Yazılar

Anadolu yemekleri ile yılbaşı

Anadolu mutfağının unutulmaz tatları eşliğinde yeni yıl ruhunu yaşamak isteyenler eğlenceli ve lezzetli bir alternatif. Abdi Bey Lokantası, yılbaşı akşamına özel hazırlanan menü ve müzik performanslarıyla konuklarına unutulmaz bir gece yaşatacak.

Kasım başı itibarıyla hizmet vermeye başlayan ve iddialı konsepti ve menüsüyle kısa zamanda adından söz ettiren Abdi Bey Lokantası, şık ambiyansı ve misafir memnuniyetine odaklanan hizmet kalitesiyle lokantanın ‘fine dining’i’ olarak misafirlerini ağırlıyor. Anadolu lezzetlerinin modern gastronomi örnekleriyle birleştiği özgün bir menüye sahip olan mekan, ne modern bir meyhane ne salt bir lokanta ya da restoran…

Abdi Bey Lokantası

Özgün tatlardan oluşan yılbaşı yemeği

Şef Onur Kutluca, göze ve damağa hitap eden tabaklarla lezzetseverlere yeni yıla girerken tam bir lezzet şöleni yaşatıyor. Kutluca’nın yeni yıl akşamına özel olarak hazırladığı damakları şımartan lezzetli menü ile konuklar gerçek bir gastronomi deneyimi yaşıyor. Somon Gravlax, hardallı füme dana kaburga, uskumru füme, kişnişli armut turşusu ve soslardan oluşan Kara & Deniz tabağı ve takoz torik, narenciye sos, İstanbul fava, kırmızı soğan turşusu, dereotu kurusundan oluşan Karaköy tabağı lezzetli bir başlangıç sunuyor. Ara sıcakta Abdi Bey’den geleneksel Anadolu Mutfağının en hit yemeklerinden Adana kebap kıyması ile doldurulmuş içli köfte bulunuyor. Yeni yıl menüsünün olmazsa olmazı Yılbaşı Hindisi gecenin en gözde yemeği olarak masada yerini alıyor. Tercihini balık veya kırmızı etten yana kullanmak isteyenler için de Roma Şaşlık ve Surf & Turf ana yemek seçenekleri arasında. Kestane ve fildişi çikolatası ile hazırlanan ve kırmızı orman meyveleri ile servis edilen parfe yeni yıla enfes bir tat ile girmek için doğru seçim.

Abdi Bey Lokantası

Abdi Bey Lokantası Gala Yemeği

Welcome Drink

*KARBEYAZI* (Krema, Prosecco, Keçi Sütü Dondurma, Okyanus Tuzu, Fesleğen Yağı)

Amuse Bouche

*PERRİ GİBİ* (Tuzsuz Tereyağı, Türk Kahvesi, Somon Havyarı, Mor Reyhan Yağı)

Başlangıç

*KARA & DENİZ* (Somon Gravlax, Hardallı Füme Dana Kaburga, Kişnişli Armut Turşusu, Uskumru Füme, Ponzu Mayonez, Yedikule Marul,Badem Krakeri Üzerinde Mascapone Mus, Karpuz Kapari)

*KARAKÖY* (Takoz Torik, Narenciye Sos, İstanbul Fava, Kırmızı Soğan Turşusu, Dereotu Kurusu)

Ara Sıcak

*ABDİ BEY’DEN* (Adana Kebab Kıyması ile Doldurulmuş İçli Köfte, İsli Yoğurt, Füme Biber Yağı, Kavrulmuş Fıstık, Portakal Reçeli )

Salata

*TABLADAN* (Pembe Domates, Mor Soğan, Maydanoz, Sumak, Nar Ekşisi ve Taş Baskı Zeytinyağı)

Ana Yemek

*YILBAŞI HİNDİSİ* (Fırın Tiftik Hindi, Kestaneli İç Pilav, Portakallı Gravy Sos, Kış Sebzeleri)

*ROMA ŞAŞLIK* (Roma Enginar Kalbi, Dana Bonfile, Kremalı Dana Jü Sos, Kestane Püresi ve Taze Baharat Filizleri)

*SURF&TURF*(Levrek. Dana Pastırma, Mevsim Sebzeleri, Beyaz Şarap, Tereyağ ve Zeytinyağı)

Tatlı

*TATLI SON* (Kestane ve Fildişi Çikolatalı Parfe, Kırmızı Orman Meyveleri Sos Ve Yabanmersini ile)

Meyve (Egzotik Meyve Tabağı, Dolgulu El Yapımı Çikolata)

Adres: Arap Camii Mah., Bankalar CadNo.21

Geçmeyen öksürük ve göğüs ağrısına dikkat!

Tüm dünyada en sık rastlanan ve kansere bağlı ölümlerde ilk sırada yer alan akciğer kanseri önemli bir halk sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Aziz Yazar, sigaranın akciğer kanserinden tek başına yüzde 90 oranında sorumlu olduğunu vurguluyor. Sinsice ilerleyen akciğer kanserinde erken teşhisin hayat kurtardığını, buna karşın toplumda farkındalığın yetersiz olduğunu belirten Prof. Dr. Aziz Yazar, 1-30 Kasım Akciğer Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında yaptığı açıklamada, mutlaka dikkate alınması gereken belirtileri ve yeni nesil tedaviyi anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Akciğer dokusundaki hücrelerin kontrolsüz çoğalmasıyla oluşan akciğer kanseri, dünya genelinde gerek görülme sıklığı gerekse kansere bağlı ölümlerde başı çekiyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Aziz Yazar “Tüm dünyada bir yılda yaklaşık 2 milyon 200 bin kişiye akciğer kanseri tanısı konulurken, bunun 41 binini ülkemizdeki hastalar oluşturuyor. Dünyada bir yılda yaklaşık 1 milyon 800 bin ve ülkemizde yaklaşık 30 binden fazla kişi akciğer kanseri nedeniyle hayatını kaybediyor” diyor. Kansere bağlı ölümlerin erkeklerde yüzde 28’ini, kadınlarda da yüzde 26’sını akciğer kanserinin tek başına oluşturduğunu belirten Prof. Dr. Yazar şöyle konuşuyor: “Akciğer kanserine bağlı ölümlerin yüksek olmasının nedenlerinden birisi; sinsice ilerlediğinden geç belirti vermesidir. Bu nedenle bazı şikayetlerde mutlaka doktora görünmek, uygulanan tedaviye rağmen iyileşme olmazsa akciğer kanseri yönünden de araştırma yapmak gerekir. Özellikle geçmeyen, üç haftayı aşan öksürük, kanlı balgam, nefes darlığı ve göğüs ağrısı şikayetleri mutlaka akciğer kanseri yönünden de araştırılmalıdır.” Akciğer kanserinde erken teşhisin hayat kurtardığını ancak toplumsal farkındalığın yetersiz olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Yazar “Bu nedenle teşhis anında kanser genellikle ileri evreye ulaşmış oluyor ve vakaların yüzde 70’i tanı anında evre 3 ve evre 4 olarak karşımıza çıkıyor. Oysa akciğer kanseri düşük doz bilgisayarlı tomografi taraması ile erken teşhis edilebilmekte ve kişiye özel tedavi yöntemleri ile daha az yan etkisi olan, daha başarılı tedaviler uygulanabilmektedir” diyor.

Prof. Dr. Aziz Yazar

Prof. Dr. Aziz Yazar

Risk faktörlerine dikkat!

Sigaranın, akciğer kanserinin nedenleri arasında yüzde 90 ile tek başına sorumlu olduğunu, günlük içilen sigara miktarı arttıkça ve sigara içme süresi uzadıkça akciğer kanseri gelişme riskinin içmeyenlere göre en az 20 kat arttığını vurgulayan Prof. Dr. Aziz Yazar “Sigaranın akciğer kanseri ile ilişkisi 1950’den sonra anlaşılmaya başlanmıştır. Sigarayı bırakarak akciğer kanseri yüzde 90 oranında önlenebilir. Kendisi sigara içmese de sigara dumanına maruz kalanlarda yani pasif içicilerde de akciğer kanseri riski artmaktadır” diyor. Genetik yatkınlık hariç, akciğer kanserini artıran risk faktörlerinin hemen hepsinin önlenebileceğini, hastalıkların oluşumunu önlemeninin de en etkili ve ucuz tedavi yolu olduğunu belirten Prof. Dr. Yazar, öne çıkan diğer risk unsurlarını şöyle açıklıyor: “Egzoz gazları, kömür dumanı, asbest, arsenik, nikel, silika ve berilyum gibi maddelere maruziyet ile daha önceden tüberküloz geçirmiş olmak akciğer kanseri riskini artırmaktadır. Daha önce akciğerin başka nedenle radyasyona maruz kalması akciğer kanseri geliştirme riskini 13 kata kadar artırmaktadır. Birinci derecede akciğer kanseri yakını olanlarda da risk, olmayanlara göre iki kat daha yüksektir.”

Kişiye özel tedavi başarıyı artırdı!

Akciğer kanserinin tedavisinde 15 yıl öncesine kadar sadece cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi uygulanırken, son yıllarda kişiye özel tedavilerin geliştirilerek uygulamaya konulduğunu belirten Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Yazar “Kanserli dokudan ve/veya kandan alınan numuneler test edilerek kişinin hastalığının gen haritası (Yeni Nesil Dizileme) çıkarılmaktadır. Bu yolla akciğer kanserinin hassas olduğu bir hedefli ilaç veya immünoterapi olup olmadığı saptanabilmektedir. Tedavide kullanılan hedefli ilaçlar ve immünoterapinin yan etkisi kemoterapiye göre oldukça düşüktür. Yeni Nesil Dizilemeye göre verilen hedefli tedavi veya immünoterapinin başarıları da oldukça yüksektir ve bu yolla akciğer kanserli hastaların gerek yaşam şansı gerekse yaşam kalitesi kemoterapiye göre oldukça artırılabilmektedir” diyor.

Boş bakıyor veya gözlerini bir noktaya dikiyorsa…

Küçük çocuğu olan anne ve babalar, beyne zarar vereceği düşüncesiyle yüksek ateş ve ateşli havalelerde büyük korku yaşıyorlar. 5 yaşından küçük çocuklarda görülen nöbetlere titreme ve kasılma gibi durumların eşlik etmesi yaşanan endişeleri daha da artırıyor. Aslında, korkulanın aksine, havaleler çocukta bilişsel zarara yol açmıyor. Bu nöbetler sırasında ailenin bilinçli davranması gerektiğine dikkat çeken Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Nörolojisi Uzmanı “Aileler için çok korkutucu bir görüntü olmakla beraber, ateşli nöbetler iyi huylu nöbetlerdir ve 1-2 dakika gibi kısa sürede sonlandıkları için beyne zarar vermezler. Ateşli nöbetlere bağlı bilişsel gerilik, akademik performansta düşme, davranış sorunları gibi kalıcı etkilenmeler görmeyiz. Ancak 30 dakikayı aşan nöbetler beyinde hasarlanmaya neden olabilir” diyor.

Doç. Dr. Hepsen Mine Serin

Doç. Dr. Hepsen Mine Serin

Her 3 çocuktan 1’inde ilk belirti nöbet oluyor!

Ateşli nöbetler, tıptaki adıyla “febril konvülsiyon” bebek ve küçük çocuklarda en sık görülen nörolojik hastalıkların başında geliyor. Bu nöbetler altı ay ila 5 yaş arasındaki çocuklarda beyin enfeksiyonu, zehirlenme, kafa travması gibi tanımlanmış bir neden olmadan ateşle birlikte ve genellikle ateşin ilk gününde ortaya çıkıyor. Çocukların üçte birinde hastalığın ilk belirtisi nöbet oluyor ve ateşin yüksekliği ancak hastanede saptanabiliyor.

Genellikle ilk 2 yaşta ortaya çıkıyor

Yaşa bağımlı olan ateşli nöbetler, 5 yaşından küçük çocukların yüzde 2 ila 4’ünde ve sıklıkla erkek çocuklarda görülüyor. Ülkemizde yapılan bir çalışma; havale görülme oranının yüzde 3,3 olduğunu gösteriyor. Ateşli nöbetler çocukların yüzde 50’sinde ilk 2 yaşta; bununla beraber en sık 18-24 ay arasında ortaya çıkıyor. Ateşli nöbetlerin küçük yaşlarda görülmesinin sebebi, bağışıklık sisteminin gelişme sürecinde olduğu için enfeksiyon gelişmesinin daha kolay olmasıyla açıklanıyor.

Ailede varsa havale riski artıyor

Peki neden bazı çocuklarda havale görülüyor? Bunun en önemli nedenini genetik yatkınlık oluşturuyor, ilk ve tekrarlayan ateşli nöbette aile öyküsünün olması risk faktörü sayılıyor. Ateşli nöbet geçiren çocukların yüzde 25 ila 40’ının ailesinde ateşli nöbet geçiren başka kişiler bulunuyor. Hatta ailede ateşli nöbet geçiren kişi sayısı ne kadar çoksa çocukların ateşli nöbet geçirme riski de o kadar artıyor. Yüksek ateş, viral enfeksiyonlar, yakın zamanda aşı yapılması da yine bu tabloya yol açan risk faktörleri arasında yer alıyor.

Boş bakıyor veya gözlerini bir noktaya dikiyorsa… 

Ateşli nöbetler en sık boş bakma, tüm vücutta gevşeme, gözleri bir noktaya dikme şeklinde gözlemleniyor. Bazen nöbetler tüm vücutta veya tek tarafta kol ve bacakta kasılma veya titreme şeklinde ortaya çıkabiliyor. Havalelerdeki ateş faktörünün rolüne değinen Çocuk Nörolojisi Uzmanı Doç. Dr. Hepsen Mine Serin “Nöbet genellikle ateş hızla yükseldiğinde görülse de, esas tetikleyici ateşin derecesi oluyor. Ölçülen ateş çoğunlukla 39 derecenin üstündedir. Her 4 çocuktan 1’inde ateş 38-39 derece arasında görülüyor. Nadiren 38 derecenin altındaki vakalarda ateşli nöbet görebiliyoruz. Çocuk ateşi fark edilmeden de nöbet geçirebiliyor ve hastanede ateşi yüksek saptanabiliyor” diyor.

Tedavide amaç nöbetin tekrarlamasını önlemek

Ateşli nöbetlerin tedavisinde temel amacın nöbet tekrarını önlemek olduğuna işaret eden Çocuk Nörolojisi Uzmanı Doç. Dr. Hepsen Mine Serin “Koruyucu tedavi ve uzun dönem tedavi gibi farklı tedavi alternatifleri mevcut. Seçilecek tedavi programına çocuğun durumuna göre karar veriliyor. Ateşli nöbeti önceden tahmin etmek ya da önlemek mümkün olmasa bile bir defa nöbet geçiren çocuğun ateşlendiği dönemlerde ateşini yakın takip ederek kontrol altına almak önem taşıyor” diyor.

 

Nöbet sırasında dikkat etmeniz gereken 8 önemli kural!

Çocuk Nörolojisi Uzmanı Doç. Dr. Hepsen Mine Serin, çocuk evde nöbet geçirirse doğru müdahale edebilmek için öncelikle sakin kalmanın önemini vurgulayarak, nöbet sırasında anne ve babaların dikkat etmeleri gereken kuralları şöyle sıralıyor:

  • Nöbet sırasında, kendine zarar vermeyecek bir alanda kıyafetlerini çıkarın.
  • Hareketlerini durdurmaya çalışmayın. Nöbet aktivitesi beyinde sonlanıncaya kadar hareketler devam eder, tutmakla durmaz.
  • Rahat soluk alabilmesi için sol yana doğru yatırıp, başını hafif geri pozisyona getirin.
  • Ağzını açmaya zorlamayın, parmak ya da kaşık sokmayın. Bu hareketiniz hem parmağınızda hem de çocuğun ağız içinde yaralanmaya neden olur.
  • İlaç içirmeye çalışmayın. İlaç solunum yoluna kaçar ve çocuğun oksijensiz kalmasına yol açar.
  • Sarsmayın ve üzerine su dökmeyin. Bu davranışlar nöbeti durduramaz ve çocuğa zarar verir.
  • Nöbetin süresini takip edin. Mümkünse nöbeti cep telefonu kamerasıyla
  • Nöbet durduktan sonra en yakın sağlık kuruluşuna başvurun.

Gıda zehirlenmelerini önlemenin 6 yolu

Uygun koşullarda saklanmayan gıdalar zehirlenmelere neden olabiliyor. Sadece ticari kuruluşlar ve ortamlarda değil evde de gıdaların yanlış saklanması, hazırlanması, kullanılması veya pişirilmesinin gıda zehirlenmelerine yol açabildiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Melih Özel, “Özellikle çiğ tüketilen sebze, meyve gibi gıdalar ya da uygun koşullarda saklanmamış et ya da işlenmiş et ürünleri ve konserveler gıda zehirlenmelerinin en önemli nedenleri arasında yer alıyor” dedi.

Gıda zehirlenmesi bakteriler, virüsler, parazitler ve mikroorganizmalar veya bu mikroorganizmaların oluşturduğu toksinlerin bulaştığı gıdaların sindirim sistemini etkilemesi sonucu ortaya çıkıyor. Besin zehirlenmelerinin en yaygın belirtilerinin karın ağrısı, mide bulantısı, kusma, ishal ve bazı durumlarda da ateş olduğunu paylaşan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Melih Özel, “Daha şiddetli zehirlenmelerde ise kanlı ishal, nörolojik belirtiler, kas güçsüzlükleri, denge bozuklukları ve yaygın kas ağrıları görülebiliyor. Hafif belirtilerde çoğu kez 1-2 günde kendiliğinden geçen gıda zehirlenmeleri, bazen de kötü seyredip tedavi ihtiyacıyla doktora başvurmayı gerektirebilir” diye konuştu.

Prof. Dr. Melih Özel

Prof. Dr. Melih Özel

20 saniye kuralını uygulayın

Evde gıda zehirlenmesini önlemek için hepimizin alabileceği en kolay ve etkili yöntem ellerimizi iyi yıkamak. Yiyeceklere el sürmeden ve hazırlık işine başlamadan önce ellerinizi ılık su ve sabunla en az 20 saniye süreyle yıkayın. Benzer şekilde mutfak eşyaları ile gıda hazırlama yüzeylerinin de temiz ve kontrollü olması önemli. Bulaşıkların, kesme tahtalarının ve yemek hazırlamak için kullanılan diğer yüzeylerin sıcak, sabunlu suyla yıkanması uygundur.

Çapraz bulaşı önlemek için ayrı tutun

Hazır gıdaları çiğ yiyeceklerden ayrı tutun. Et ve hayvansal gıdaların hazırlanmasında kullandığınız yüzeylerin cam ya da seramik olması tahta olmasından daha iyidir. Tahtaları unlu mamuller ile sebzelerin hazırlanmasında tercih edebilirsiniz. Çapraz bulaşı yani zararlı mikroorganizmaların bir yüzeyden başka bir yüzeye geçmesini önlemek için de hem alışveriş sırasında hem de yiyecek ve içecekleri saklarken, hatta yemek yapmak için hazırlarken kümes hayvanları, balık ve kabuklu deniz hayvanları gibi çiğ etleri sebze ve meyvelerden uzak tutun.

Pişirme kurallarını ciddiye alın

Yiyecekleri hazırlarken pişirme kurallarına sıkıca uyun, hazırladığınız yemeklere göre uygun sıcaklıkları doğru seçtiğinizden emin olun ve yeterince pişmelerini sağlayın.

Gıdaları çözdürdükten sonra yeniden dondurmayın

Bozulabilecek gıdaları hızlıca soğutun ya da dondurun. Dondurulmuş yiyecekleri çözerken oda sıcaklığında bekletmek yerine, buzdolabını kullanın. Ya da fırınların “buz çözme” seçeneğini kullanarak çözdürün ve sonrasında hemen pişirin. Ayıca, dondurulmuş gıdaları çözüldükten sonra asla yeniden dondurmayın.

Emin değilseniz asla tüketmeyin

Eğer gıdanın güvenli bir şekilde saklanıp hazırlandığından, hijyen kurallarına uygun servis edildiğinden emin değilseniz asla tüketmeyin. Oda sıcaklığında çok uzun süre kalan yiyeceklerin, pişirilseler bile bakteri veya toksinler içerebileceğini aklınızdan çıkarmayın.

Riskli gruptaysanız daha dikkatli davranın

Küçük bebek ve çocuklar, ileri yaşta olanlar ve hamileler yani gastrointestinal direnç açısından risk taşıyan bireyler çiğ ya da az pişmiş beyaz ve kırmızı et tüketirken çok daha dikkatli olmalı. Pastörize edilmemiş meyve suları, süt ve süt ürünleri de mutlaka bu kapsamda değerlendirilmeli.

Divertikülit sıklıkla belirti vermiyor!

Divertikülitin (Bağırsak hastalığı) ciddiye alınması hemen tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunu kaydeden Gastroenteroloji ve Dahiliye Uzmanı Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Divertikülit özellikle 50 yaşın üzerinde sık görülmektedir. 50 yaş üzerinde görülme oranı yüzde 30 iken 80 yaş üzerindeki görülme sıklığı yüzde 70’e çıkar.” dedi. Divertikülitin sıklıkla belirti vermediğini ifade eden Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Genellikle bir başka hastalığın araştırılması esnasında ortaya çıkıyor.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Gastroenteroloji ve Dahiliye Uzmanı Prof. Dr. Aytaç Atamer, sindirim sistemindeki bir veya daha fazla küçük kesenin iltihaplanması veya enfeksiyonu sonucu şiddetli karın ağrısı, ateş, titreme ve karında şişliğe neden olan divertikülit hastalığı hakkında bilgi verdi.

Prof. Dr. Aytaç Atamer

Prof. Dr. Aytaç Atamer

Divertikülit ciddiye alınmalı ve hızla tedavi edilmeli!

Divertikülün, kalın bağırsaktan dışarıya çıkan balon şeklindeki kesecikler olduğunu dile getiren Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Genellikle kalın bağırsağın zayıf bölgelerinde oluşur. Tek keseye Divertikül denirken bunların çok sayıda fazla olmasına Divertikülozis adı verilir. Bu kesecikler herhangi bir nedenden dolayı iltihaplandığında meydana gelen hastalığa Divertikülit denir. Divertikülit kolonun her yerinde olabilirse de en çok Sigmoid Kolon dediğimiz kısımda olur. Sigmoid Kolon ise rektuma yakın bölümünü kapsıyor. Divertikülit ciddiye alınması hemen tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Divertikülit özellikle 50 yaşın üzerinde sık görülmektedir. 50 yaş üzerinde görülme oranı yüzde 30 iken 80 yaş üzerindeki görülme sıklığı yüzde 70’e çıkar.” dedi.

Ağrı ve hassasiyet en sık karnın sol alt kısmında görülüyor

Divertikülitin genellikle divertikülün bulunduğu bölgede ağrı ve hassasiyet ile kendini gösterdiğini dile getiren Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Ağrı ve hassasiyet en sık karnın sol alt kısmında, karın şişkinliği, ateş, üşüme, halsizlik, bulantı, kusma, kabızlık, nadiren dışkıda kanama, bazen ishal, hafif karın krampları tarzında olabilir. Uzun yıllardır divertikül oluşumunda kronik kabızlığın etkili olduğu düşünülmektedir. Kabız insanlarda, kalın bağırsak dışkıyı hareket ettirebilmek için daha fazla güç uygular ve bu durumda kalın bağırsağın basıncı artar ve artan basınç ile kalın bağırsağın zayıf bölümünden divertikül oluşumuna neden olabilir. Bu nedenle diyette yeteri kadar lif alımı kabızlık riskini azaltır.” diye konuştu.

50 yaş üzeri erkeklerde daha sık görülüyor

Divertikül oluşumu için risk faktörlerini de anlatan Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Risk faktörleri arasında 50 yaş üzerinde olmak, erkek cinsiyette olmak, obezite, yetersiz fiziksel aktivite, sigara kullanımı, nonsteroid antiinflamatuar ilaç kullanımı, bağırsak mikrobiyotasındaki değişiklikler ve genetik yatkınlık yer almaktadır. Bu nedenle divertikül gelişimini önlemek için düzenli egzersiz yapmak önemlidir. Hareket halinde kolon basıncı azalır ve kabızlığı önler. Günlük olarak önerilen, 30 öğün düzenli egzersizdir. Sağlıklı beslenme, özellikle çocukluk ve gençlik döneminden itibaren bol lifli gıdaların tüketilmesi ve bol miktarda sıvı alımını içermelidir. Günde en az 8 bardak su içilmesi önerilir. Çay ve kahve, suyun yerini tutmaz; Aksine, aşırı tüketimleri kabızlığa yol açabilirsiniz.” şeklinde konuştu.

Divertikülit belirtileri nelerdir?

Divertikülitin sıklıkla belirti vermediğini ifade eden Prof. Dr. Aytaç Atamer, şöyle devam etti:

“Genellikle bir başka hastalığın araştırılması esnasında ortaya çıkıyor. Divertikülit oluşunca belirtiler meydana geliyor. Hastalar sıklıkla karın ağrısı ile doktora başvuruyor. Hekim, hastanın hikayesini aldıktan sonra fiziki muayene yapar. Gerektiğinde karın ultrasonografisi, karın MR’ı ya da tomografisi çekilebilir. Gaita testleri istenebilir ve diğer karaciğer, böbrek sorunlarını ekarte etmek için kan tahlilleri alınabilir. Buna bağlı olarak aynı zamanda gerekirse kolonoskopi de yapılabiliyor.

Akut Divertikülit aşamasında kolonoskopi önerilmiyor. Normal şartlar altında kolonoskopi yaparken divertiküli görmek mümkün. Nadir de olsa aşırı kanama olduğu durumlarda ise anjiyografi ile divertiküler kanamayı da görmek mümkün. O nedenle rutin kontrollerde 45 yaş üzerinde kolonoskopi yapılırken divertiküleri yakalamak ve görmek mümkündür.”

Diverkülit orada oluşan ödem nedeniyle bağırsak tıkanıklığına neden olabilir

Divertikülün yarattığı komplikasyonların başında apsenin geldiğini de kaydeden Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Divertikülit olan bölgedeki oluşan enfeksiyondur. Bu enfeksiyon büyür ve deri altına, yumuşak dokulara yayılırsa buna flegmon denir. Fistül olabilir yani divertikül olan bölgeden başka bir organa dair arada yol oluşması olasılığıdır. Bu rahime de atlayabilir. Bazen divertiküller perfore olabilir. Divertikülit ilerlediği zaman içerisindeki irin karın boşluğuna yayılabilir ve karın iltihaplanmasına yani peritonite neden olabilir. Bazen diverkülit orada oluşan ödem nedeniyle bağırsak tıkanıklığına neden olabilir. Dışkının hareketlerini engeller.” şeklinde konuştu.

Ciddi durumda hastaneye yatırılarak tedavi ediliyor

Divertikülit tedavisinde, şiddetli vakalarda tedavi yöntemi olarak evde istirahat önerildiğini de dile getiren Prof. Dr. Aytaç Atamer, şunları kaydetti:

“Bu vakalarda diyet ve yaşam tarzı değişiklikleri, liften zengin beslenme öneriliyor. Bol hareket ve sıvı tüketmek gerekir. Divertiküliti olan hastalarda kırmızı et tüketimi azaltılması, bol meyve ve sebze tüketilmesi ve tahıl tüketilmesi önemlidir. Divertikülit hastalığın beraberindeki yaşanan ve ek hastalıklarına bağlı olarak gelinmektedir.  Bazen ciddi durumda hastaneye yatırılarak tedavi edilmekte, damar yolundan beslenmeye açılmakta, antibiyotik tedavisi, sıvı tedavisi de yapılmaktadır. Eğer divertikülit apse yolu açılırsa ultrason ya da tomografi eşliğinde boşaltmak mümkündür. Bunun dışında divertikül yırtılır ve enfeksiyon karın zarına yayılırsa genel durum bozulur, antibiyotiklere rağmen ateş düşmez. Böyle durumda ameliyat endikasyonu da olmaktadır. Ameliyattaki ideal yöntem divertikülit olan kısmının kesilip çıkartılmasıdır. Bazı durumlarda ise bu olanak vermezse bağırsak karın boşluğuna ağızlaştırılır. 10-12 hafta sonra ise kapatılabilir.  Diverkülit bazen idrar kesesi veya ince bağırsağa fistülize olabilir.”

Yaş ilerledikçe divertikül riski artıyor

Divertikül hastalığını önlemek için beslenmede genel olarak kırmızı et ürünlerini daha az tüketmek gerektiğini de ifade eden Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Lifli gıdalar tüketmek öneriliyor. Liften zengin gıdaların başında ise tam buğday ekmeği, tahıl gevreği, bulgur, ahududu, armut, kabuklu elma, erik kurusu, bezelye, mercimek ve barbunya geliyor. Belli aralıklarla kolonoskopi yaptıran hastalarımızda divertikül görmek mümkün. Yaş ilerledikçe divertikül riski arttığı için bir gastroenteroloji uzmanı takibinde kalmakta fayda vardır.” şeklinde sözlerini tamamladı.

Diyabet hastaları dikkat! Bu hatalardan kaçının!

Son yıllarda görülme sıklığı hızla artan diyabet önemli bir halk sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Yapılan çalışmalar, ülkemizde her 8 kişiden birinin diyabet hastası olduğunu gösteriyor. Fonksiyonel Tıp çalışmaları yürüten Acıbadem Maslak Hastanesi Uzmanı Prof. Dr. İsmet Tamer, halk arasında ‘şeker hastalığı’ olarak bilinen diyabetin, özellikle sağlıksız yaşam alışkanlıkları nedeniyle günümüzde gençlerde hatta çocuklarda da yaygın hale geldiğini belirterek “Diyabetin ortaya çıkmasında genetik yatkınlığın yanı sıra sağlıksız beslenme, hareketsizlik ve obezite gibi faktörler de büyük rol oynamaktadır. Diyabet kontrol altına alınmadığında kalp ve damar hastalıklarından böbrek yetmezliğine dek birçok ciddi hastalığa yol açabildiğinden tedavide gecikilmemesi gerekir. Ancak tedavinin başarılı olması için sadece ilaç kullanımı yeterli değildir; bütüncül bir yaklaşım benimsenmelidir” diyor. Prof. Dr. İsmet Tamer diyabet hastalığında bütüncül yaklaşımın önemini ve diyabet hastalarına özel 5 yaşamsal önlemi anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Prof. Dr. İsmet Tamer

Prof. Dr. İsmet Tamer

  • Bu belirtileri gözden kaçırmayın!

Erken tanı diyabetin gözlerde, böbreklerde, sinirlerde ve kalpte yol açabileceği hasarlara karşı önlem alınmasını sağlar. Eğer aşırı susama, sık idrara çıkma, sürekli yorgunluk, bulanık görme ve kilo kaybı varsa mutlaka doktora görünmelisiniz. Ağız kuruluğu, ciltte kaşıntı ve kuruluk, ellerde ve ayaklarda karıncalanma da diyabete işaret edebilir. Ansızın uyku bastırması, canınızın sık sık tatlı çekmesi de henüz diyabet hastası olmasanız bile sizde büyük ihtimalle insülin direnci sorunu olduğunu gösterir. Bu nedenle mutlaka doktora danışmak gerekir.

  • Sağlıklı yaşam alışkanlıkları kazanın!

Karbonhidrat, yağ ve protein dengesini sağlayan sağlıklı bir beslenme planı, öğün saatlerinin düzenli olması kan şekerinin ani yükselip düşmesini engeller. Haftada en az 150 dakika orta yoğunlukta egzersiz yapmak (örneğin; gün aşırı 35-40 dk tempolu yürümek), stresi yönetmek, düzenli uyku kan şekerini kontrol altında tutmak için son derece önemlidir. Alkol ve sigaradan kaçınmak gerekir. Alkol yüksek kalori içerir ve tedavinizi aksatmasanız bile kan şekerinizin kontrolünü bozarak komplikasyonları hızlandırabilir. Kalp krizi, bacak atardamarlarında tıkanıklık ve beyin damar tıkanıklığı sonucu ortaya çıkan felç durumu sigara içen diyabet hastalarında daha sık ve daha şiddetli şekilde görülür.

  • Çok sık yapılan bu hatalardan kaçının!

Diyabet hastalarının bazı hatalara çok sık düştüğünü, bunun da hastalığın kontrolsüz şekilde ilerlemesine yol açtığını belirten Prof. Dr. İsmet Tamer “Örneğin; öğün atlayarak kilo vermeye çalışmak kan şekeri dengesini bozup diyabet yönetimini zorlaştırır. Hastaların kendilerini iyi hissettiklerinde, tatlı yemediklerinde ya da kan şekeri normal çıktığında ilaçları almayı ihmal etmesi de tedavide ciddi zorluklara yol açabilir. Sağlıklı beslenme alışkanlıklarına uymamak, fazla karbonhidrat tüketimi, sigara ve alkol kullanımı ile yeterli fiziksel aktivitenin yapılmaması da sık görülen yanlışlar arasındadır” diyor.

  • Tedavinizi aksatmayın!

Düzenli bir tedavi süreci, hastalığın ilerlemesini ve diyabete bağlı komplikasyonların ortaya çıkmasını önler. Tedavi aksatılırsa kan şekeri seviyeleri kontrolsüz şekilde yükselebilir. Bu da kalp-damar hastalıkları, böbrek yetmezliği, görme kaybı, sinir hasarı ve şeker koması gibi yaşamsal sorunlara yol açabilir. Bu nedenle tedavinin sürekliliği ve disiplinli olunması hayati önem taşır.

  • Sadece ilaca güvenmeyin!
    Fonksiyonel Tıp çalışmaları yürüten Prof. Dr. İsmet Tamer, diyabet tedavisinde sadece ilaç kullanımının yeterli olmadığını, bütüncül bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğini belirterek “Bütüncül yaklaşım; sağlıklı yaşam tarzı değişikliklerini, beslenme düzenini, fiziksel aktiviteyi ve düzenli doktor kontrollerini kapsar. Psikolojik desteğin de diyabet tedavisinde önemi büyüktür. Diyabet hastaları genellikle uzun süreli bir tedavi süreci ile karşı karşıya oldukları için stres ve depresyon riskleri yüksektir. Hastaların tedavi sürecine katılımı ve motivasyonu, bu sürecin başarısında kilit rol oynar. Gerekli hallerde psikolojik destek alınması da bütüncül tedavinin önemli bir parçasıdır.”

Gribal enfeksiyonlardan korunmak için ne yapmalı?

Sonbaharda soğuyan havalar ve viral enfeksiyonlar bağışıklık sistemini olumsuz etkilerken, sağlıksız beslenme, hareketsizlik, stres ve yetersiz uyku gibi etkenlerle hastalıklar çok daha hızlı şekilde kapıyı çalabiliyor. Bu nedenle bağışıklık sistemini güçlendirmek ve vücut direncini artırmak şart! Acıbadem Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Dönmez “Kaliteli, dengeli ve yeterli beslenmek özellikle sonbahar ve kış aylarında çok daha fazla önem taşıyor. Son dönemde çok sık görülen gribal enfeksiyonlardan korunmak ve hastalığı hızlıca atlatmak için sofralarda bol bol mevsim sebzelerine yer vermek, meyvede aşırıya kaçmamak, her gün yeterli su ve sıvı tüketimine dikkat etmek gerekiyor. Doktora danışmadan kullanılan vitamin takviyelerinden ve içeriğinden emin olunmayan bitki çaylarından uzak durmak da çok önemli. Çünkü bunlar vücutta depolandığında böbrek veya karaciğer yetmezliği gibi ciddi hastalıklara yol açabilir” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Dönmez sonbaharda bağışıklığı güçlendirmede etkili 9 besini anlattı, önemli uyarılar ve uyarılarda bulundu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Dönmez

Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Dönmez

Portakal

Portakal, içerdiği C ve A vitaminleri sayesinde kışın bağışıklık sistemini destekleyen en önemli besinlerden biridir. Ayrıca potasyum ve folat gibi minareller barındıran portakal, kalp sağlığını korumaya ve kan basıncını düzenlemeye katkı sağlar. Ancak lif tüketimini artırmak ve şeker alımını azaltmak açısından portakal suyu yerine portakalın kendisini tüketmek daha sağlıklı olacaktır. Asidik yapısı, reflü veya mide rahatsızlıklarını tetikleyebilmektedir.

Ispanak

Yüksek oranda demir, kalsiyum, A ve C vitamini ve folat içerir. Bu vitaminler sayesinde hücreleri korur, kemik sağlığını destekler ve bağışıklık sisteminin zayıflamasını önler. Besin değeri kayıplarını önlemek amacı ile ıspanağı, kısa sürede ve düşük ısıda pişirmek gerekir. Bağışıklık sistemini desteklemek için haftada iki kere ıspanak tüketilebilir. Ancak oksalat içeriği yüksek olduğu için böbrek taşı sorununu artırabilmektedir. K vitamini içeriği ile kan sulandırıcı ilaçlarla etkileşime girebilmektedir.

Balık

Balık, vücutta üretilemeyen bu nedenle besinlerle alınması gereken omega 3 yağ asidi açısından zengin bir besindir. Enflamasyonu azaltarak bağışıklık hücrelerinin etkinliğini artırır. Selenyum ve çinko kaynağı olan balık, bağışıklık sistemini destekler ve kalp sağlığını korur. Ayrıca zengin bir protein kaynağıdır. Böylece vücudun antikor üretimine ve enfeksiyonlara karşı savaşmasına katkı sağlar. Haftada iki-üç kere balık tüketmek, balığı fırında ya da buğulama şeklinde hazırlamak, kızartmadan kaçınmak gerekir.

Yoğurt

Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Dönmez “Vücudumuzdaki yararlı bakteriler olan probiyotikleri içeren yoğurt özellikle bağışıklık sistemi için önem taşır. Probiyotikler sindirim sistemini destekler, bağırsak florasını dengeler ve sindirimi kolaylaştırır. Ayrıca kalsiyum ve fosfor içeriği ile kemik sağlığını destekler. Protein içeriği sayesinde tok tutma süresini uzatır ve kilo kontrolüne yardımcı olur. Genel olarak günde 200-250 gram yoğurt tüketimi sağlığı desteklemek için önemlidir. Alternatif olarak kefir ve fermente gıdalar tercih edilebilir. Bu besinleri yeteri kadar tüketemeyenlerin doktora danışarak probiyotik takviyesi alması faydalı olmaktadır” diyor.

Balkabağı

Balkabağı, vücudun bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olan beta-karoten içerir. Ayrıca C vitamini, E vitamini ve çinko gibi antioksidanlar ile vücudu enfeksiyonlara karşı korur. Aynı zamanda cilt ve göz sağlığını destekler. Potasyum içeriği ile kan basıncını düzenlemeye yardımcı olur. Tohumları ise çinko ve magnezyum kaynağıdır. Ancak yüksek karbonhidrat içeriği nedeni ile diyabet hastalarının ve yüksek potasyum nedeniyle de böbrek hastalarının dikkatli tüketmesi gerekir.

Kereviz

Sonbahar sebzeleri arasından kereviz, serbest radikallerle savaşan flavanoidler ve C vitamini gibi antioksidanlar içerir. Aynı zamanda iyi bir lif kaynağı olup sindirim sistemi sağlığını destekler ve tokluk süresini uzatır. Kolesterol seviyelerini düşürmeye yardımcı olur. Kereviz salatalarda, çorbalarda veya atıştırmalık olarak kolayca tüketilebilir.

Nar

Nar içeriğinde polifenoller ve C vitamini gibi güçlü antioksidanlar barındırır. Böylece serbest radikallari nötralize ederek hücre hasarını önler ve bağışıklık sistemini güçlendirmeye katkıda bulunur. Aynı zamanda potasyum ve folat gibi diğer önemli besin maddelerini içerir. Kolesterol seviyelerini düşürmeye ve kan basıncını kontrol etmeye yardımcı olur. Lif içeriği sayesinde sindirim sistemini düzenler ve kabızlık sorununu önler.

Brokoli

Yüksek C vitamini içeriği ile beyaz kan hücrelerinin üretimini artırarak enfeksiyonlara karşı koruyan brokoli, içeriğindeki sulforafan gibi güçlü antioksidanlar sayesinde vücuttaki toksinlerin temizlenmesine katkı sağlar. Yüksek lif seviyesi ile bağırsak sağlığını dengede tutarak bağışıklık sistemine olumlu etki sağlar. Aynı zamanda tokluk hissi sağlar ve düşük kalori içeriği ile kilo kontrolüne yardımcı olur.

Havuç

Havucun içeriğinde bulunan yüksek miktarda beta karoten vücutta A vitaminine dönüştürülerek bağışıklık hücrelerinin üretimini destekler, enfeksiyonlara karşı korumada rol oynar ve göz sağlığını destekler. Ayrıca havuç, iyi bir C vitamini kaynağıdır. Lif içeriği sayesinde bağırsaklarda sağlıklı bakteri dengesini koruyarak bağışıklık sistemini güçlendirir. Günde bir-iki tane havuç tüketebilirsiniz ancak ciltte sarı-turuncu renk değişikliklerine neden olabileceğinden dolayı aşıya kaçmamaya dikkat etmek gerekir.

Kilo vermenin faydaları

Kilo vermek genel sağlığı iyileştirmenin ve yaşam kalitesini artırmanın etkili bir yolu. Özellikle fazla kiloları olan kişiler için 5 kilogramlık bir kaybın bile sağlık açısından birçok olumlu sonucu olduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Nevrez Koylan, “Kilo vermenin kalp sağlığını iyileştirmekten enerji seviyesini artırmaya, bağışıklık sistemini güçlendirmekten yaşam kalitesini artırmaya kadar sayısız olumlu etkisi var. Kilo vermenin neden önemli olduğunu anlamak ve sağlıklı bir yaşam tarzını benimsemek uzun vadeli beden sağlığı ve mutlu bir yaşam için olmazsa olmaz” dedi.

Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Nevrez Koylan, kilo vermenin 11 faydasını sıraladı.

Prof. Dr. Nevrez Koylan

Prof. Dr. Nevrez Koylan

Sindirim sistemi sorunlarını hafifletir

Kilo vermek sindirim sistemi fonksiyonlarını iyileştirir ve bağırsak hareketlerini düzenler. Dolayısıyla sağlıklı bir diyetle gerçekleşecek ideal kilo kaybı, kabızlık ve diğer sindirim sorunlarının azalmasına yardımcı olur.

Cilt sağlığına iyi gelir

Daha sağlıklı bir kiloya sahip olmak, cilt sağlığını da iyileştirebilir. Kilo vermek sivilce ve diğer cilt problemlerinin azalmasını sağlayabilir.

Bağışıklık sistemini güçlendirir

Sağlıklı bir kiloda olmak bağışıklık sisteminin daha iyi çalışmasını sağlar. Aşırı kilolu veya aşırı zayıf kişilerin bağışıklık sistemi zayıflayacağı için enfeksiyonlara karşı daha savunmasız hale gelir.

Yaşam kalitesini artırır

Vücudun enerji seviyesinin yükselmesi, kilo vermenin en önemli yararlarından biridir. Daha sağlıklı ve aktif bir yaşam tarzı kişinin yaşam kalitesini artırır ve mutlu bir yaşam sürmesine yardımcı olabilir.

Vücuttaki enflamasyonu azaltmaya yardımcı olur

Aşırı kilo vücutta kronik enflamasyona yol açabilir bu yüzden kilo vermek enflamasyon riskini azaltarak birçok kronik hastalığın da önüne geçer.

Kalp sağlığını destekler

Kişi fazla kilolarından kurtulduğunda kan basıncı ve kolesterol seviyesi düşer bunun sonucunda da kalp sağlığı olumlu yönde etkilenir. Hipertansiyon birçok ciddi sağlık sorununun temel nedenlerinden biridir. Kilo verildiğinde kan damarları üzerindeki baskı azalır ve kan basıncı düşer. Araştırmalar vücut ağırlığındaki küçük bir azalmanın bile kalp hastalığı riskini önemli ölçüde azaltabileceğini gözler önüne seriyor.

Eklem ağrılarını en aza indirir

Aşırı kilo eklemler üzerindeki baskıyı artırarak osteoartrit gibi sorunlarına yol açabilir. İdeal kiloda olmanın yararlarından biri de eklem ağrılarının daha az, hareket kabiliyetinin ise daha çok olmasıdır.

Tip 2 diyabet riskini düşürür

Araştırmalar vücut ağırlığının yüzde 5 ila 10’unu kaybetmenin, insülin direncini iyileştirerek diyabet riskini önemli ölçüde düşürebileceğini gösteriyor.

Uyku kalitesini yükseltir

Kilo vermek uyku apnesi gibi uyku bozukluklarının tedavisine de yardımcı olur. Uykunun kalitesini artırarak genel sağlık üzerinde iyileştirici rol oynar.

Enerji seviyesinin artmasına sebep olur

Kilo verildiğinde vücut üzerindeki fiziksel yük azalacağı için enerji seviyesi de ters oranla artmış olur. Daha az ağırlık taşımak günlük aktiviteleri daha az yorucu hale getirir.

Kişinin kendine güvenini tazeler

Kilo vermenin yararları arasında son olarak kişinin öz güvenini ve beden imajını olumlu yönde etkilemesi de bulunur. Daha sağlıklı bir vücuda sahip olmak, kişinin kendini daha iyi hissetmesine yardımcı olur.

Atom serum ve Vitamin serumu faydası var mı?

Sonbaharda hava sıcaklıklarındaki dengesizliklere, kapalı ve kalabalık ortamlarda yüksek bulaş faktörü de eklenince viral ve bakteriyel enfeksiyonlar hızla yayılırken, bir başka tehlikeyi ise sosyal medyadan ve arkadaş çevresinden duyumlarla gelişigüzel kullanılan vitamin serumları oluşturuyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı, soğuk algınlığı ve gripten korunmak, vücut direncini artırmak, halsizlikten kurtulmak ve bağışıklığı güçlendirmek gibi amaçlarla kullanılan serumların doktor kontrolünde kullanılmadığında fayda yerine çok ciddi tehlikelere yol açabildiği uyarısında bulunuyor! Dr. Sağcan “Hekim tarafından hastalığın tanısı konulmadan ‘atom serum’, ‘vitamin serumu’ veya ‘doping serumu’ gibi uygulamalar organ yetmezlikleri hatta ölüme bile yol açabiliyor. Bir hekim olarak ne yazık ki evde birkaç kez serum taktırıp hastalığı ilerleyen, zatürre ve solunum yetmezliği sorunu ortaya çıkan birçok hasta ile karşılaşmaktayım” diyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Gülseren Sağcan son günlerde çok sık görülen solunum yolu enfeksiyonlarını anlattı, çok önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
Sonbaharla birlikte çok sık karşılaşılan bakteri ve virüs kaynaklı solunum yolu enfeksiyonları; burun akıntısı, boğaz ağrısı, halsizlik, kas ve eklem ağrıları, ateş yüksekliği ve öksürük gibi belirtilerle ortaya çıkıyor. Sinüsler, boğaz, burun, hava yolları veya akciğerler gibi vücudun solunumla ilgili kısımlarını etkileyen enfeksiyonlar hapşırma, öksürme, konuşma, tokalaşma, sarılıp öpüşme ve eşyalara el teması yoluyla çok çabuk bulaşabiliyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Gülseren Sağcan, üst solunum yolu enfeksiyonunun belirtilerinin ortalama bir-iki hafta devam ederken, alt solunum yolu enfeksiyonlarında akciğerler de etkilendiği için bu sürenin uzayabildiğini belirterek “Üst solunum yolu enfeksiyonları uygulanan ilaç tedavileri, doğal takviyeler ve dinlenme ile daha kolay atlatılabilen bir rahatsızlık iken bronşit ve zatürre gibi alt solunum yolu enfeksiyonlarında daha ağır ve uzun süreli tedavi gerekiyor” diyor. Üst solunum yolundan başlayan enfeksiyonun alt solunum yoluna geçerek çok daha ciddi bir hastalık olan zatürreye neden olduğunu vurgulayan Dr. Sağcan, tanı ve tedavide gecikildiği, gerekli tedaviye kısa sürede başlanmadığı taktirde klinik tablonun ağırlaşarak hastanın genel durumunda bozulmaya yol açtığını ve klinik durumuna göre hastanede yatışı gerektirebildiğini söylüyor.

Dr. Gülseren Sağcan

Dr. Gülseren Sağcan

Bakteriyel mi Viral etken mi olduğu çok iyi belirlenmeli!
Hastalığa yol açan etkenin bakteriyel ya da viral olup olmadığını anlamanın, tedavi yaklaşımını belirleyeceği için son derece önemli olduğunu belirten Dr. Gülseren Sağcan sözlerine şöyle devam ediyor: “Etkeni saptamak amacıyla bazı kan tetkikleri, akciğer grafisi, boğaz kültürü ve solunum virüsleri panelinden faydalanılmaktadır. Viral enfeksiyonlarda antibiyotikler işe yaramazken, bakteri enfeksiyonlarında hayat kurtarıcı oluyor. Bu nedenle hastalığın tanısı konulmadan, gelişigüzel antibiyotiğe sarılmamak gerekir. Aksi taktirde gereksiz antibiyotik kullanımı hem hastalığa çare olmayacak hem de vücudun antibiyotiğe karşı direnç kazanmasına yol açacağından, ileride gerçekten antibiyotik kullanılması gereken bir durum olduğunda etkisini gösteremeyecektir.”

Hastalıktan korunmak için bu önerilere dikkat!

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Sağcan, sonbaharla birlikte yaygınlaşan enfeksiyonlardan korunmak için olmazsa olmaz önerilerini şöyle sıralıyor;
• Hasta kişilerden uzak durmak
• Sık el yıkama alışkanlığı kazanmak
• Maske takmak
• Ortak kullanım alanlarının yüzeylerini iyi temizlemek
• Kapalı ortamlarda mümkün olduğunca az vakit geçirmek
• Kapalı alanları sık havalandırmak
• Bağışıklık sistemini güçlendirmek için yeterli ve dengeli beslenmek, bol su içmek ve kaliteli uyumak
• Gün içerisinde elleri yüze ve ağıza sürmemek
• Sosyal mesafeye dikkat etmek
• Sigaradan ve sigara dumanından uzak durmak
• Aşı olmak
Fayda sağlamak yerine ölümcül olabilir!
Kişide solunum yolu enfeksiyonu ile ilgili şikayetler başladığında bir hekim tarafından muayenesi yapılıp tanı konulmadan evde serum takılmasının son derece zararlı olduğunu belirten Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Gülseren Sağcan önemli uyarılarına şu sözlerle devam ediyor: “Çünkü teşhisi konulmadan her semptomu olana ‘’atom serum’’, ‘’vitamin serumu’’, ‘’sarı serum’’ veya ‘’doping serumu’’ adı altında uygulamalar yapılmaktadır. Öncelikle vitaminlerin damar yolundan kullanılmasının ciddi alerjik reaksiyonlara, organ yetmezliklerine hatta ölüme yol açma riski bulunduğundan bu serumların hastane ortamında uygulanması gerekmektedir. Bir diğer önemli nokta; hastalığın teşhisinin konulmasını ve gerçek tedavinin başlanmasını geciktirdiği için hayatı tehdit etmektedir. Ne yazık ki bir göğüs hastalıkları uzmanı olarak günlük pratiğimde evde birkaç kez serum taktırıp hastalığı ilerleyen ve genel durumu kötüleşen pnömoni dediğimiz zatürre tablosu ile solunum yetmezliği olan birçok hastayla karşılaşmaktayım. Bu durum tedaviyi güçleştirmekte, erken tanı ve tedavi sayesinde ayakta bir haftada atlatılabilecek bir durum iken uzamış hastane yatışlarına hatta yoğun bakım ünitesinde yatışlara yol açmaktadır.”

Geç kalınırsa kalp yetmezliğine neden olabilir!

Mitral kapak yetmezliği; kalbin sol kulakçık ve sol karıncığının arasında tek yönlü kan akımına izin veren ve iki yaprakçıktan oluşan kapağın fizyolojik görevini yerine getirememesi olarak tanımlanıyor. Kalp kapak hastalıklarının en sık görülen türü olan mitral kapak yetmezliğinin dünya genelinde her 100 kişiden 2’sini etkilediği tahmin ediliyor. Mitral kapak yetmezliği hafiften ileri düzeye kadar değişen derecelerde görülebiliyor. Hafif düzeyde oluşan bir yetmezlik genellikle belirti vermezken, hastalık ilerlediğinde günlük yaşamı ileri derecede kısıtlayan çeşitli semptomlar gelişebiliyor.   Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Onur Taşar,  mitral kapak yetmezliğinde pek çok hastalıkta olduğu gibi erken tanının yaşamsal önem taşıdığına dikkat çekerek, “Zira, tedavi edilmemiş hastalarda bu tablo ritim bozukluğuna,  başta akciğer olmak üzere tüm organlarda dolaşım bozukluğuna ve kalp yetmezliğine neden olabilmektedir. Dolayısıyla, eğer daha önceden sorun yaşamadan yapılan fiziksel aktivitelerde ki bunları yürüyüş ve merdiven veya yokuş çıkma olarak düşünelim; nefes darlığı, çarpıntı, çabuk yorulma, halsizlik ve  baş dönmesi gibi sorunlar yaşanıyorsa, mutlaka bir hekime başvurulmalıdır. Ayrıca özellikle düz yatınca gelen öksürük ve nefes açlığı hissi gibi belirtiler de ihmal edilmemelidir” diyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi

Doç. Dr. Onur Taşar

En yaygın nedeni ‘kapağın çökmesi’

Mitral kapak yetmezliğinin en yaygın görülen nedeni, doğumsal veya sonradan gelişen kapak çökmesi oluyor. Ayrıca doğumsal bazı yapı bozuklukları, çocukluk çağında geçirilen eklem romatizması sonrasında oluşabilen kalp ile kapakların iltihaplanması, bazı ritim ve kalbin elektriksel ileti bozuklukları, enfeksiyonlar, kalp yetmezliğine bağlı olarak kalbin büyümesi ve kapakların bu büyümeye eşlik edememesi, geçirilmiş miyokard infarktüsü, miyokarditler ve çeşitli romatizmal ile miyokardiyal tutulum gösterebilen hastalıklar mitral kapak yetmezliği sebebi olabiliyor.

Gecikilirse ciddi sorunlar gelişebiliyor!

Kalpteki kanın doğru yönde akmasını sağlayan dört kapaktan 1’i mitral kapak olarak adlandırılıyor. Kalbin sol tarafında yer alan mitral kapak akciğerlerden gelen temiz kanı kalbe taşıyor. Ardından kalp mitral kapaktan gelen temiz kanı vücuda pompalıyor. Bu süreçte kapak tamamen kapanmazsa, yani kapakta kaçak olursa, kalp temiz kanı vücuda yeterince pompalayamıyor. Kanın akciğerde toplanması ve kalbin aşırı efor sarf etmesi sonucunda özellikle merdiven veya yokuş çıkarken halsizlik, çabuk yorulma, nefes darlığı ve baş dönmesi gibi problemler gelişmeye başlıyor. Tedavide gecikildiği takdirde sorun ilerleyerek akciğer ödemi, kalpte ritim bozukluğu ve kalp yetmezliği gibi hastanın hayatını tehdit eden sorunlara yol açabiliyor.

Tedavi hastaya özel planlanıyor

Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Onur Taşar, sorun yaşanan mitral kapakların onarılması veya değiştirilmesi gerekebildiğini belirterek, “Kapak fonksiyonlarının normal veya normale yakın olarak fizyolojik düzeylere getirilmesi ve yol açabileceği sorunların çeşitli ilaçlarla veya yaşam tarzı değişiklikleriyle önüne geçilmesi tedavide ana hedefleri oluşturmaktadır” diyor.  Tedavinin  hastanın genel durumu, eşlik eden hastalıklar ve kapak yapısı göz önüne alınarak planlandığını vurgulayan Doç. Dr. Onur Taşar, sözlerine şöyle devam ediyor: “Mitral kapak yetmezliğinde çeşitli tedavi yöntemleri mevcut. Kapalı yöntemle, yani anjiografik olarak kapağın tamiri, yine uygun hastalarda aynı yöntemle yeni kapak yerleştirilmesi, cerrahi olarak açık kalp ameliyatıyla kapağın tamiri ve yeni kapak yerleştirilmesi veya mandal yöntemiyle ameliyatsız olarak kapak tamiri, tedavi yöntemlerinden bazılarını oluşturmaktadır.  Bu yöntemlerden hangisinin seçileceğine, detaylı bir muayene, görüntüleme ve laboratuvar yöntemlerinden sonra girişimsel kardiyolog, klinik kardiyolog, kalp-damar cerrahı ve kardiyovasküler anestezisi uzmanından oluşan kalp ekibi tarafından karar verilmektedir”

Kapak yetmezliğine “mandal” yöntemi

Günümüzde, mitral kapak yetmezliğinde başarılı sonuçları bilimsel açıdan kanıtlanmış olan  ”mandal’’ yöntemi yaygın olarak uygulanan bir tedavi seçeneğini oluşturuyor.  Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Onur Taşar, genel anestezi altında gerçekleştirilen ameliyatsız mitral kapak tamirini şöyle özetliyor: “Bu yöntemle, göğüste veya başka bir bölgede kesi yapmadan, kasık toplardamarından girilerek, kateter yoluyla kalbin içine ulaşılmaktadır. Ardından, hasarlı ve kapanma kusuru olan mitral kapak yaprakçıkları çok küçük ölçekli bir klip (mandal) ile birbirine dikilmektedir.  Hasta, ertesi gün hastaneden taburcu edilerek normal hayatına dönebilmektedir. Mandal yönteminin  en önemli avantajı,  deneyimli merkezlerde yüzde 1’den daha düşük riskle yapılmasıdır”