Yazılar

Gece Korkusu yaşayan çocuklara dikkat edin!

 

“Odasında tek başına yatmaya korkuyor!”, “Her gece yanımıza geliyor!”, “Gece ışığını kapattırmıyor!”… Son yıllarda pek çok anne baba aynı dertten muzdarip. Arkadaş sohbetlerinde sık sık; çocuklarının gece odasına gitmeye çekindiğini, uykuya dalıncaya kadar mutlaka yanında kalmasını istediklerini, hemen her gece mutlaka yanlarına geldiğini ya da odasına dönmeye ikna edemediklerini belirtirken, arkadaşlarına, internete ya da uzmana başvurararak sorunlarına çare arıyorlar. Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi’nden Uzman Psikolog Duygu Kodak yapılan araştırmalara göre çocukların tablet, akıllı telefon ve bilgisayar oyunlarındaki film fragmanları, tanıtımlar ve şiddet içeriklerinden olumsuz etkilendiğini, bu tür etkenlerin gece korkusuna yol açmada çok önemli bir rol oynadığını ortaya koyduğunu vurguluyor. Uzman Psikolog Duygu Kodak, gece korkusu yaşayan çocuklara 5 doğru yaklaşım modelini anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Psikolog Duygu Kodak

‘Gece korkusu’ normal gelişimin bir parçası ama!

Gece korkularının birçoğunun normal gelişimin bir parçası olduğunu ve çocukların çevrelerindeki dünyada var olan tehlikelere ilişkin farkındalıkları sayesinde ortaya çıktığını belirten Uzman Psikolog Duygu Kodak “Hatta öyle ki hayaletler, uzaylılar, hırsızlar, canavarlar gibi korkutucu sahneleri hayal etmesine neden olan şey; çocuğun gelişmekte olan bilişsel yeteneğidir” diyor. Ancak yapılan araştırmalara göre; ‘çocuğun normal gelişiminin dışında’ soruna işaret eden gece korkularının son yıllarda hızla yaygınlaştığını, bunda dijital medya kullanımının büyük etkisi olduğunu vurgulayan Uzman Psikolog Kodak şöyle konuşuyor: “Araştırmalar; korkutucu veya şiddet içerikli film fragmanları, tanıtımlar ve oyunların çocuklar için son derece olumsuz etkilere yol açtığını ortaya koyuyor. Küçük çocuklar gerçek ile kurguyu ayırt edemedikleri için rahatsız edici görüntüleri izledikten sonra gece yoğun korku yaşamaya daha fazla yatkın hale geliyorlar.”

Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi

Gece korkusu varsa nasıl yaklaşmalı?

Peki gece korkusu esnasında çocuğa nasıl yaklaşmalı? Uzman Psikolog Duygu Kodak gece korkusu yaşayan çocuklara 5 doğru yaklaşım yöntemini şöyle sıralıyor;

  1. Erişimini kısıtlayın!

Çocuğunuzun telefon, tablet ve bilgisayar aracılığıyla şiddet veya korkutucu olabilecek herhangi bir şey içeren medyaya erişimini mutlaka kısıtlayın.

  1. Yatmadan bir saat önce baktırmayın!

Araştırmalar; geceleri yatmadan önce dijital medya kullanmanın uyku kalitesini etkileyebileceğini gösteriyor. Bu nedenle yatmadan en az 1 saat önce telefon, tablet ve bilgisayar kullanımını bırakması için ona yaşına uygun açıklamalar yaparak ikna edin.

  1. Korkularını dinleyin, küçümsemeyin!

Çocuğunuzun korkularını anlayın. Çocuğunuzun yatmadan önce onu neyin korkuttuğunu söylemesine fırsat verin. Ancak konuşmaya hazır değilse zorlamayın. Korkusunu önemsizleştirmeyin veya dalga geçmeyin. Bir yetişkine saçma gelen korku, çocuğa çok gerçek gelebilir, anlaşılmadığını hisseden çocuk daha fazla kaygı duyar.

  1. Yatağına birlikte gidebilirsiniz!

Çok korkuyorsa ve odasında yalnız kalmaya tahammül edemeyeceğini düşünüyorsanız, yatmadan önce kendisini rahat ve güvende hissetmesine yardımcı olmak için alışana kadar ilk başlarda yatağına birlikte gidebilirsiniz. Uyuyana kadar yatağının yanında kalmanızın sakıncası yok. Gece boyunca yanında bulunduracağı oyuncak ve uykuya dalmasını engellemeyecek loş bir ışık bulundurmak, yatmadan önce kapıyı açık bırakmak da korkularını hafifletebilir.

  1. Yatağının güvenli olduğunu telkin edin!

Çocuğunuz gece yataktan kalkıp odanıza gelirse tekrar yatağına götürün ve güvenliği konusunda rahatlatın. Uykuya dalana kadar yanında kalabilirsiniz. Çocuğunuzu yataktan kaldırmaya teşvik etmeyin, yataklarının güvenli ve rahat bir yer olduğunu öğrenmeleri önemlidir. Yatağında ve her şeyin yolunda olduğunu deneyimleyen çocuk odasının güvenli bir yer olduğunu da öğrenecektir.

Bebeklerde RSV enfeksiyonuna dikkat!

Bebeklerde RSV enfeksiyonuna dikkat!

Sonbahar mevsiminin gelmesiyle birlikte bebeklerin sağlığını ciddi şekilde etkileyebilen pek çok enfeksiyon hastalıkları kapımızı çalmaya başladı. Bu enfeksiyonlardan yaygın olarak görülen RSV (Respiratuar sinsityal virüs) özellikle prematüre bebeklerde hayatı tehdit eden boyutlara ulaşabiliyor. Bunun nedeni ise bağışıklığı henüz yeterince güçlenmemiş olan prematüre bebeklerde virüsün hızla akciğerlere ulaşıp, bronşit veya zatürreye yol açabilmesi. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Mehmet Malçok, virüse karşı geliştirilmiş kesin bir tedavi olmadığı için risk grubundaki prematüre bebekleri virüsten korumanın yaşamsal önem taşıdığına dikkat çekerek, “Bebeklerde ev ziyaretlerinin kabul edilmemesi, bakımından sorumlu kişilerin sonbahar ile kış aylarında maske takmaları ve el hijyenine dikkat etmeleri bu virüsten korunmada en önemli üç kuralı oluşturuyor” diyor.

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi

Dr. Mehmet Malçok

Çok hızlı ve kolay bulaşabiliyor!

RSV (Respiratuar sinsityal virüs)  çok hızlı ve kolay bir şekilde bulaşabiliyor. Virüs enfekte olmuş kişilerin öksürmeleri, hapşırmaları veya konuşmaları sonucu çevreye saçılan damlacıklarla yayılırken, bebeği öpmekle de bulaşabiliyor. Hastalığın bulaşma özelliği belirtiler ortaya çıkmadan 1-2 gün önce başlıyor ve 3-8 gün sürüyor. Ancak bağışıklığı zayıf kişilerde bulaşıcı özelliği dört haftaya kadar uzayabiliyor.

Grip benzeri belirtiler gösteriyor!

RSV enfeksiyonu bebeklerde grip ve Covid-19 hastalığına benzer belirtilerle ortaya çıkıyor. Huzursuzluk, ateş, burun tıkanıklığı, nefes almada güçlük ve ağızdan beslenememe gibi kademeli olarak artan şikayetler gelişiyor. Belirtilerin şiddeti hastalığın süresi ilerledikçe artıyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Mehmet Malçok, erken tanı için ebeveynlerin burun tıkanıklığı ve ağızdan beslenmede güçlük çekme gibi sorunlarda zaman kaybetmeden hekime başvurmalarının son derece önemli olduğu uyarısında bulunuyor.

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi

Özellikle prematüre bebekler risk altında

Sağlık Bakanlığı verilerine göre; 0-1 yaş grubunda bebek ölümlerinin yüzde 48,4’ünden alt solunum yolları enfeksiyonları sorumlu oluyor. Bu enfeksiyonlarda en sık görülen etken olan RSV enfeksiyonu prematüre bebeklerin yoğun bakıma yeniden yatışlarına, mekanik ventilatörde tekrar izlenmelerine, hatta hayatlarını tehdit edecek kadar solunum ve kalp yetmezliğine sebep olabiliyor. Amerikan Pediatri Akademisi, daha fazla risk altında olmaları nedeniyle hamileliğin 29. haftasından önce doğan prematüre bebeklere, kronik akciğer hastalığı veya ciddi doğumsal kardiyak problemi olan bebeklere özel bir antikor ile koruyucu tedavi uygulanmasını öneriyor. Ülkemizde de bu koruyucu tedaviye risk altında olan bebeklerde başvuruluyor.

Solunum desteğine ihtiyaç duyulabiliyor!

RSV enfeksiyonunda hastalığın belirtilerini dindirmeye ve bağışıklığı güçlendirmeye yönelik destekleyici tedaviler uygulanıyor. Evde sprey veya damlalar ile bebeğin burnunun açık tutulması, ortamın nemlendirilmesi, beslenmesine dikkat edilmesi ve bol sıvı takviyesi önem taşıyor. Hastanede ise oksijen yetersizliğinin önüne geçebilmek amacıyla ilaç uygulamalarının yanı sıra cihazla solunum desteğine ve vücuttaki sıvıyı artırmak için serum tedavisine başvuruluyor.

Burun ucu zamanla düşer mi?

Burun ucu zamanla düşer mi?

Günümüzde sosyal medyanın da etkisiyle oluşan ‘güzellik algısı’  estetik ameliyatlarına olan talebi artırıyor. Ülkemizde en sık yapılan estetik ameliyatlarında burun estetiği, bir diğer adıyla Rinoplasti birinci sırada yer alıyor. Acıbadem International Hastanesi Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahisi Uzmanı Dr. Mithat Ulay, Rinoplasti ameliyatının burnun dış görüntüsüne olan etkisinin yanı sıra nefes alma sorununa da çözüm sağladığına dikkat çekerek, “Günümüzde kişinin yüzüne, cildine ve kemik yapısına uygun olan ve estetik işlem yapıldığı anlaşılmayan sonuçlar elde edilebiliyor. Ameliyatlarda hastaların beklentileri de dikkate alınarak en doğal ve fonksiyonlarını yapan bir burun oluşturulabiliyor. Dolayısıyla hastaların Rinoplasti ile ilgili kaygıları varsa bunu hekimleriyle paylaşmaları önem taşıyor” diyor. Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahisi Uzmanı Dr. Mithat Ulay, burun estetiği ameliyatı hakkında toplumda doğru sanılan hatalı bilgileri anlattı; önemli önerilerde bulundu!

Acıbadem International Hastanesi

Dr. Mithat Ulay

Burun ameliyatı şiddetli ağrı yapar. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Ameliyat sonrasında oluşan şişlik ve morluklar nedeniyle burun estetiği ameliyatının şiddetli ağrıya sebep olduğu düşünülüyor. Toplumdaki yaygın inanışın aksine, son yıllarda medikal ve teknolojik gelişmeler sayesinde Rinoplasti ameliyatından sonra ciddi bir ağrı sorunu yaşanmıyor. Dr. Mithat Ulay, “Ağrı, tamamen kişinin ağrı eşiğine bağlı bir histir. İlk günlerde yaşanabilen sızlama tarzındaki ağrılar basit ağrı kesici ilaçlarla kolayca kontrol altına alınabiliyor” diyor.

Ödem ve morarma uzun süre geçmez. YANLIŞ! 

DOĞRUSU: Burun estetiği ameliyatlarında, gerekli durumlarda kemiğe müdahale yapılıyor. İşlem sonrasında burunda ödem ile gözaltlarında morarma ve şişlik oluşabiliyor. Bu sorunlar kişinin cilt dokusuna bağlı olarak çoğunlukla ilk 1-2 haftada azalıyor. İyileşme sürecini hızlandırmak için özel bir diyet, morluk giderici krem, yüze düzenli olarak uygulanan buz kompresi ve vitamin takviyesi tavsiye ediliyor.

Ameliyat sonrasında burun ucu zamanla düşer. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Aslında kişi ameliyat olsa da olmasa da zamanla yer çekimi nedeniyle burnun ucu doğal olarak düşmeye başlıyor. Dr. Mithat Ulay, “Ameliyatta burnun çatısı dediğimiz kıkırdak ve kemik dokusu aşırı alınırsa zamanla burun ucu düşer. İlk 3-4 haftada ödemden dolayı anlaşılmasa da ödem kaybolunca, yetersiz kıkırdak ve kemik dokusu nedeniyle burun ucunun düştüğü fark ediliyor” diyor.

 Tamponu çıkarmak çok acılı bir işlemdir. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Burun estetiği yaptırmak isteyen kişileri en çok korkutan şey, burun içine yerleştirilen tamponlar oluyor. Eskiden yağlı ve gazlı bezlerin burundan çıkarılması acı duyulan bir işlemdi. Son yıllarda ise burun anatomisine uygun olarak geliştirilen ve nefes alınmasını mümkün kılan silikon tamponlar kullanılıyor. Bu tamponlar burnun içinde yaklaşık yedi gün kalıyor ve acıya yol açmadan kolaylıkla çıkarılabiliyorlar.

Acıbadem International Hastanesi

Ameliyat sonrasında burun doğal durmaz. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahisi Uzmanı Dr. Mithat Ulay, en iyi estetik ameliyatının dışarıdan fark edilmeyecek şekilde gerçekleştirilen ameliyat olduğuna işaret ederek, “Burun yüzümüzün ortasında yer alan bir organımız. Bu nedenle görünümünün doğal olması gerekiyor. Önemli olan, yüze ve cilde uygun bir burun yapılmasıdır” diyor.

 Nefes alma problemi yaşanır. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Burunda kemik ve kıkırdak eğriliği ile burun eti, nefes alma probleminin başlıca nedenini oluşturuyor. Dolayısıyla Rinoplasti ameliyatı sadece estetik amaçlı yapılmıyor; deviasyon gibi sorunların düzelmesine ve burun fonksiyonlarının sağlıklı bir şekilde çalışmasına da imkan sağlıyor. Ameliyatın ardından burunda oluşan şişlik sonucu yaşanan nefes alma problemi ise 1-2 hafta sonra azalıyor. Burundaki problemler giderildiği için hasta ameliyat sonrasında eskisinden çok daha rahat nefes alabiliyor. Tam iyileşme ise bir yıl sürüyor.

Burun estetiği ileri yaşlarda yapılamaz. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Burun estetiği ameliyatı, tıbbi olarak gerekli olması halinde ileri yaşlarda da yapılabiliyor.

Sekiz haftadan uzun süren öksürüğe dikkat!

Sekiz haftadan uzun süren öksürüğe dikkat!
Sonbahar ve kış mevsiminde hekimlere en sık başvuru nedenleri arasında yer alan ‘öksürük’ bazen haftalarca dinmeyebiliyor. Akciğerleri rahatsız eden yabancı madde ile mukusu dışarıya atmanın temel yöntemi olan öksürük yetişkinlerde sekiz haftadan uzun süre devam ettiğinde ‘kronik öksürük’ olarak adlandırılıyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, dinmeyen öksürük yakınmasında mutlaka hekime başvurmak gerektiğine dikkat çekerek, “Öksürük genellikle üst solunum yolu enfeksiyonları ve sigara kullanımından kaynaklansa da önemli hastalıklara da işaret edebiliyor. Bu nedenle sekiz haftadan uzun süren öksürüğün ‘griptendir’ veya ‘sigara öksürüğüdür’ diyerek hafife alınmaması gerekiyor. Zira öksürüğü önemsememek ciddi hastalıkların teşhis ve tedavisini geciktirebiliyor” diyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süfa Alzafer, kronik öksürüğe yol açan etkenleri anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu!

Dr. Süha Alzafer

Sigara
Kronik öksürüğün nedenlerinin başında sigara içmek ve dumanına maruz kalmak geliyor. Öyle ki sigara içen kişilerde kronik öksürük görülme oranı hiç sigara kullanmayan veya sigarayı bırakmış kişilerden 3 kat daha fazla. Sigaranın kronik öksürüğe yol açmasının sebebi ise solunum yollarını tahriş etme özelliğine sahip olması. Ancak öksürük aynı zamanda akciğer kanseri ve kronik obstrüktif akciğer hastalıkları gibi ciddi sağlık sorunlarından da kaynaklanabiliyor. Sigara kullanan kişilerin öksürüğün sigara nedeniyle oluştuğunu düşünmeleri altta yatan önemli hastalıkların tanısında gecikmeye yol açabiliyor.
Astım
Astım kronik öksürük yakınmalarının ilk nedenleri arasında yer alıyor. Yapılan çalışmalara göre; astım her 100 hastadan 57’sinde tek başına öksürük belirtisiyle başlıyor. Genellikle gece uykudan uyandırıyor veya sabaha doğru gelişiyor. Beraberinde nefes darlığı ve hışıltılı solunum gibi yakınmalar da görülebiliyor.
Gastroösofageal reflü
Gastroösofageal reflü, yemek borusu ile mide arasındaki bölgede oluşan gevşeklik nedeniyle mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçması olarak tanımlanıyor. Buna bağlı olarak hem ses tellerinde asit muhteviyatlı içeriğin tahrişe yola açması hem de gıda kırıntılarının istemsiz olarak akciğerlere kaçması sonucu kronik öksürük oluşuyor.
Sinüzit
Sinüzit hastalığında oluşan geniz akıntısı da sıklıkla kronik öksürüğe neden olabiliyor. Zira, geniz akıntısının içinde yer alan bazı iltihabi maddeler boğazı tahriş ederek öksürüğü tetikleyebiliyor. Geniz akıntısından kaynaklanan kronik öksürük genellikle geceleri yatınca artıyor. Dr. Süha Alzafer, genizde oluşan akıntı geçmeden öksürükle baş etmenin çoğu zaman mümkün olmadığına işaret ederek, “Dolayısıyla geniz akıntısı nedeniyle gelişen kronik öksürükte ilaçları uzun süre kullanmak gerekebiliyor” diyor.
Bronşektazi
Kronik öksürük, geçirilmiş zatürre enfeksiyonları sonrasında bronşların genişlemesi ve deforme olmasıyla karakterize bir hastalık olan bronşektazinin habercisi olabiliyor. Dr. Süha Alzafer, bu hastalıkta kronik öksürüğün yanı sıra sürekli ve bol miktarda balgam çıkarma sorununun da yaşandığını belirterek, “Ayrıca zaman zaman hayatı tehdit edici boyutlarda kanlı balgam görülebiliyor. Bu tabloya özellikle enfeksiyon eklendiğinde öksürük yakınması artıyor” diyor.
Bronşit
Bronşit, akut ve kronik bronşit olmak üzere iki gruba ayrılıyor. Kronik öksürük daha çok kronik bronşit sebebiyle gelişiyor ve sıklıkla sigara içenlerde görülüyor. Özellikle sonbahar ve kış mevsiminde en az üç ay boyunca devam eden öksürük ile balgam yakınmaları kronik bronşit habercisi olabiliyor. Akut bronşitte ise öksürük çoğunlukla günler içinde geçiyor ve kronik öksürüğe yol açmıyor.
Covid-19
Sonbahar ve kış aylarında yaygın görülen nezle, grip ve Covid-19 gibi üst solunum yolu enfeksiyonları geçtikten sonra öksürük haftalarca sürebiliyor. Zeminde alerjik bir bünye varsa öksürüğün uzama olasılığı yükseliyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi

Tüberküloz
Kronik öksürük, en çok akciğeri etkileyen tüberkülozun da belirtisi olabiliyor. Tüberküloz hastalığının yol açtığı kronik öksürüğe kanlı balgam, kilo kaybı, iştahsızlık ve gece terlemesi eşlik edebiliyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, tüberküloza bağlı kronik öksürüğü olan hastalarda tanının bir an önce konulması gerektiğini belirterek, “Böylece hem hastalığın vücuda yayılma hem de toplumdaki diğer kişilere bulaşma riski azalıyor” diyor.
Kanser
Üst solunum yolu ve akciğer kanserleri de kronik öksürüğe yol açan önemli hastalıklar arasında yer alıyor. Özellikle 40 yaşın üzerinde olan ve sigara içen hastaların nedeni bilinmeyen ve giderek artan öksürüklerde mutlaka hekime başvurmaları gerekiyor. Uzamış öksürüğe kanlı balgam, göğüs veya sırt ağrısı, iştahsızlık ve zayıflama gibi belirtiler de eşlik edebiliyor.
İnterstisyel akciğer hastalığı
Yeni tıp terminolojisinde ‘diffuz parankimal’ akciğer hastalığı olarak da tanımlanan bu geniş hastalıklar grubunda akciğerler adeta ciltteki yaranın iyileşirken kabuk bağlaması gibi bağ dokusu oluşumuyla sertleşiyorlar. Vücutta yeterince oksijen ve karbondioksit değişimi olmayınca hastalarda kronik öksürük ve hareketle artan nefes darlığı gelişebiliyor.
Kalp yetmezliği
Kalp yetmezliği de başlı başına kronik öksürük nedeni olabiliyor. Bu hastalıkta, kalbin vücudumuzun gereksinimini sağlayacak kadar kanı pompalayamaması nedeniyle akciğerlerde kan toplanıyor. Vücudumuz da akciğerde biriken bu kanı öksürükle atmaya çalışıyor. Özellikle geceleri yattıktan sonra gelişen, ayağa kalkınca veya oturunca hafifleyen, bazen beraberinde hırıltılı solunum ve pembe renkli balgamın da eşlik ettiği kronik öksürük kalp yetmezliğine işaret edebiliyor.
Buşon
Kulaklarda öksürük refleksinin uyarıldığı alanlar olduğu için buşon, yani kulak kiri de bazen kronik öksürüğe yol açabiliyor. Kulak kirinin temizlenmesi sonrasında öksürük genellikle geçiyor.

Kalp ameliyatları “Küçük Kesi Yöntemi” ile kâbus olmaktan çıkıyor

Kalp ameliyatları “Küçük Kesi Yöntemi” ile kâbus olmaktan çıkıyor

Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi bünyesinde Prof. Dr. Cengiz Köksal öncülüğünde açılan “Küçük Kesi Kalp Cerrahisi Merkezi”nde uygun hastalara tüm kalp ameliyatları küçük kesi yöntemiyle gerçekleştiriliyor.

Dünya tıp literatürüne “Anahtar Deliğinden Kalp Cerrahisi” adıyla geçen, Türkiye’de ve dünyada sayılı sağlık kuruluşunda açılan, özelleşmiş “Küçük Kesi Kalp Cerrahisi” merkezlerinden biri de Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi bünyesindeki hastanelerde yerini aldı. Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Cengiz Köksal öncülüğünde hizmet veren merkezde uygun hastalarda tüm kalp ameliyat türleri küçük kesi ve mümkünse kalbi durdurmadan yapılacak.

Prof. Dr. Cengiz Köksal

 “Hastalar açık ameliyattan çekiniyor”

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Cengiz Köksal; “Kalp ameliyatlarının çoğu, literatürde ‘sternum’ dediğimiz, halk arasında ‘iman tahtası’ olarak bilinen bölge kesilerek uygulanıyor. Yani hastanın göğsünü boydan boya açıyor, operasyonu o şekilde yürütüyoruz. Fakat kesinin yeri ve büyüklüğü, kalp hastalarında anlaşılır bir şekilde korku ve endişeye yol açıyor. Bu sebeple hastalar operasyondan kaçınıyor” diye konuştu.

Prof. Dr. Köksal, “Küçük kesi ile yapılan kalp ameliyatları arasında; uygun hastalarda çalışan kalpte küçük kesi ile sol meme altından koroner bypass ameliyatı, çalışan kalpte küçük kesi ile mitral kapak tamiri ve kapak değişim ameliyatları, çalışan kalpte triküspit kapak tamiri ameliyatı, küçük kesi ile aort kapak ameliyatları sayılabilir” dedi.

Prof. Dr. Cengiz Köksal

“Birçok avantajı var”

“Küçük kesi ile kalbi durdurmadan kalp ameliyatının hastalar için birçok avantajı var” diyen Prof. Dr. Köksal, şöyle devam etti: “Küçük kesi ile yapılan ameliyatlarda göğüs ön kemiği yani “iman tahtası” kesilmez. Göğüs ön kemiği kesilen hastalarda hastaların ameliyat sonrası sağa sola dönmesi kısıtlanır ve hastalar günlük aktivitelerine daha geç dönerler. Ayrıca bu hastalarda kalp ameliyatı sonrası enfeksiyon riski daha yüksektir. Göğüs ön kemiği kesilmeden, küçük kesi ile yandan kaburgaların arasından yapılan kalp ameliyatlarında hastalar araba kullanmak, yüzmek gibi günlük aktivitelerine daha hızlı dönerler. İyileşme süresi daha kısa olduğu gibi hastalar daha az ağrı hissederler. Ayrıca bu hastalarda ameliyat sonrası enfeksiyon riski daha azdır. Ameliyat izinin az olması da önemli bir kozmetik avantajdır. Bilindiği gibi estetik her yaşta herkes için önemlidir. Tıbbın amacı insanları sadece yaşatmak değil kaliteli yaşatmak, yaşadıkları her zamanı iyi ve keyifli geçirmelerini sağlamaktır. Her türlü kapak ve koroner baypas ameliyatına ihtiyaç duyan her hastanın bu konforu hak ettiğini düşünüyoruz” ifadelerini kullandı.

Alzheimer’ın en sık rastlanan 10 belirtisi!

Alzheimer’ın en sık rastlanan 10 belirtisi!

Günümüzde yaklaşık 55 milyon kişi demans (bunama) hastası olarak yaşamını sürdürürken, Alzheimer hastalığı en sık bunama nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Son yıllarda giderek yaygınlaşan hastalık ilerleyici beyin hücre kaybı ile seyrediyor ve hastalığın evresine göre çeşitli bilişsel bozukluklar, duygusal/ davranışsal değişiklikler ve fiziksel/ fonksiyonel gerilemelere yol açıyor. Modern çağda ortalama yaşam süresi giderek uzarken Alzheimer hastalığının görülme sıklığının da arttığını belirten Acıbadem Fulya Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Yıldız Kaya, “Yapılan çalışmalar; Alzheimer hastalığının 65 yaşın üzerindeki kişilerde yüzde 3-11, 85 yaşın üzerinde ise yüzde 20-47 oranında görüldüğünü, 65 ile 85 yaşları arasında hastalığın görülme sıklığının her beş yılda bir 2 katına çıktığını ortaya koyuyor. Günümüzde Türkiye’de 300 bin civarında Alzheimer hastası bulunurken, genç nüfusun giderek yaşlanacağı bir ülke olarak Türkiye’de 30-40 yıl sonra bu hastalığın en önemli sağlık sorunlarından biri haline geleceği görülüyor” diyor. Dr. Öğretim Üyesi Yıldız Kaya, bunama ile normal yaşlanma sürecine bağlı unutkanlığın karıştırılmaması gerektiğinin altını çizerken, hastanın ve ailesinin günlük yaşantısını kabusa çevirebilen Alzheimer’a karşı toplumsal farkındalığın oluşturulmasının son derece önemli olduğunu vurguluyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Öğretim ÜyesiYıldız Kaya, 1-30 Eylül Dünya Alzheimer Farkındalık Ayı kapsamında yaptığı açıklamada Alzheimer hastalığı ile normal bir unutkanlık arasındaki 10 önemli farkı ve Alzheimer’ın en sık rastlanan 10 belirtisini anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Yıldız Kaya

Günlük yaşam aktivitelerini bozan hafıza kaybı

Özellikle hastalığın erken evresinde yakın zamanda öğrenilen bilgileri unutma en sık görülen bulgulardan biridir. Hastalar önemli günleri veya olayları unuturlar. Sürekli aynı soruları tekrarlarlar ve bu nedenle not almaya veya yakınlarından bazı işlerini yapabilmek için yardım istemeye başlarlar. Yaşlanmaya bağlı hafıza bozukluğunda ise hasta bazen isimleri ve randevuları unutabilir fakat daha sonra bu bilgileri hatırlar.

Plan yapma ve problemleri çözmede güçlük

Kişi gereken bir işi planlamada ve hesap yapmada zorluk yaşamaya başlar. Aylık parasal hesapları yönetmede zorlanır. Daha önce yapabildikleri işleri daha uzun sürede bitirirler ve konsantre olmakta zorlanırlar. Yaşlanmaya bağlı süreçte ise finansal işlevlerde, hesaplamada veya evinin mali işlerinde nadiren hatalar yaparlar.

Bildikleri günlük işleri yapmada zorluk

Alzheimer hastaları rutinde yaptıkları günlük işlerini yapmakta zorluk yaşarlar. Bildikleri bir yere gitmekte, evlerinin yolunu zorlanabilirler. Alışveriş listesini hazırlayamazlar veya çok iyi bildikleri bir oyunun kurallarını hatırlayamayabilirler. Yaşlanmaya bağlı dönemde ise kişiler bazen yeni aldıkları fırın gibi bir aleti çalıştırma veya televizyon dizisini kaydederek tekrar seyretme gibi daha kompleks işlerde hatalar yapabilirler.

Zamanı ve bulunduğu mekanı karıştırma

Alzheimer hastaları günleri, mevsimleri ve zamanı karıştırırlar. Bazen buldukları ortamı ve hatta kendi evlerini tanıyamazlar ve oraya nasıl geldiklerini sorarlar. Yaşlanmaya bağlı unutkanlıkta ise haftanın hangi günü olduğunu karıştırıp sonra ipuçları ile hatırlarlar.

Görsel algılamada zorluk yaşama

Nöroloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Yıldız Kaya “Bazı Alzheimer hastalarında gördüğünü algılamakta zorluk olabilir. Bu nedenle okumada ve yazmada zorluk ve bazen yürürken denge kaybı gelişebilir. Ayrıca bazı durumlarda mesafeyi ayarlamakta ve renklerin ayrımını yapmakta zorluk gelişmesi nedeniyle özellikle araba kullanmayı beceremezler. Yaşlanmaya bağlı durumlarda ise kişinin katarakt gibi göze bağlı sağlık sorunu var ise görme bozuklukları görülür” diyor.

Konuşma ve yazmada zorlanma

Alzheimer hastaları bir sohbete katılmak ve konuşmayı takip etmekte zorlanırlar. Konuşurken aniden durup ne söyleyeceklerini unuturlar veya söylediklerini tekrar etmeye başlarlar. Kelime bulmakta, eşyaların ismini bulmakta zorluk çekerler ve yanlış kelimeler ile isimlendirirler. Yaşa bağlı süreçlerde ise bazen doğru kelimeyi bulmakta zorluk olabilir.

Acıbadem Fulya Hastanesi

Eşyaların yerini bulmakta zorluk

Alzheimer hastaları eşyaları alışılmadık yerlere koyup daha sonra o yeri hatırlayamazlar. Birlikte yaşadıkları kişileri eşyalarını çalmakla suçlayabilirler. Yaşa bağlı unutkanlıkta nadiren eşyalarını koydukları yerleri unutsalar da daha sonra arayarak bulabilirler.

Karar vermede zorluk

Özellikle hastalığın ilerleyen dönemlerinde hastalar bir işle ilgili karar verme ve muhakeme yeteneğinde zorluk yaşarlar. Mali işlerini planlayamazlar. Banyo yapma, el yıkama gibi öz bakımları ilgili işlevlerinde bozulma olur. Yaşa bağlı unutkanlık döneminde bazen yanlış kararlar vererek hatalar yapabilirler ancak daha sonra bunu çözebilirler.

Sosyal aktivitelerden ve işyerinden uzak durma

Alzheimer hastaları bir konuşmaya dahil olup konuyu takip edemediklerinden dolayı sosyal aktivitelerden, eskiden yaptığı hobilerden ve aktivitelerden kaçınırlar. Yaşa bağlı süreçte ise bazen isteksizliğe bağlı ailevi ve sosyal olaylara katılmama olabilir.

Kişilik ve duygulanımda değişiklikler

Alzheimer hastalığı olan bireylerde şüphecilik, akıllarının kolaylıkla karışması, depresyon, endişe ve korku hali gelişebilir. Güvenli alanlarından çıktıklarında, ev yaşamında nedeni olmaksızın, kolaylıkla sinirli veya üzgün ruh haline geçebilirler. Yaşlanmaya bağlı dönemde ise kişilerin bazı işlerini yapmakta kendilerine özgü yöntemleri olup, bu rutinleri bozulduğunda kızgınlık ve huzursuzluk yaşayabilirler.

Unutkanlığınız bu nedenlerden olabilir!

Acıbadem Fulya Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Yıldız Kaya “Yaşlanmanın dışında vitamin eksiklikleri, hormonal bozukluklar gibi bir çok nedenle bilişsel bozukluklar gelişebileceği aşikar olup kişilerde varolan unutkanlığın Alzheimer hastalığına mı veya diğer nedenlere mi bağlı olup olmadığı mutlaka araştırılmalıdır. Eğer unutkanlık nedeni Alzheimer hastalığına ve bunama nedenlerine bağlı değilse diğer tedavi edilebilir unutkanlık nedenleri göz önünde bulundurularak kişinin yaşam kalitesi düzeltilebilir. Eğer bulgular Alzheimer hastalığına bağlı ise erken evrede tedavi başlanması, hastalık sürecinin yavaşlatılması ve hem hasta hem de aile bireylerinin gelecek dönemleri ile ilgili plan ve yaşamlarını düzenlemeleri açısından önem taşımaktadır” diyor.

İnce bağırsak hastalığında pratik tanı

İnce bağırsak hastalığında pratik tanı

Kapsül endoskopi, sindirim sisteminin incelenmesi için kullanılan bir tıbbi görüntüleme yöntemidir. Bu işlemde, hasta tarafından yutulan bir kamera kapsülü, sindirim sisteminin farklı bölümlerinden görüntüler kaydeder. Bu kapsül, yemek borusundan geçerek mide, ince ve kalın bağırsağın son kısmına kadar ulaşır. Özellikle ince bağırsak hastalıkları için kullanılan kapsül endoskopi, normal endoskopi ve kolonoskopi gibi geleneksel yöntemlerin yerini alacak bir alternatif değildir. Memorial Şişli Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Yaşar Çolak, kapsül endoskopi işlemi hakkında bilgi verdi.

Kapsül endoskopi içerisinde kamera olan şeffaf bir kapsülün yutulması ile birlikte tüm sindirim sisteminin görüntülenmesi işlemidir. Kapsül endoskopi işlemi tüm sinirim kanalı ile birlikte hemen her zaman ince bağırsakların görüntülenmesi amacıyla kullanılır. Bunun nedeni yemek borusu ve midenin gastroskopi, kalın bağırsağın ise kolonoskopi ile yeterli derecede görüntülenebilmesinin mümkün olmasıdır. Mide ve kolon arasındaki yaklaşık 5-7 metrelik ince bağırsakları bu klasik yöntemlerle görüntüleyebilmek mümkün değildir. Ancak son yıllarda çift balon enteroskopi yöntemi ile ince bağırsakların da endoskopik olarak görüntülenmesi mümkün olmuştur.

Prof. Dr. Yaşar Çolak

En sık ince bağırsak hastalıklarında başvuruluyor

Kapsül endoskopinin en sık yapılma nedeni sindirim sistemi kanaması olan kişilerde gastroskopi ve kolonoskopide kanama odağının saptanamaması ve bu nedenle ince bağırsağın taranmasıdır. İnce bağırsağın hastalıklarının teşhisi için özellikle tercih edilir. İnce bağırsak, diğer endoskopik yöntemlerle kolaylıkla görüntülenemez ve bu nedenle kapsül endoskopi ile bu bölgenin incelenmesi için ideal bir seçenek olabilir. Anemi (kansızlık) gibi nedenlerle kronik kanama yaşayan hastalarda, kanamanın kaynağını bulmak için kapsül endoskopi kullanılabilir.  İnce bağırsakları etkileyen kronik iltihabi bağırsak hastalığı olan Crohn hastalığının teşhisinde ve takibinde kapsül endoskopi yararlı olabilir. Sindirim sistemi poliplerinin teşhis ve takibi için kapsül endoskopi kullanılabilir. Bunun dışında bağırsak iltihapları ve tümör taraması için de tercih edilebilmektedir.

Kapsülün içindeki kamera sürekli fotoğraf çekerek cihaza iletiyor

İşlem öncesi bağırsakların temizlenmesi için ilaçlar ve sıvı bir diyetle temizlik yapılması gerekir. İşlem yaklaşık 10×5 mm’lik şeffaf ve içinde kamera olan bir kapsülün yutulması ile başlar. Kapsülün içindeki kamera sürekli olarak fotoğraf çekmekte ve bu görseller Bluetooth teknolojisi ile kişinin üzerindeki küçük bir cihaza iletilip, kaydedilmektedir. Yaklaşık 6-8 saat içinde ince bağırsakları geçen kapsül kalın bağırsağa ulaşmaktadır. Kapsül tuvalete atılmakla birlikte cihaza kaydedilen görüntüler daha sonra bilgisayara aktarılır ve doktor tarafından bu görüntüler incelenir. Bu sayede ince bağırsağın görüntülenmesi sağlanmış olur. İşlem riski yok denecek kadar azdır. Sadece bağırsaklarda tümör gibi darlığa ve tıkanıklığa yol açabilecek bir hastalık şüphesinde yapılmamalıdır. İşlem oldukça konforlu ve ağrısız bir işlemdir.

Kapsül endoskopi normal endoskopi veya kolonoskopinin alternatifi değildir

Kapsül endoskopi uygulaması oldukça kolay, düşük riskli ve konforlu bir inceleme yöntemidir. Ancak kapsül endoskopi işlem sanılanın aksine standart endoskopi ve kolonoskopi yerine kullanılabilecek bir yöntem değildir. Normal endoskopik işlemlerde mide ve bağırsaklar hava ile şişirilir ve istenen tüm alanlar detaylı olarak istenildiği ölçüde incelenebilir. Endoskopik işlemlerde istenilen alandan biyopsi alınabilir veya tedavi amaçlı bazı işlemler yapılabilir. Bundan dolayı da kapsül endoskopi klasik endoskopik yöntemler yerine kullanılabilecek bir yöntem olarak düşünülmemelidir. Kapsül endoskopide istenen her alan örneğin mide ve bağırsak kıvrımlarının arası net olarak görülemeyebilir. Ancak bazı özel durumlarda kapsül endoskopi oldukça faydalı ve kolay uygulanabilen bir yöntemdir. Kapsül endoskopi sırasında saptanabilen lezyonlar ya sonrasında çift balon endoskopi ya da cerrahi yöntemlerle tedavi edilebilmektedir. Var olan hastalığa ve hastanın durumu ve ihtiyacına göre uzman doktor en uygun yöntemi belirlemek için kapsamlı bir değerlendirme yapacaktır.

Jinekolojik kanserlere karşı 3 önemli kural!

Jinekolojik kanserlere karşı 3 önemli kural!

Dünyada kadınlarda görülen her beş kanserden birini jinekolojik kanserler oluşturuyor. Jinekolojik kanserler her yıl kabaca bir milyon kadında teşhis ediliyor ve yüzbinlerce ölüme neden olabiliyor. Rahim, yumurtalık ve rahim ağzı kanserleri, jinekolojik kanserlerin yüzde 95 gibi büyük bir oranını kapsıyor. Ülkemizde de sık görülen jinekolojik kanserlerde ölüm oranı yüksek olsa da aslında erken teşhis ve tedavi hayat kurtarıyor! Acıbadem Ataşehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Fuat Demirci, her yıl düzenli olarak yapılan jinekolojik muayenelerin kadın kanserlerinin önlenmesinde veya erken teşhis edilmesinde en önemli faktörü oluşturduğuna dikkat çekerek, “Bu nedenle, her kadının hiçbir yakınması olmasa dahi 21 yaşından itibaren jinekolojik muayene yaptırmayı ihmal etmemesi gerekiyor. Ayrıca adet düzeninde değişiklik, anormal kanama, ağrı, akıntı ve ilişki sırasında oluşan kanamalarda mutlaka hekime başvurulmalı. Bunların yanı sıra jinekolojik kanserlere yol açan risk faktörlerinin bilinmesi ve bu yönde önlem alınması önem taşıyor. Bu üç faktör jinekolojik kanserlerde yaşam kurtarıyor” diyor.

Prof. Dr. Fuat Demirci

RAHİM KANSERİ

Rahmin iç dokusundan kaynaklanan ve genellikle menopozdan sonra oluşan rahim kanseri erken dönemde tespit edilebilen bir hastalık. Ülkemizde yumurtalık ve rahim ağzı kanserinden daha sık görülen rahim kanserinin tedavisine erken dönemde başlandığında başarı oranı oldukça yükseliyor.

Belirtileri: Menopoz döneminde oluşan vajinal kanama, adet gören kadınlarda ise düzensiz kanamalar ve ara kanamalar, rahim kanserinin tipik belirtilerini oluşturuyor.

Erken tanı için: Rahim kanseri hastaların yüzde 75’inde erken dönemde teşhis edilebiliyor. Dolayısıyla adet gören kadınların düzensiz veya ara kanamalarda, menopoz sonrasında ise bir kez oluşsa dahi vajinal kanamalarda hekime başvurmaları büyük önem taşıyor.

Tedavisi: Erken dönemde rahmin alınması yeterli geliyor ve hayat kurtarıcı oluyor. İleri evrelerde ise rahim, yumurtalıklar, omentum ve lenf düğümlerinin alınması gerekiyor. Prof. Dr. Fuat Demirci, cerrahi tedaviye destek için radyoterapi ve kemoterapi yöntemlerine de başvurulduğunu belirterek, “Son yıllarda hastaları pelvik ve paraaortik (karında büyük damarların etrafındaki lenf düğümleri) lenf düğümünün alınmasından korumak amacıyla laparoskopik sentinel lenf nod örneklemesi yapılıyor. Ayrıca moleküler tekniklerle gerçekleştirilen değerlendirmelerde konvansiyonel yöntemlerle atlanma olasılığı olan hastalar etkili biçimde tedavi edilebiliyor. Sentinel lenf nod örneklemesi hastayı hem olası ameliyat komplikasyonlarından hem de lenf bezlerinin alınmasından kaynaklanan ayaklarda şişlik ve ödem gibi komplikasyonlardan koruyor” diyor.

Acıbadem Ataşehir Hastanesi

RAHİM AĞZI KANSERİ

Tıp dilinde ‘serviks kanseri’ olarak adlandırılan rahim ağzı kanseri, dünyada kadın kanserleri arasında 4. sırada yer alıyor. Dünyada her yıl yaklaşık 570 bin kadın, etkeni human papilloma virüsü (HPV) olan rahim ağzı kanserine yakalanıyor ve bu kadınların yarısı yaşamını yitiriyor. Bunun nedeni ise erken dönemde belirti vermeyen bir hastalık olması. Rahim ağzı kanseri aslında önlenebilen veya erken evrelerinde başarıyla tedavi edilebilen bir hastalık. Ülkemizde de uygulanan HPV aşısı rahim ağzı kanserinden korurken, smear testi de kanser öncülü lezyonların erken dönemde yakalanmasına yardımcı oluyor.

Belirtileri: Rahim ağzı kanserinde erken dönemde belirtiler görülmüyor. Geç dönemde ise kanlı akıntı, ilişki sırasında kanama ve düzensiz adet kanamaları şeklinde kendini belli ediyor.

Erken tanı için: Hiçbir yakınması olmasa bile 21 yaş üzerinde ve cinsel yaşamda aktif olan kadınların düzenli aralıklarla smear testi yaptırmaları şart! Smear testinden şüpheli bir sonuç çıkarsa, HPV araştırması, kolposkopi ve biyopsi ile kanserin öncül lezyonları saptanabiliyor. Ayrıca 30 yaş üzeri kadınlarda her 5 yılda bir birlikte yapılan smear ve HPV testi de taramada kullanılıyor. Prof. Dr. Fuat Demirci, günümüzde rahim ağzı kanserinden korunmak için en önemli yöntemin HPV aşıları olduğuna işaret ederek, “HPV aşıları kız ve erkek çocuklarda 9 yaşın üzerinde yapılıyor. Ülkemizde de 9 HPV virüsünden koruyan aşıdan üst yaş sınırı olmadan tüm kadınlar faydalanabiliyor. Ancak aşı yaptıran kadınların da smear testini ihmal etmemeleri gerekiyor” diye konuşuyor.

Tedavisi: Erken dönemde rahim ağzının küçük bir kısmının koni şeklinde alınması yeterli gelirken, ileri dönemlerde ise ameliyatın müdahale alanı genişliyor. Hastalığın ilerlemiş olduğu durumlarda ameliyatın yanı sıra radyoterapi ve kemoterapi tedavisi de gerekebiliyor.

YUMURTALIK KANSERİ

Yumurtalık kanseri ülkemizde jinekolojik kanserler arasında rahim kanserinden sonra 2. sırada yer alıyor. Sinsice ilerlemesi nedeniyle hastaların büyük çoğunluğunda tanı ileri evrede konulabildiği için ölümcül kanser olarak ifade ediliyor. Aslında erken teşhis edildiğinde tedavide yüzde 80-90’lara varan başarılı sonuçlar elde edilebiliyor. Yumurtalık kanserinin yüzde 10-15’inde genetik geçiş etkili oluyor. Dolayısıyla genetik öykü varlığında gen araştırması yapılarak kadının sıkı takibe alınması büyük önem taşıyor.

Belirtileri: Yumurtalık kanseri erken dönemde belirti vermeyen bir kanser türü. İleri evrelerde ise daha çok hazımsızlık, karında şişme, bulantı ve kilo kaybı gibi mide-bağırsak sistemiyle ilişkili sorunlara yol açıyor. Gastrit, ülser ve kolit gibi hastalıklara özgü belirti vermesi nedeniyle zaman kaybı oluyor; her 3 kadından 2’sinde hastalık ileri evrede (Evre 3-4) teşhis ediliyor.

Erken tanı için: Yumurtalık kanserinde en önemli erken tanı yöntemi düzenli aralıklarla yapılan jinekolojik muayene ve ultrasonografidir. Riskli olduğu saptanan kadınlarda ise bazı kan testleri (tümör belirteçleri) ve ultrasonografik takip önem taşıyor. Ayrıca genetik risk saptanarak muayene ve takip sıklığı belirleniyor.

Tedavisi: Prof. Dr. Fuat Demirci, cerrahi yöntemin yumurtalık kanserinin temel tedavisini oluşturduğunu belirterek, “Ameliyatta amaç gözle görülebilir kanser hücrelerinin tümünü almaktır. Bu amaçla gerekirse bağırsaklardan bir kısım ve dalak da alınabiliyor. Yumurtalık kanserleri kemoterapiye iyi cevap veren tümörlerdir. Ameliyat sonrasında kemoterapiyle tedavi destekleniyor.” diyor 

Masa başı çalışanlar dikkat!

Masa başı çalışanlar dikkat!

Tam şu anda ekran karşısında ne iş yapıyorsanız hemen durun ve sadece 1 saniye o pozisyonda kendinizi gözlemleyin! Ne görüyorsunuz?

Bilgisayar ekranına odaklanmış, omuzlar önde, dirsek ve el bilekleri bükülü halde klavyede yazıyorsunuz! Ya da öne eğilmiş şekilde elinizdeki cep telefonuna bakıyorsunuz! Bu ve benzeri yanlışları her gün ve üstelik çoğunlukla hiç farkında olmadan yapıyoruz. İşte masa başı çalışanları tehdit eden hastalıklara karşı farkındalık oluşturabilmek için “19-24 Eylül Ofiste Sağlık Farkındalık Haftası” kapsamında açıklamalar yapan Acıbadem Altunizade Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Arel Gereli hem tehlikeleri hem de 10 adımda korunma yollarını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Günümüzde hızla yaygınlaşan el, kol ve omuz ağrısı şikayetleri özellikle masa başı çalışanların daha sık kapısını çalıyor. Zira modern çağın hareketsiz (sedanter) yaşam tarzına bir de ofiste masa başında yanlış duruş pozisyonları eklendiğinde sorun çok daha ilerleyerek kabusa dönüşebiliyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Arel Gereli “Yoğun iş temposu, sosyal medya kullanımı, devamlı değişen gündem beynimize sürekli veri akışına neden oluyor. Çoğu kez su içmeyi, nefes almayı, hareket etmeyi unutuyoruz. Uzun saatler ekran karşısında hareketsiz kalıyoruz. Bu durum omuz, kol ve ellerimizi çok yıpratıyor üstelik farkında bile değiliz” diyor. Masa başı çalışanları tehdit eden hastalıklar ve önlem alma konusunda farkındalık yaratabilmek amacıyla 19-24 Eylül Ofiste Sağlık Farkındalık Haftası kapsamında hem kendiniz hem de arkadaşlarınız için basit ama etkili bir testle farkındalık oluşturabilir, sağlığınız için sadece 1 saniyede çok ciddi yol kat edebilirsiniz!

Prof. Dr. Arel Gereli

Ağrılar peşimizi bırakmıyor, çünkü!

Masa başında çalışırken yaptığımız bu hatalar nedeniyle ağrılar peşimizi bırakmazken Prof. Dr. Arel Gereli süreci şöyle özetliyor: “Bilgisayar veya cep telefonu karşısında kendimizi sabitlemek için omuzlarımız öne doğru, el ve dirseklerimiz bükülü vaziyette devamlı kasılı kalmak gerekiyor. Uzun süre bu şekilde kalan kaslar ve eklemler esnekliklerini yitiriyor. Kısa vadede kronik ağrıya sebep olurken yıllar içerisinde bu dokular ani yüklenmelere uyum sağlayamıyor. Sonuç olarak omuz ve dirsekte kas yırtıkları, ellerde eklem kıkırdağı kayıpları kaçınılmaz oluyor. Bunun yanısıra, bilgisayar başında yada cep telefonu kullanırken ellerimiz tekrarlayan hareketler yapar. Zaman içinde bu hareketler dokuları kalınlaştırarak yanındaki sinirin sıkışmasına ya da kanal içinde takılmasına neden olur. Saydığımız mekanizmalar zamanla karpal tünel sendromu, eklem kireçlenmeleri, tetik parmak, omuz kası yırtığı hastalıklarına ilerler. Cerrahi müdahale kaçınılmaz olur. Ama bazı basit önlemlerle bunların önüne geçmek mümkün.”

Acıbadem Altunizade Hastanesi

Farkındalıkla önlemek mümkün! 10 etkili önlem!

Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Arel Gereli basit ama etkili 10 önlemi şöyle sıralıyor;

  1. Öncelikle masa başında çalışırken hangi pozisyonda durduğunuzun farkına varın. Dik durun, omuzlarınızı geriye alın. Dik durduğunuzda ekran, gözünüzün hizasında olmalıdır.
  2. Klavyede yazarken el ve dirseklerinizi aşırı bükük durumda uzun saatler tutmayın.
  3. Bilgisayar başında kısa molalar verin. Kontrolsüz kullanım; sinir sıkışması, omuz kası yırtığı, kireçlenme gibi hastalıkların yatkın bünyelerde daha erken görülmesine yol açıyor.
  4. 40 dakikada bir ellerinizi 3 dakika dinlendirin.
  5. Telefon elinizdeyken geçirdiğiniz sürenin farkında olun. Elinizde devamlı telefon tutmayın, kullanmadığınızda ellerinizi boş bırakın.
  6. Farkındalığınızı arttırmak için etrafınızdaki insanları uyarın, onları da bilinçlendirin. Zira farkındalık masabaşı çalışanlarda görülen el, kol ve omuz sorunlarında kurtarıcı oluyor.
  7. Ağrıların sebebi çoğu kez bu organlarımıza aşırı yüklenmeden kaynaklandığından, güçlendirme amacıyla ağırlık egzersizleri yapmaktan kaçının. Bilinçsizce yapılan ağırlık egzersizleri kas yırtığı gibi sakatlanmalara yol açabiliyor.
  8. Masabaşı çalışanlarda düzenli egzersiz yaparak ağrıları azaltmak mümkün. Ancak, egzersize ilk defa başlıyorsanız hafif tempoda başlayıp, zaman içerisinde artırın.
  9. Egzersiz/spor öncesi iyi ısınma, spor sırasında ise esneme temelli hareketlere ağırlık verilmesi masabaşı çalışanları sakatlanmalardan korur.
  10. Alacağınız tüm tedbirlere rağmen el, kol ve omuz ağrısı çekiyorsanız mutlaka bir uzman görüşü alın. Çünkü ilerleyen dönemlerde ağrıya hareket kaybı, uyuşma eşlik ettiğinde; ağrılar gece uykudan uyandırdığında cerrahi müdahale gerekebiliyor. Hekime başvurmayı geciktirmek, basit tedavi yöntemleriyle giderilebilecek bir sorunun çok daha ağırlaşmasına neden oluyor.

Hekim tavsiyesi olmadan gargara kullanılmamalı

Hekim tavsiyesi olmadan gargara kullanılmamalı

Ağız gargarasının ağız ve diş temizliği için kullanılabilecek bir ürün olmadığını belirten uzmanlar, gargaraların hekim tavsiyesi olmadan kullanılmaması gerektiği konusunda uyarıyor. Uzun süreli kullanımının ağız içi mikroorganizmalarının dengesini bozabildiğini ifade eden Periodontoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Kübra Güler, farklı hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olabileceğini ve tat kaybı ya da kötü tat hissi oluşturabileceğine dikkat çekiyor. Güler ayrıca gargaraların yutulması halinde sağlık problemlerine neden olabileceğinin de altını çiziyor.

Üsküdar Diş Hastanesi Periodontoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Kübra Güler, ağız gargaralarının hangi durumlarda ve ne şekilde kullanılması gerektiğine dair açıklamalarda bulundu.

Dr. Kübra Güler

Dr. Kübra Güler

Gargara öncesinde ve sonrasında diş fırçalanmamalı

Diş bakımına özen gösterenlerin sıklıkla tercih ettikleri gargaraların nasıl kullanılması gerektiğine değinen Periodontoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Kübra Güler, “Bir ölçek gargara ağıza alınır ve yarım dakika boyunca çalkalandıktan sonra tükürülür. Öncesinde ve sonrasında yarım saat boyunca diş fırçalamamak gerekir. Çünkü bazı gargaraların diş macunları ile etkileşimi vardır ve bu etkileşim neticesinde etkinlikleri azalabilir.” dedi.

Gargara rutin olarak kullanılmamalı

Ağız gargarasının ağız kokusu veya diş arası temizliği için kullanılmaması gerektiğine dikkat çeken Güler, “Gargara rutinde kullanılması gereken bir ürün değildir ve asla diş fırçalama, diş ipi ya da ağız duşu kullanımının yerine geçemez. Çürük oluşumuna çok yatkınlığı olan bireylerde ya da şiddetli diş eti problemi olan hastalarda hekim reçete ederse gargara kullanılmalıdır.” şeklinde konuştu.

Fazla miktarda yutulması hayati tehlikeye neden olabilir

Ağız gargarasının yutulması durumunda sağlığı olumsuz etkileyebilecek sorunlara neden olabileceğini belirten Güler, az miktarda yutulması halinde midede yanma ve bulantı oluşabileceğini söyledi. 5-6 kapak gibi yüksek miktarlarda yutulması durumunda ise hemen bir hastaneye ulaşılması gerektiğini ifade eden Güler, fazlaca yutulmasının hayati tehlike doğurabileceği uyarısında bulundu.

Diş etlerinin de gargaradan etkilenebileceğini belirten Güler, “1-2 haftadan uzun süreli kullanımları ağız içi mikroorganizmalarının dengesini bozarak farklı hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olabilirken, bunun yanı sıra ağızda tat kaybı ya da kötü tat hissi oluşturabilir.” dedi.

Kekik suyu veya az tuzlu ılık su da diş etlerini rahatlatabilir

Gargaraların hekim tavsiye etmedikçe kullanılmaması gerektiği uyarısını yineleyen Periodontoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Kübra Güler, “Gargaralar hekim tavsiyesine göre edinilip, hekimin önerdiği sürece kullanılmalı. Gargara yaklaşık 30 saniye ağızda tutulmalı ve çalkalama yapılmalı. Ticari ürünler yerine kekik suyu ya da az tuzlu ılık su tercih edilebilir. Bu şekilde gargara yapmak da diş etlerini rahatlatabilir.” diyerek sözlerini tamamladı.