde 8-12’sinde astım, yüzde 10-15’inde atopik dermatit ve yüzde 8-10’unda göz alerjisi mevcut. Ülkemizde her yıl en  az  100 bin çocuğa  alerjik hastalıklardan birinin tanısı konuluyor.  Bu hastalıkların birlikte  görülme  sıklığının yüzde 30 olduğu belirtiliyor. Bu rakam, ülkemizde yaklaşık her 3 çocuktan birinde alerjik bir hastalık olduğuna işaret ediyor.

Belirtiler etkilenen bölgeye göre değişiyor!

Bahar alerjisinin belirtileri vücudun etkilenen bölgesine göre farklılık gösteriyor. Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya, bahar alerjisinin sinyallerini, “Alerjik nezlede; burun akıntısı, sık sık hapşırmak, burun tıkanıklığı,  burun ve  boğaz  kaşıntısı; göz  alerjisinde gözlerde  kızarıklık, kaşınma,  sulanma ve ışıktan rahatsız olma; astımda hırıltı, uzun süreli öksürük, nefes  darlığı,  göğüste  sıkışma  hissi; atopik  dermatitte uzun  süren şiddetli  kaşıntı ve  kuruluk” olarak özetliyor.

Bahar alerjisine karşı 7 etkili önlem!

Çocuk Alerjisi Uzmanı Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya, çocuklarda bahar alerjisine karşı almanız gereken önlemleri şöyle özetliyor:

  • Polen mevsiminde, günün erken saatlerinde evinizin pencerelerini kapalı tutun.
  • Polenlerin en yoğun olduğu sabah 06:00 – 10:00 saatleri arasında ve rüzgarlı havalarda çocuğunuzu dışarı çıkarmayın.
  • Dışarı çıkarken polenlere doğrudan maruz kalmaması için çocuğunuza şapka ve güneş gözlüğü takın.
  • Eve gelince yüzünü ve ellerini mutlaka yıkayın.
  • Kıyafetlerini eve gelir gelmez çıkarın.
  • Kıyafetlerini, çarşaflarını ve havlularını yıkadıktan sonra dışarıda asla kurutmayın.
  • Evinizi sık sık Hepa filtresi olan vakumlu  bir  süpürgeyle temizleyin.

 Tedavi çocuğun yakınmalarına yönelik düzenleniyor

Bahar alerjisinde, zamanında doğru tanı konulması  ve doğru tedaviye başlanması büyük bir önem taşıyor. Çocuk Alerjisi Uzmanı Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya, bahar  alerjisinde yaşam alışkanlıklarında alınacak olan tedbirlerin  yanı sıra hastalığın  en çok  etkilediği  bölgeye özel  tedaviler  uygulandığına işaret ederek, “Göz  alerjilerinde göz  damlaları ve  antihistaminik ilaçlar;  burun  alerjilerinde kortikosteroid içeren   spreyler ve damlalar; astımda solunum  yoluyla  verilen ilaçlar ve  atopik  dermatitte deriden uygulanan ilaçlar faydalı olmaktadır” diyor.

“Çocuğum iyileşti” düşüncesiyle ilaçlarını bırakmayın!

Çocuk Alerjisi Uzmanı Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya, bahar alerjisinde tedavinin genellikle yıllarca sürdüğüne işaret ederek, “Tedavi  sürecinde  zaman  zaman  ilaçlar azaltılabilir veya ara verilmesine karar verilebilir. Tedavisi  uzun  süren hastalıklar olduğu için ilaçların ve  tedbirlerin ebeveynler tarafından aksatılmaması son derece önem taşımaktadır. Dolayısıyla çocukta belirtiler ortadan  kalkınca  ebeveynler ‘çocuğum iyileşti’ düşüncesiyle tedaviyi asla yarıda bırakmamalıdır. Bu  durumda  belirtilerin tekrar  ortaya  çıkması ve  her şeye  yeniden başlanması yaygın görülen bir sorundur” diye konuşuyor. 

Estetik cerrahiye ilgi hızla artıyor!

Instagram ve TikTok gibi sosyal medya platformları, günümüzde güzellik anlayışını köklü bir şekilde değiştirdi. Sürekli karşımıza çıkan filtreli fotoğraflar ve mükemmel görünümler, pek çok kişiyi, bu görüntüleri kendilerine hedef alarak estetik cerrahiye yöneltiyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Dr. Nihal Üstün “Artık pek çok kişi, fotoğraflarındaki düzenlemeleri gerçek hayatta da elde etmeyi istiyor. “Snapchat dismorfisi” adı verilen bu olgu, kişilerin düzenledikleri selfie’lerinden memnun kalıp, o görüntüyü gerçek hayatta da yakalamak istemelerini tanımlar. Ancak bu arzu, bazen imkansız görünen estetik standartlara ulaşma çabasına dönüşebiliyor ve telafisi çok zor hatta mümkün olamayan sorunlarla da karşılaşılabiliyor” diyor. Özellikle ünlüler ve influencerların, estetik işlemleri açıkça paylaşarak bu konuyu sosyal medyada aktif olan genç nesil başta olmak üzere pek çok kişi için daha cazip hale getirdiğini belirten Dr. Üstün, estetik cerrahinin artık sıradan bir uygulama gibi görüldüğünü, bunun sonucunda da bazı önemli hatalara çok sık düşülebildiğini söylüyor. Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Dr. Nihal Üstün, toplumumuzda estetik yaptırmak isteyenlerin en sık düştüğü 5 hatayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Nihal Üstün

Dr. Nihal Üstün

  • Cerrah seçimini sadece sosyal medya üzerinden yapmak

Sosyal medyanın, bir doktor hakkında fikir edinmek için kullanılabileceğini ancak karar vermek için yeterli olmadığını vurgulayan Dr. Nihal Üstün “Takipçi sayısı ya da estetik görseller, bir hekimin bilgi ve beceri düzeyini garanti etmez. Cerrahın tıp eğitimini, uzmanlık sürecini, deneyimini ve hasta memnuniyetini sorgulamak gerekir. Estetik cerrahi, ciddi bir tıbbi süreçtir ve doğru uzmanla çalışmak, hem güvenli hem de tatmin edici sonuçlara ulaşılmasını sağlar. Aksi taktirde yaşanacak sorunların telafisi çok zor olabilir hatta mümkün olmayabilir” diyor.

  • Filtreli fotoğraflara bakıp gerçek dışı bir görünüm beklemek

Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Dr. Nihal Üstün “Estetik yaptırma isteğiyle  başvuran hastalar zaman zaman filtreli, dijital olarak oynanmış fotoğraflarla geliyor. Ancak bu görsellerin çoğu, fiziksel olarak mümkün olmayan oranlar ve pürüzsüzlük içeriyor. Estetik cerrahi kişinin doğasına uygun iyileştirmeler yapabilir ama bir sosyal medya filtresi kadar yapay bir görüntü oluşturmak gerçekçi değildir” diyor. Dr. Üstün, gerçek beklentilerle yola çıkıldığında, daha başarılı ve doğal sonuçlara ulaşılabileceğinin vurguluyor. 

  • Olası riskleri ve komplikasyonları göz ardı etmek

Her estetik işlemin belirli riskler taşıdığını, bu gerçeği görmezden gelmenin doğru olmadığını vurgulayan Dr. Üstün şöyle konuşuyor: “Sosyal medyada sıkça, sadece güzel sonuçlar paylaşıldığı için bazı hastalar süreci olduğundan basit zannedebiliyor. Halbuki iyi bir cerrah, ameliyat kadar risklerini de açıkça anlatmalıdır. Yapılacak işlem ve olası komplikasyonları hakkında önceden doğru kaynaklardan detaylı bilgi sahibi olmak, güvenli bir karar süreci ve sağlıklı sonuçlara ulaşılmasını sağlar. Ancak ne yazık ki toplumumuzda bu konuda önemli eksiklikler var ve bazı kişiler kurdukları hayal doğrultusunda tüm imkansızlıkları ve olası olumsuzlukları göz ardı ederek ısrarcı davranabilmektedir.”

  • Sadece popüler olduğu için ameliyat olmak

Bazı estetik uygulamalar dönem dönem çok popülerleşebiliyor ancak popülariteden ziyade kişinin kendini tanıması ve ona göre hareket etmesi gerekiyor. Dr. Üstün “Her bireyin vücut yapısı, yaşam tarzı ve beklentisi farklıdır. Bu nedenle estetik cerrahiye sadece trend olduğu için karar vermek yerine, gerçekten kişinin kendisine uygun olup olmadığını konunun uzmanı ile değerlendirmesi gerekir. Bu sayede hem olumsuz sonuçların önüne geçilebilir hem de uzun vadede daha iyi sonuçlara ulaşılması sağlanır” diyor.

  • Ameliyat sonrası süreci hafife almak

Kimi hastaların ameliyat sonrası süreci önemsemediğini, bu nedenle bazı sorunlarla karşılaşıbildiğini belirten Dr. Nihal Üstün “Estetik ameliyat, ameliyat masasından kalktığınız anda bitmiş olmaz. Sonuçların oturması, iyileşmenin sağlıklı ilerlemesi ve komplikasyon risklerinin düşmesi için iyi bir bakım süreci gerekir. Bazı hastalar, bu süreci göz ardı ettiği için istenmeyen durumlarla karşılaşabiliyor. Doktorun önerdiği şekilde dinlenmek, bakım yapmak ve kontrolleri aksatmamak, işlemin başarısını doğrudan etkiler ve istenilen sonuca ulaşılmasını sağlar” diyor.

Vejetaryen beslenmede denge nasıl sağlanır!

Vejetaryen beslenmenin dikkatli uygulanması gerektiğini belirten uzmanlar, yanlış planlandığında ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğini söylüyor.

Özellikle B12 vitamini, protein ve omega-3 eksikliklerinin sinir sistemi ve genel sağlık üzerinde olumsuz etkiler yaratabileceğini vurgulayan Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Dengeli ve yeterli bir planla, bu tarz beslenme kronik hastalıkların bazı risk faktörlerini yönetmeye yardımcı olabilir.” dedi. Çocuklar, yaşlılar, sporcular ve kronik hastalığı olan bireyler için bu diyetin potansiyel riskler barındırdığını aktaran Yiğit, vejetaryen beslenmeye geçişin ise kademeli ve bilinçli şekilde yapılması gerektiğinin altı çizildi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, vejetaryen beslenmenin yanlış planlandığında oluşturabileceği riskleri açıkladı ve vejetaryen beslenenlerin dikkat etmesi gereken noktalara değindi.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit

Yanlış planlanmış bir diyet sağlık açısından tehlike yaratabilir!

Vejetaryen beslenmenin, bitkisel besinlerin ön planda olduğu ve hayvansal besinlerin tamamen ya da kısmen diyetten çıkarıldığı, farklı türleri olan bir beslenme tarzı olduğunu hatırlatan Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Lakto-vejetaryenler sadece süt ürünlerini, ovo-vejetaryenler ise yalnızca yumurtayı tüketir. Lakto-ovo vejetaryenler hem süt ürünlerini hem de yumurtayı dahil ederken, veganlar hayvansal hiçbir ürünü tüketmezler.” dedi.

Bu diyetin, doğru planlanmadığında protein, demir, çinko, B12 vitamini ve omega-3 yağ asitleri gibi hayvansal besinlerden sağlanan temel besin ögelerinde eksikliklere yol açabileceğine dikkat çeken Yiğit, “Özellikle B12 vitamini eksikliği, sinir sistemi üzerinde ciddi sorunlara neden olabilir ve takviye alımını zorunlu kılabilir. Ancak dengeli ve yeterli bir planla, bu tarz beslenme kronik hastalıkların bazı risk faktörlerini yönetmeye yardımcı olabilir. Lif içeriği sayesinde sindirim sistemine katkıda bulunarak kilo kontrolünü destekleyebilir. Bu faydalar, diyetteki çeşitliliğe ve besin öğelerinin dengeli alınmasına bağlıdır. Yanlış planlanmış bir diyet sağlık açısından tehlike yaratabilir.” uyarısında bulundu.

Çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalar için potansiyel riskler barındırabilir!

Vejetaryen diyetin oluşturulmasında, özellikle protein ihtiyacının karşılanmasının büyük önem taşıdığının altını çizen Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Bitkisel sütler kalsiyum ve bazı mineraller açısından zengin olsa da, protein gereksinimini tam anlamıyla karşılayamaz. Baklagiller, kinoa, chia tohumu gibi protein kaynaklarının dengeli bir şekilde tüketilmesi gereklidir. Sporcular için ise bu beslenme tarzı, protein ve mineral ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalabilir, bu yüzden dikkatle planlanmalı ve gerekli durumlarda ek takviyeler düşünülmelidir.” dedi.

Gelişim çağındaki çocukların, yaşlı bireyler ve kronik hastalığı olanlar gibi hassas gruplar için ise potansiyel riskler barındırabildiğini vurgulayan Yiğit, “Bu grupların ihtiyaç duyduğu besinlerin eksikliği, sağlık problemleri yaratabilir, bu yüzden uzman kontrolünde değerlendirilmelidir. Eksiklikler, takviyelerle veya farklı besin kaynaklarıyla giderilebilir.” şeklinde konuştu.

Vejetaryenliğe geçiş uzman kontrolünde yapılmalı!

Vejetaryen beslenmeye geçiş yapmak isteyen bireylerin adım adım ilerlemelerinin daha sağlıklı olacağını ifade eden Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, sözlerini şöyle tamamladı:

“Et tüketimini birden bırakmak yerine, önce haftada birkaç gün bitkisel besinlere ağırlık verilerek başlanabilir. Ayrıca, protein ve diğer mikro besinlerin dengeli alımını sağlamak için bir diyetisyenle kişiye özel bir plan oluşturulmalı ve takviye gereksinimi olup olmadığı uzman tarafından değerlendirilmelidir. Her bireyin beslenme ihtiyaçları farklıdır. Bu nedenle dengeli ve sağlıklı bir plan, bireyin yaşına, sağlık durumuna ve özel gereksinimlerine göre şekillendirilmelidir.”

Yeni nesil hibrit sistemi

Hyundai Motor Grubu, yeni nesil hibrit güç aktarma sistemini tanıtarak güç ve verimlilikte sektörde yeni bir standart belirliyor.

Yeni nesil sistemde yer alan çift entegre motorlu şanzıman, farklı içten yanmalı motorlarla uyumlu şekilde çalışabiliyor. Bu yapı, performans, yakıt verimliliği ve sürüş konforunu araç sınıflarına göre optimize edebilme imkânı tanıyor.

Yeni geliştirilen şanzımanda yer alan P1 motoru, ilk hareket, batarya şarjı ve sürüş destek görevlerini üstlenirken; P2 motoru ise sürüş gücü ve rejeneratif frenleme işlevlerini gerçekleştiriyor. Bu çift motorlu yapı, güç, performans ve verimliliği artırırken sessiz ve sarsıntısız bir sürüş deneyimi sağlıyor. Yeni hibrit sistem, Hyundai’nin E-GMP platformuyla kazandığı motor ve batarya yönetimi deneyimini de barındırıyor. Ayrıca, Stay Mode, V2L (Araçtan Cihaza Enerji Aktarımı) ve Akıllı Rejeneratif Frenleme gibi elektrikli araçlarda sunulan konfor özellikleri hibrit modellere de taşınıyor.

Baharda uçuşan polenler kabusunuz olmasın!

Bahar aylarında doğanın yenilenmesi insanın içini açarken, alerjik bünyeye sahip çocuklar ve yetişkinler içinse kabusa dönüşebiliyor. Zira havada yoğun şekilde uçuşan polenler gözlerde kaşıntı ve sulanma, burun tıkanıklığı, art arda hapşırık ve öksürük gibi alerjik reaksiyonları tetikleyerek yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürüyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kulak, Burun ve Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Artunç Kaan Turanoğlu “Doğanın adeta uykudan uyandığı bahar aylarında özellikle polenler yaygın olarak dolaşmaya başlıyor ve rüzgarlar yoluyla çok uzak mesafelere kolaylıkla taşınıp evlerimizin içine kadar giriyor, kıyafetlerimize yapışıyor. Bu nedenle özellikle Mart ile Haziran ayları arasında alerjik şikayetler yoğunlaşarak çoğu kişi için kabusa dönüşebiliyor” diyor. Alerjik hastalıkların son yıllarda gerek çocuklarda gerekse yetişkinlerde hızla yaygınlaştığını belirten Dr. Turanoğlu, tedavide en etkili yolun, alerjiye neden olan etkenlerden korunmak olduğunu vurguluyor. KBB Uzmanı Dr. Artunç Kaan Turanoğlu polen alerjisine karşı 7 etkili önlemi sıraladı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Parfümler, deterjan kokuları, kimyasallar, hava kirliliği… Bu ve benzeri etkenler alerjik bünyeye sahip kişilerde art arda çok sayıda hapşırma, gözlerde sulanma ve kızarma, burun tıkanıklığı ve öksürük gibi şikayetlere yol açarak yaşam kalitesini büyük ölçüde düşürüyor. Bir de polenler gibi doğanın kendini yenilemesinden kaynaklanan etkenler var ki, özellikle bahar aylarını bu kişiler için tam anlamıyla kabusa dönüştürebiliyor! Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kulak, Burun ve Boğaz (KBB) Hastalıkları Uzmanı Dr. Artunç Kaan Turanoğlu “Bahar aylarında pek çok kişi açık havada zaman geçirmeyi tercih ettiğinden, atmosferde yoğunlaşan ağaç ve çayır çimen polenlerinden kaçınmak çok mümkün olmuyor. Hal böyle olunca alerjik bünyeye sahip kişiler çoğunlukla alerjinin burunda yol açtığı etkilerle, burun akıntısı/tıkanıklığı, burunda kaşıntı, geniz akıntısı ve öksürük şikayetleriyle bize başvuruyor. Alerji, genetik yatkınlığı olan kişilerde çevresel faktörlerin etkisiyle ortaya çıkıyor. Modern çağda sağlıksız yaşam alışkanlıkları, ev içinde daha çok vakit geçirme, hareketsizlik, doğal olmayan ürünlerle beslenme ve aşırı hijyen nedeniyle bağışıklık yanıtının değişmesi alerjik hastalıkların son yıllarda gerek çocuklarda gerekse yetişkinlerde hızla yaygınlaşmasına neden oluyor” diyor.

Dr. Artunç Kaan Turanoğlu

Dr. Artunç Kaan Turanoğlu

Soğuk algınlığı ile karıştırılıyor!

Alerjinin yol açtığı şikayetlerin çoğu zaman grip ve soğuk algınlığı gibi hastalıklarla benzerlik gösterdiğinden kolaylıkla birbirine karıştırılabildiğini belirten Dr. Turanoğlu şöyle konuşuyor: “Oysa alerjiyi diğer hastalıklardan ayırt etmenin en kolay yolu süresine ve ilave semptomlara bakmaktır. Üst solunum yolu enfeksiyonları yaklaşık bir haftada geçerken alerjik reaksiyonların yol açtığı şikayetler alerjen maruziyetine göre daha uzun bir döneme yayılmaktadır. Hastanın şikayetleri dinlenirken, alerjiye işaret edebilecek noktalara dikkat etmek çok önemlidir. Detaylı bir hikaye alınması, tanının doğru konulmasına yardımcı olacaktır. Solunum yolu enfeksiyonlarında etkene göre daha çok halsizlik, ateş, kas ve eklem ağrıları, boğaz ağrısı vardır ve öksürük çoğunlukla bir hafta içerisinde geçer. Ama alerjide genellikle burun akıntısı, burun tıkanıklığı, art arda hapşırma, gözlerde kızarıklık ve sulanma gibi şikayetler öne çıkar ve öksürük bir türlü geçmez.” Alerji tedavisinde geç kalınmasının sinüzit, orta kulakta sıvı toplanması ve buna bağlı işitme kayıpları, dikkat dağınıklığı, konsantrasyon bozukluğu ve uyku bozuklukları gibi birçok soruna yol açabildiğini belirten Dr. Turanoğlu “Alerjik hastalıkların tedavisinden iyi sonuç alabilmek için alerji uzmanının önerdiği tedavinin aksatılmadan uygulanması, semptomlar azaldığında ya da ortadan kalktığında tedavinin doktora danışılmadan yarıda bırakılmaması çok önemlidir” diyor.

Polen alerjisine karşı etkili önlemler!

Kulak, Burun ve Boğaz (KBB) Hastalıkları Uzmanı Dr. Artunç Kaan Turanoğlu, alerjik reaksiyonlara yol açan etkenlerden korunmanın, tedavide başlıca rolü oynadığını vurguluyor. Dr. Turanoğlu, polen alerjisine karşı 7 etkili önlemi şöyle sıralıyor;

  • Polenler özellikle sabah saatlerinde çok daha yoğundurlar. Bu nedenle sabahları dışarı çıkmak zorundaysanız polen maskesi ve geniş çerçeveli güneş gözlüğü kullanarak maruziyeti azaltabilirsiniz.
  • Burnunuzun dış kısmına ve gözlerinizin etrafına ince bir tabaka vazelin sürerek polenlerin vücuda girişini azaltabilirsiniz.
  • Polenler sabah erken saatlerde ve akşam geç saatlerde yoğunlaştığından evinizi havalandırmak için öğle vakitlerini tercih etmeye çalışın. Güneşli ve rüzgarlı günlerde polenizasyon arttığından böyle günlerde dışarıda fazla vakit geçirmemeye özen gösterin ve pencerelerinizi kapalı tutun.
  • Polen mevsiminde balkonda çamaşır kurutmayın.
  • Aracınızla işe gidiyorsanız pencereleri kapalı tutun, havalandırma için klima kullanmaya özen gösterin ve klimanın polen filtresi bakımlarını ihmal etmeyin.
  • Dışarıdan eve girince ılık suyla duş alın ve burnunuzun içini polenlerden temizlemek için tuzlu suyla hazırlanmış spreyler kullanın.
  • Yatak örtülerinizi her hafta en az 60 derece sıcaklıkta yıkayın.

Günümüzde giderek artan yeni sorun: Obezite tedavisine direnç artıyor!

Dünya genelinde ve Türkiye’de obezite oranlarının baş döndürücü bir hızla artması, bu hastalığın toplumsal sağlık sorununa dönüşmesine yol açıyor. Obezitenin günümüz ve geleceğin sağlık gündeminin ilk sıralarında yer alan bir durum olacağına dikkat çeken Acıbadem Üniversitesi Diyabet Araştırma ve Uygulama Merkezi (DİYAM) Koordinatörü Prof. Dr. M. Temel Yılmaz, obezitenin önlenmesi kadar tedavisine de önem verilmesi gerektiğini belirterek, artış hızı ve nedenleriyle ilgili önemli bilgiler verdi!

2022 yılı itibariyle, 18 yaş üstündeki dünya nüfusunun 2.5 milyarının fazla kilolu, 890 milyonunun ise obezite sorunu yaşadığı biliniyor. Yapılan çalışmalar; dünya üzerindeki her 8 kişiden 1’inin obez olduğunu ve son 30 yılda bu oranın erişkinlerde 2’ye katlandığını gösteriyor. Üstelik obezite sadece günümüzün bir sorunu olmanın ötesinde. Gelecek için de tehlike çanları çalıyor. Çünkü, dünyada obezite artış hızı en çok çocuk ve ergenlerde yüksek. Öyle ki son 30 yılda çocuklarda obezite artışı 4’e katlandı! Çocuk ve gençlerdeki obezitenin adeta bir salgın gibi katlanarak artması, gelecekte de obezitenin yol açtığı hastalıkların daha büyük bir sorun olarak yaşanacağını gösteriyor.

Prof. Dr. M. Temel Yılmaz

Prof. Dr. M. Temel Yılmaz

Türkiye obezite artış oranında Avrupa’da birinci sırada!

Dünyadaki bu yüksek artış, ülkemize de yansıyor. Araştırmalar, obezite artış oranında Avrupa’da birinci sırada yer aldığımızı gösteriyor. Türkiye’de 30 yaş üzerindeki nüfusta fazla kilo oranı yüzde 60, obezite oranı yüzde 30 olarak saptanmış.  Bu rakamlar, ülkemizde her 3 kişiden birinin obezite sorunu yaşadığını gösteriyor! Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre; 18 yaş altı nüfusta her 3 çocuktan 1’i ya obez ya da fazla kilolu. Bu da gelecekte obeziteye bağlı sorunların daha çok yaşanacağının işareti kabul ediliyor.

Obezite sağlığı ciddi şekilde tehdit ediyor!

Obezite, bireylerin sağlığını ciddi şekilde tehdit ediyor. Öyle ki obezite sorunu yaşayan bireylerde; diyabet, insülin direnci, hipertansiyon, inme ve kalp krizi gibi kalp damar hastalıkları daha sık görülüyor. Ayrıca, birçok kanser türünde risk artışı, uyku apnesi, yağlı karaciğer ve safra yolu hastalıkları, eklem ve kemiklerde mekanik problemler, infertilite (kısırlık), gebelik komplikasyonları, psikolojik rahatsızlıklar ile sosyal izolasyon gibi sorunlar da obeziteye bağlı olarak ortaya çıkabiliyor.

Küresel ekonomiyi de olumsuz etkiliyor!

Obezite, sadece bireylerin sağlığını değil, aynı zamanda küresel ekonomiyi de olumsuz etkiliyor. 2020 yılında obezite ile ilişkili sorunlara dünya çapında harcanan 1.96 trilyon doların, 2035 yılında 4.32 trilyon dolara çıkacağı öngörülüyor. Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. M. Temel Yılmaz, “Dolayısıyla obezite tedavisinde başarı oranlarının artırılması, hem bireysel sağlık hem de küresel ekonomik yük açısından büyük önem taşımaktadır” diyor.

Tedaviye dirençli obezite neden artıyor?

Obezite oranı hızla yükselirken tedavisinde büyük ilerlemeler kaydedildiğini söyleyen Prof. Dr. M. Temel Yılmaz, bu kez karşılarına çıkan ve  ‘tedaviye dirençli obezite’ olarak tanımlanan önemli bir soruna da dikkat çekerek şu bilgileri veriyor:

“Tedaviye dirençli obezitede görülen artışın üç önemli nedeni var; birinci neden, yeni kuşak zayıflatma ilaçlarının (GLP-1 analogları) reçetesiz ve kontrolsüz satılarak, hekim takibi olmaksızın kullanımıdır. Bu durum ilaca direnç, yetersiz etki veya zaman içinde etkinlikte azalmaya yol açmaktadır. Yani yeni zayıflatıcı ilaçların bilinçsiz kullanımı bir süre sonra ilaca duyarsızlık yapmaktadır. İkinci neden, zayıflama ameliyatlarının kontrolsüz ve endikasyonsuz uygulamaları sonucu bir süre sonra verilen kiloların geri gelmesidir. Üçüncü neden ise bilinçsiz diyet uygulamaları ve hatalı diyet reçetelerinin obeziteyi yeniden tetiklemesidir.”

Tedavi ancak multidisipliner ekipler ile mümkündür!

Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. M. Temel Yılmaz, obezitenin doğru ve hedefe yönelik tedavisinin ancak multidisipliner ekiplerle mümkün olabileceğine işaret ediyor. “Sürdürülebilir obezite tedavisinde, önce altta yatan medikal problemlerin doğru tespit edilmesi ve bu tespitler ışığında tedavinin hastaya özel planlanması esastır” bilgisini veren Prof. Dr. Temel Yılmaz, sözlerine şöyle devam ediyor: “Öncelikle tedaviye dirençli obezite hastalarının tedavi edilmesi amaçlanmaktadır.  Bunun için bir durum analizi yapılmakta, obezite ve obeziteye neden olan etkenlere dair risk haritası çıkarılmaktadır. Tedaviye ihtiyacı olan kişilerde önce obeziteye yol açan sağlık sorunlarının tespit edilmesi lazım. Bu nedenleri saptamak içinse biyokimyasal, radyolojik ve diğer ileri tetkiklerin yapılması gerekebilmektedir. Ardından bireyler tüm uzmanların hazır bulunduğu multidisipliner konseyde değerlendirilmekte ve objektif tedavi seçeneği önerileri ortaya konmaktadır.”

Çocukları tehdit eden hastalık menenjit!

Beyin ve omuriliği çevreleyen zarların iltihaplanması olarak tanımlanan menenjit hayati tehlikeye de yol açabilen ciddi bir rahatsızlıktır. Özellikle 1 yaş altı bebekler, ergenler, genç erişkinler, bağışıklık sistemi zayıf olan bireyler, dalağı olmayanlar veya işlevsiz olanların daha yüksek risk altında olduğu bu hastalığa karşı aşılanma hayat kurtarıcı olmaktadır. Memorial Bahçelievler Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Pınar Karadeniz, menenjit ve menenjit aşısı hakkında bilgi verdi, ebeveynlere önemli önerilerde bulundu.

Meningokok menenjiti, Neisseria meningitidis bakterisinin neden olduğu ciddi bir beyin zarı iltihabıdır. Ayrıca bu bakteri kan dolaşımına geçerek ağır sepsis ( meningokoksemi) tablosuna neden olabilir. Meningokok menenjiti, nadir bir hastalıktır ancak hızlı ve ciddi seyretme potansiyeli nedeniyle büyük önem taşır. Salgınlar halinde veya kapalı topluluklarda daha sık görülebilir. Tedavi edilmediğinde ölüm oranı yüksektir ve hayatta kalanlarda kalıcı hasarlar bırakabilir. Erken teşhis ve tedavi, hastalığın seyrini belirlemede kritik öneme sahiptir.

Dr. Pınar Karadeniz

Dr. Pınar Karadeniz

Menenjitin belirtilerini önemseyin

  • Ateş: Genellikle ani başlayan yüksek ateş görülür.
  • Baş ağrısı: Şiddetli ve sürekli bir baş ağrısı olabilir.
  • Ense sertliği: Baş, öne doğru eğildiğinde ense kaslarında sertlik hissedilir.
  • Işığa duyarlılık (fotofobi): Gözler, parlak ışığa karşı hassas hale gelir.
  • Mide bulantısı ve kusma: Özellikle çocuklarda sık rastlanır.
  • Peteşi-purpura-ekimoz: Genellikle ciltte küçük, kırmızı-mor noktalar şeklinde başlar ve basmakla solmaz. Zamanla bu döküntüler birleşerek daha büyük, morumsu lekelere dönüşebilir.

Bunların dışında, huzursuzluk, bilinç bulanıklığı, havale gibi belirtiler de olabilir. Özellikle bebeklerde ve küçük çocuklarda belirtiler daha belirsiz olabilir; bu nedenle ateş, sürekli ağlama, bombeleşmiş bıngıldak, beslenme güçlüğü gibi belirtiler de dikkate alınmalıdır.

Çocuklara nasıl bulaşıyor?

Meningokok bakterisi, genellikle hasta veya taşıyıcı kişilerin solunum yoluyla salgıladığı damlacıklar aracılığıyla bulaşır. Öksürme, hapşırma veya yakın temas (örneğin öpüşme) sırasında bakteri bir kişiden diğerine geçebilir. Kapalı ve kalabalık ortamlarda, örneğin okullar, yurtlar veya askeri kışlalar gibi yerlerde bulaşma riski artar. Taşıyıcı olan kişiler, herhangi bir belirti göstermeden bakteriyi taşıyabilir ve yayabilirler.

Enfeksiyon birkaç saat içinde ciddi ve hatta ölümcül hale gelebilir. Temas süresi de önemlidir. Kısa süreli ve yüzeysel temaslarda bulaşma riski düşüktür. Ancak, uzun süreli ve yakın temaslarda risk artar. Eğer meningokok menenjiti olan biriyle yakın ve uzun süreli temas ettiyseniz, derhal bir sağlık profesyoneline danışmalısınız. Koruyucu antibiyotik tedavisi gerekebilir ve aşı durumu gözden geçirilmelidir.

Yüksek risk altındaki çocuklara dikkat!

Meningokok menenjiti hastalığına herkes yakalanabilir ancak bazı çocuklar daha yüksek risk altındadır. Bunlar arasında:

  • 1 yaş altı bebekler: Bağışıklık sistemleri henüz tam gelişmediği için enfeksiyonlara karşı daha savunmasızdırlar.
  • Ergenler ve genç yetişkinler: Özellikle 16-23 yaş arası bireyler, kapalı ve kalabalık ortamlarda (okul, yurt, askeri kışla gibi) yaşadıkları için risk altındadır.
  • Bağışıklık sistemi zayıf olanlar: Orak hücre hastalığı, dalağı alınmış bireyler veya bağışıklık sistemini baskılayan durumlara sahip olanlar.
  • Belirli coğrafi bölgelerde yaşayanlar: Meningokok hastalığının yaygın olduğu bölgelerde, örneğin Sahra-altı Afrika’nın “menenjit kuşağı” olarak bilinen bölgelerinde yaşayanlar.

Meningokok menenjitinden korunmak için en etkili yol aşılama

Aşılar, bağışıklık sistemini güçlendirerek, meningokok bakterisinin neden olduğu enfeksiyonları büyük ölçüde önler.

Bunun dışında;

  • Kalabalık ortamlarda hijyen kurallarına dikkat edilmesi
  • Hasta kişilerle yakın temastan kaçınılması
  • Gerekli durumlarda antibiyotik profilaksisi uygulanması (örneğin, hastayla yakın temasta bulunan kişilere) gibi önlemler de bulaşı azaltabilir.

Meningokok aşıları, Neisseria meningitidis bakterisinin neden olduğu enfeksiyonları önlemeye yönelik geliştirilmiştir. Başlıca iki tür meningokok aşısı bulunur

  1. MenACWY aşıları: Bu aşılar, meningokok bakterisinin A, C, W ve Y serogruplarına karşı koruma sağlar.
  2. MenB aşıları: Bu aşılar, meningokok B serogrubuna karşı koruma sağlar.

Her iki tip aşının da yapılması, meningokok hastalığına karşı yüksek oranda koruma sağlar ancak bağışıklık zamanla azalabilir. Risk gruplarına göre doktor kontrolünde rapel doza gerek duyulabilir. Aşılama sonrası beklenmedik bir reaksiyon gözlemlendiğinde doktorla iletişime geçmek önemlidir. Unutulmamalıdır ki aşının sağladığı koruma, nadir görülen ciddi yan etkilerinden çok daha fazladır.

Helicobacter Pylori bakterisi ne kadar riskli?

Yaklaşan sıcaklarda hijyen koşullarının zorlaşması ve besinlerin daha kolay bozulması nedeniyle mide ve ince bağırsakta yaşayan Helicobacter Pylori bakterisine karşı bilinçlenmek büyük önem taşıyor. Bu bakterinin Afrika’dan başlayan göçlerle yaklaşık 60 bin yıldır insanlarla birlikte evrimleştiğini dile getiren Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Helicobacter Pylori, mideye yerleşerek asidik ortama rağmen hayatta kalabilen ve enfeksiyon oluşturan bir bakteri türüdür. Çoğu kişide belirti vermeden yaşasa da bağışıklık sistemi bu bakteriyi tanıyıp yok etmeye çalışırsa, kronik gastrit sonucu ciddi sağlık problemleriyle karşı karşıya kalınabilir” dedi.

Yaygınlığı ülkelere göre değişkenlik gösterse de bu zamana kadar tüm dünyanın yaklaşık yüzde 40 ila 60’ının bu bakteri ile temas ettiği biliniyor. H. Pylori’nin en yaygın olduğu bölgelerin sırasıyla; Afrika, Akdeniz, Batı Pasifik ve Amerika olduğunu açıklayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Karın ağrısı, şişkinlik, ekşime, bulantı ve yanma gibi şikayetlere yol açabilen bakteri, genellikle hijyenik olmayan koşullardaki gıda veya su aracılığıyla yayılıyor. Kirli su kaynakları ve sağlıksız gıda tüketimi gelişmekte olan ülkelerde daha yoğun olduğu için bakterinin buralarda görülme sıklığı daha fazla” dedi.

Prof. Dr. Zülfikar Polat

Prof. Dr. Zülfikar Polat

Reflü ile karıştırılabilir

Bakterinin; ellerin iyi yıkanmaması, özellikle aile arasında bakteriyi taşıyan bir kişinin tükürüğüne temas edilmesi ve kontamine su ya da yiyecekler tüketilmesiyle bulaştığını vurgulayan Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Genellikle üst karnın ortasında hissedilen ve açken ya da yemekten hemen sonra ortaya çıkan karın ağrısı, şişkinlik, hazımsızlık, erken doyma, yanma hissi, mide gazı, bulantı ve kusma gibi durumlar en sık karşılaşılan belirtilerindendir” şeklinde konuştu.

Demir eksikliğinin altında Helicobacter Pylori yatıyor olabilir

Helicobacter Pylori’nin genellikle kronik gastrite neden olduğunu belirten Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Kronik gastrit zamanla mide hücrelerinde kayıplara neden olarak kişide mide kanseri ve mide lenfomasına kadar gidebilen sağlık sorunlarına zemin hazırlayabilir. Bakteri; mide asidini artırarak midenin koruyucu tabakasına zarar verir hem burada hem de onikiparmak bağırsağında ülserlere yol açabilir. Demir eksikliği anemisinin en önemli nedenlerinden biri de bu bakterinin varlığıdır” dedi.

Üre nefes testi yüzde yüze yakın doğru sonuç veriyor

Helicobacter Pylori bakterisinin tanısı için çeşitli yöntemlerden faydalanıldığından bahseden Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Kanda antijen testi ile vücudun daha önce bakteri ile karşılaşıp karşılaşmadığı saptanabilir ancak aktif bir enfeksiyon olup olmadığı anlaşılmaz. Üre nefes testinin doğruluğu yüzde 99’un üzerindedir ancak üre ve bir başka yöntem olan dışkı testinin başarılı olabilmesi için, antibiyotik kullanımından 3-4 hafta sonra uygulanması gerekir. Son olarak da bir görüntülüme yöntemi olan mide endoskopisi sırasında biyopsi alınabilir ve tanı konabilir” dedi.

Artan antibiyotik kullanımı ilaçların etkisini düşürüyor

Bakterinin yol açtığı rahatsızlıkların tedavisinin tıp dünyasında tartışmalara konu olduğuna değinen Prof. Polat, “Bazı otoriteler bu kadar yaygın görülen bir bakterinin tedavi edilmemesi gerektiğini iddia etse de sebep olduğu problemler ve hastalıklar göz önüne alındığında, özellikle de semptomatik hastalarda yani gözle görülür şikâyetleri olan kişilerde mutlaka ortadan kaldırılması gerekir. Günümüzde antibiyotik kullanımının artmasıyla oluşan antibiyotik direnci nedeniyle 2’li antibiyotik ve mide koruyucu içeren ve ortalama 14 günlük tedaviler ile Helicobacter Pylori yok edilebilir. Bu ilaçlar düzenli olarak kullanıldığında tedavide yüzde 90’ların üzerinde başarı yakalanabiliyor. İlaç kullanımı bittikten 1 ay sonra üre nefes veya dışkı antijen testi ile bakterinin yok olup olmadığı kontrol edilmeli, direnç tespit edilirse hastaya verilen antibiyotikler değiştirilerek ikinci kür uygulanmalı” dedi.

Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, tedavi edilmediğinde ciddi sonuçlar doğurabilen Helicobacter Pylori bakterisinden korunma yollarını paylaştı:

  1. Ellerinizi, yemekten önce ve tuvaletten sonra mutlaka sabunla yıkayın.
  2. Kaynağı belirsiz suyu içmeyin. Bu bakteri hijyenik olmayan ortamlarda yaşayabileceği için mümkünse içme suyunuzu kaynatın ya da güvenilir bir filtreyle süzün.
  3. Sebze ve meyveleri iyi yıkamadan tüketmeyin.
  4. Tükürük yoluyla bulaşabilen bir bakteri olduğu için diğer insanlarla aynı tabaktan yemek yemeyin, bardak veya çatal-kaşık paylaşmayın.
  5. Çiğ et ve süt ürünlerinden uzak durun.
  6. Mide şikayetleriniz varsa geçiştirmeyin. İleride oluşabilecek mide ülseri ya da kanseri gibi riskleri azaltın.
  7. Mideye başlı başına zarar veren alışkanlıklardan; sigaradan uzak durun, alkolü sınırlayın ve asidik, çok baharatlı yiyeceklerden kaçının.
  8. Bağışıklık sisteminizi korumaya yardımcı olun, dengeli ve sağlıklı beslenmeye dikkat edin.
  9. Probiyotik kullanarak mide ve bağırsak sağlığınızı destekleyin.

Boğulmuş fıtık tedaviyi zorlaştırıyor!

Sinsice ilerleyebilen ve çocuk cerrahisinde en yaygın ameliyat nedenlerinden biri olan kasık fıtığı, özellikle erkek bebeklerde ve prematüre doğanlarda daha fazla görülüyor. Acıbadem Kartal Hastanesi Çocuk Cerrahisi Uzmanı Dr. Teoman Şen “Kasıkta şişlik ve ağrıyla kendini gösteren kasık fıtığı en sık ilk bir yaşta ortaya çıkar. Çocukların yaklaşık üçte biri ameliyat sırasında altı aylıktan küçüktür. En çok prematüre bebeklerde görülür ki bu oran yüzde 16-25 arasındadır” diyor. Kasık fıtıklarının genellikle ebeveynlerin dikkatli gözlemleri sayesinde ve çocuk doktoru tarafından yapılan muayene esnasında tespit edildiğini belirten Dr. Şen, fıtıkların kimi zaman da aylar hatta yıllarca hiçbir belirti vermeden sinsice ilerlediğini söylüyor. Çocuk Cerrahi Uzmanı Dr. Teoman Şen, çocuklarda yaygın görülen kasık fıtığını ve tedavisini anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Günümüzde yaygın görülen bir hastalık olan kasık fıtığı, doğumdan sonra kapanması gereken kasık kanalının açık kalması nedeniyle oluşuyor. Kasık bölgesinde yumuşak bir yapıya sahip olan bu şişlik, üzerine bastırıldığında içeri girerek kayboluyor. Acabıdam Kartal Hastanesi Çocuk Cerrahisi Uzmanı Dr. Teoman Şen “Kasık fıtığı en sık olarak yaşamın ilk yılında ortaya çıkar ve ilk birkaç ay içinde zirve yapar. Çocukların yaklaşık üçte biri ameliyat sırasında altı aylıktan küçüktür. En yüksek fıtık görülme oranı ise prematüre bebeklerdedir. Prematüre bebeklerin yüzde 16 ile yüzde 25’i kasık fıtığı ile dünyaya gelmektedir” diyor. Çocuklarda kasık fıtığının çoğunlukla ebeveynlerin banyo yaptırması ya da çocuk doktorunun muayenesi sırasında tespit edildiğini vurgulayan Dr. Şen şöyle konuşuyor: “Anne babalar genellikle çocuklarının alt değiştirmeleri ya da banyo yaptırmaları sırasında kasık bölgesinde fark ettikleri şişlik sebebi ile başvurmaktadırlar. Fındık kadar küçük bir şişlikten yumurta büyüklüğüne dek ulaşabilmektedir. Çocukların tipik olarak kasık ve cinsel bölgesinde aralıklı şişkinlik öyküsü vardır. En sık ağlama, öksürme veya tuvalet esnasında ıkınma atakları gibi karın içi basıncın arttığı durumlarda belirginleşirken, daha büyük çocuklar egzersiz sırasında genellikle kasık ağrısından şikayet ederler. Çoğunlukla doğumda ortaya çıkan fıtık günler, haftalar, aylar ve hatta yıllar sonrasına kadar belirti vermeyebilir” diyor.

Dr. Teoman Şen

Dr. Teoman Şen

Fıtık boğulmasına ve hayati riske neden olabilir!

Kasık fıtıklarında erken tanının büyük önem taşıdığını vurgulayan Çocuk Cerrahisi Uzmanı Dr. Teoman Şen sözlerine şöyle devam ediyor: “Kasık fıtığı ne kadar erken teşhis edilirse fıtığa bağlı komplikasyonlar o kadar az görülür. Bu sayede fıtıkların boğulması engellenebilmektedir. Boğulmuş fıtıklar, bağırsağın veya diğer iç organların fıtık kesesi içinde sıkışıp kalmasından kaynaklanır. Erken teşhis sayesinde, sürekli bağırsak ve iç organların fıtık kesesine girip çıkmasıyla ortaya çıkan yapışıklıklar ve dolayısıyla operasyonun zorluğu engellenmiş olur. Fıtık boğulması en sık yaşamın ilk altı ayında görülür. Kasık fıtığı tedavi edilmediği taktirde hayati riske neden olabilir.”

Toplumda doğru sanılan bu yanlışlara dikkat!

Toplumumuzda kasık fıtığının kendiliğinden düzelebileceğine dair yanlış bir inanış olduğunu belirten Dr. Şen “Kasık fıtığı kendi kendine geçmez. Ancak fıtığa benzeyen hemen hemen aynı görünümü sağlayabilecek hidrosel – kordon kisti – inmemiş testis vb durumlar, kasık fıtığı zannedilip ortadan kalkmasıyla geçtiği düşünülmektedir. Falancanın çocuğunda da vardı geçti, filancanın çocuğu ameliyat olmadan geçti vb söylemler ile sıkça karşılaşmaktayız. Ayrıca halk arasında fıtık bağı, fıtık külodu ya da üzerine krem/solüsyon sürülmesi gibi yöntemler, erken tanı ve tedavi şansının kaçırılmasına, boğulmuş fıtıklar, ciddi yapışıklıklar ve komplikasyonlar sonucu hayati risklere yol açmaktadır” diyor.

Cerrahi tedavi şart!

Kasık fıtığında cerrahi tedavinin şart olduğunu vurgulayan ve özellikle küçük bebeklerde boğulma riskinin yüksek olması nedeniyle, onarımın hızlı bir şekilde yapılması gerektiğine dikkat çeken Dr. Şen tedaviye yönelik şu bilgileri veriyor: “Bazı raporlar, tanıdan sonraki 1 ay içinde onarım yapılırsa komplikasyonların yüzde 90’ının önlenebileceğini öne sürmektedir. 2 hafta içinde yapılan onarımın, 30 günlük bir beklemeye kıyasla boğulma oranını yarı yarıya azalttığı ifade edilmektedir. Ayrıca, çoğu hastanın onarımı ayaktan, günübirlik cerrahi girişim ile güvenli bir şekilde yapılabilir. En sık uygulanan prosedür, altın standart olan, açık cerrahi girişim ile kasık fıtığının “yüksek ligasyon” tekniği ile onarılmasıdır. Yani kasık bölgesinden minik bir kesi yapılarak fıtık kesesi, kese komşuluğundaki yapılardan arındırıldıktan sonra bağlanarak çıkarılır. Bunun yanında laparoskopik onarım gibi farklı teknikler de kullanılmaktadır. Yetişkinlerde kasık fıtığının oluş mekanizmaları farklı olduğundan tedavi yaklaşımları da farklı olmaktadır.”