Yazılar

Aşırı kilo ve hareketsizlik kireçlenmeyi artırıyor!

Aşırı kilo ve hareketsizlik kireçlenmeyi artırıyor!

Modern çağın önemli sorunlarından aşırı kilo ve hareketsizlik başta olmak üzere günlük yaşam alışkanlıklarımızdaki bazı yanlışlar eklemlerimizin hızla kireçlenmesine yol açıyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Fahri Erdoğan halk arasında ‘kireçlenme’ olarak ifade edilen, tıptaki isimleriyle osteoartrit veya artrozun son yıllarda hızla yaygınlaştığını belirterek, hareketlerimizde kısıtlılığa ve istirahat ederken bile  geçmeyen ağrılara neden olan bu hastalığın kişinin günlük yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürdüğünü söylüyor.

Ancak günümüzde teknolojideki ve tıptaki hızlı gelişmelerle tedavide önemli başarılar sağlamanın mümkün olduğunu belirten Prof. Dr. Erdoğan, ameliyat dışı tedavi yöntemlerine yanıt vermeyen hastalarda protez ameliyatının çok önemli faydalar sağladığını, bu sayede kişinin ağrılarından kurtulurken sosyal yaşantısına yeniden kavuşabildiğini vurguluyor. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Fahri Erdoğan günlük yaşamda çok sık yapılan ve eklemlerimizde kireçlenmeye yol açan 5 önemli yanlışı sıraladı, protez ameliyatındaki yenilikleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Son yıllarda giderek yaygınlaşan eklem kireçlenmesi artık sadece yaşlılarda değil gençlerde de önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Zamanla hastanın yürüme mesafesini ciddi şekilde azaltan, eğilme ve çömelmesini imkansız hale getiren, gece ve gündüz dinlenme halinde bile ağrılarının sürmesine yol açan hastalık bu nedenle kişiyi sosyal yaşamdan da koparabiliyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Fahri Erdoğan ilaç ve fizik tedaviye ya da yürümeye yardımcı cihazlara rağmen hastanın ağrısının dindirilemediği durumlarda protez ameliyatının kaçınılmaz hale geldiğini belirterek “Kireçlenmenin boyutu onarılamayacak düzeye ve yaygınlığa ulaştığında hastanın ameliyat olması ve protez ile ekleminin yüzeylerinin değiştirilmesi gerekir. Günümüzde teknolojideki ve tıptaki gelişmeler, ileri ölçüde yıpranan ve ameliyat dışı tedavi yöntemlerine yanıt vermeyen hastalarda; yerinde ve kuralına uygun uygulanan bir eklem proteziyle ağrısız ve hareketli bir yaşamı mümkün kılıyor” diyor.

Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Fahri Erdoğan

Prof. Dr. Fahri Erdoğan

Ağrısız ve hareketli bir yaşamı mümkün kılıyor!

Proteze uygun şartlara sahip olan hastanın ameliyat edilerek en fazla iki gün içerisinde ayakta yürür ve merdiven çıkabilecek, evde tüm ihtiyaçlarını kendisi karşılayabilecek şekilde taburcu olabildiğini belirten Prof. Dr. Erdoğan sözlerine şöyle devam ediyor: “Son yıllarda hızla gelişen teknolojiyle beraber daha dayanıklı ve doku ile uyumlu malzemeler üretilmiştir. Günümüzde artık 4. jenerasyon seramik yüzeylerin kullanımı ile daha başarılı uzun dönem sonuçlar sağlanabilmektedir. Ameliyat öncesi tetkik ve taramalarda ameliyat sırasında veya sonrasında gelişebilecek problemler başlangıçta tespit edilerek gerekli önlemler alınmaktadır. Ayrıca anestezi alanında kazanılan yenilikler, daha güvenli anestezi teknikleri ile cerrahi sırasında özellikle ileri yaş ve riskli hasta grubunda daha güvenli cerrahi imkanı sağlamaktadır. Dokuya daha az zarar vererek yapılan cerrahi yaklaşımlarla hastanın kas fonksiyonlarının maksimum seviyede korunması sağlanmaktadır.”

 Ortopedi ve Travmatoloji

Eklem kireçlenmesi yol açan 5 önemli yanlış!

 Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Fahri Erdoğan, eklem ve kıkırdak aşınmalarına genetik rahatsızlıklar, ilerleyen yaş ve menopoz sonrası kemik erimesi (osteoporoz) gibi birçok etkenin yol açabildiğini belirtirken, bazı yanlışlarımızın da kireçlenme sürecini hızlandırdığını vurguluyor. Prof. Dr. Erdoğan kireçlenmeye yol açan 5 önemli yanlışı şöyle sıralıyor;

  • Aşırı kilo: Fazla kilo eklemler için taşınması gerekenden fazla yüke neden olarak aşınmayı hızlandırdığından ideal kiloya inmek gerekiyor.
  • Hareketsizlik: Hareketsizlik eklemleri zayıflatıp, kıkırdakların hızla tahrip olmasına yol açarak kireçlenmeyi hızlandırıyor. Uygun ve düzenli egzersiz eklemleri koruyor.
  • Eklemlere aşırı yük bindirmek: Eklemin hareketlerini zorlayacak düzeyde ve ağırlıkta hareketler eklemlere zarar veriyor. Bu nedenle özellikle eklemi darbeye maruz bırakacak tarzda zıplama veya sıçrama ile yapılan hareketlerden kaçınmak gerekiyor.
  • Sigara ve alkol: Yapılan bilimsel çalışmalarla genel sağlığa verdikleri zararlar tartışmasız olan sigara ve alkol kullanımı, dolaylı olarak eklemin beslenmesini de olumsuz etkiliyor, kıkırdak aşınmasını hızlandırarak aşınmaya yol açacak başka rahatsızlıkların gelişimine neden oluyor.
  • Duruş bozukluğu: Yanlış duruş ve oturuş eklemlerdeki yıpranmayı artırıyor. Bu nedenle duruş bozukluklarını düzeltmek, özellikle kas ve eklemin gerilimini azaltacak ve eklem çevresi kas gruplarını kuvvetlendirecek egzersizleri yapmak gerekiyor.

Tiroit hormonu kilo vermek için bilinçsizce kullanılırsa!

Tiroit hormonu kilo vermek için bilinçsizce kullanılırsa!

Ses kısıklığı ya da sesinizde çatallanma oluyor, boynunuzda şişlik ya da yutkunurken hareket eden kitle hissediyor, nefes almada güçlük mü çekiyorsunuz? Bu ve benzeri şikayetler; nefes borusunun ön kısmında yer alan, şekli kelebeğe benzeyen ve salgıladığı hormonlarla vücudun birçok fonksiyonunu düzenleyen tiroit bezindeki nodüllerden kaynaklanıyor olabilir! Acıbadem Taksim Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Tamer Karşıdağ, tiroit bezinin içindeki bu sert kitlelerin genellikle çapları 2-3 cm’yi geçmeden gözle fark edilmelerinin güç olduğunu belirterek “Tiroit nodüllerinin kötü huylu olup olmadıklarının mutlaka teşhis edilmesi gerekir. Zamanında fark edilir, doğru değerlendirilir ve iyi bir takip yapılırsa hiç bir nodül tehlikeli hale geçemez. Tiroit nodüllerinin görülme sıklığı, özellikle ülkemizin kuzey bölgelerinde dünya ortalamasının biraz üzerindedir. Her 100 kişiden 3-7’sinde tiroit nodülü bulunur. Bunların yüzde 5-15’i kanserdir. Beslenme alışkanlıkları, iyot eksikliği ve genetik faktörlerin etkili olduğu yerlerde tiroit bezi büyümesi (guatr) daha sık görülmektedir. Fazla radyasyona maruz kalan bölgelerde ise tiroit kanser sıklığı artar” diyor. Prof. Dr. Tamer Karşıdağ tiroit nodülleri hakkında bilinmesi gereken 6 önemli bilgi verdi, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Acıbadem Taksim Hastanesi

Prof. Dr. Tamer Karşıdağ

  • Hazır ve işlenmiş gıdalardan kaçınılmalıdır!

Tiroit nodülü olanların fazla kaloriden, hazır gıdalar ve işlenmiş gıdalardan uzak durmaları gerekir. Bunlar tiroit nodüllerinin daha hızlı büyümesine neden olur. Eğer herhangi bir yakınmaya neden olmuyorsa tiroit nodüllerini belli aralıklarla takip etmeleri gerekir.

  • Bilinçsiz takviye kullanımı zarar verir!

Prof. Dr. Tamer Karşıdağ belirli gıdaların veya takviye gıdaların tiroit sağlığını iyileştirebileceğini kanıtlayan hiçbir bilimsel kanıt olmadığını vurgulayarak “Tiroit sağlığını geliştirmek için pazarlanan bazı takviye gıdalar zararlı bile olabilir. Ekstra iyot alınması tiroit sağlığına katkıda bulunmayacağı gibi, aksine fazla miktarda iyot almak bazı durumlarda zararlı olabilir. İyi dengelenmiş bir diyet gerekli iyot alımı için yeterlidir” diyor.

  • Takip edilmeleri şarttır!

Tiroit nodülünde tanı koymak için klinik muayene sonrası ultrason ve basit hormon tetkikleri istenir. Gerek duyulursa iğne ile örnek almak gibi daha ileri tetkikler eklenir. Çoğunlukla elle yapılan muayene veya görüntüleme yöntemleri ile tesadüfen saptanırlar. Çok büyük bir kısmı iyi huyludur ve tedavi edilmeyi gerektirmezler ama takip edilmeleri şarttır. İyi huylu olduğu kanıtlanırsa, bir bulgu oluşturmuyorsa ve riskli bir büyüme hızı yoksa takip yöntemi uygulanır. Kanser tanısı konur veya biyopside şüphede kalınırsa, yutkunma veya nefes alma zorluğuna neden oluyorsa veya fazla miktarda tiroit hormonu salgılıyorsa tedavisi cerrahi olarak tiroit bezinin tamamını veya bir kısmını çıkarmaktır. Fazla tiroit hormonu salgılayan nodüller için radyoaktif iyot tedavisi uygulanabilir.

Acıbadem Taksim Hastanesi

  • Parfüm kullanmanın zararı yoktur, ama!

Boyuna parfüm sıkılması tiroit nodüllerine neden olmaz ancak bazı parabenler kanserin yayılmasında önemli etkiye sahiptir ve triklosan tiroit fonksiyonunu bozabilir. Hamilelik sırasında parabenlere maruz kalmak, tiroit bezinin fonksiyon bozukluğuna ve bebeğin özellikle de doğumda erkek bebeğin kilo almasına neden olur.

  • Hipotiroidi eğiliminiz varsa bu besinleri temkinli tüketin!

Soya içeren ürünler, lahana, brokoli ve karnabahar tiroit nodüllerine neden olmasa da bu ürünler iyot emilimini azalttığı için tiroidin hormon üretimini etkiler. İnsanlarda yeterli çalışma bulunmadığından, hipotiroidi eğilimi olduğu durumlarda bunları ölçülü olarak tüketmek daha güvenlidir. Bu sebzelerin içerdiği lif, C vitamini ve diğer besinler her durumda yarar sağlar.

  • Tiroid hormonu zayıflamak için kullanılmamalıdır!

Prof. Dr. Tamer Karşıdağ “Kilo vermek için tiroit hormonu kullanmak hayati riske dahi yol açabilir. Eğer hekime danışmadan, bilinçsizce kullanılmaya çalışılırsa kas proteini kaybı, kemik erimesi veya kalp sorunları gibi önemli risklerle karşı karşıya kalınabilir” diyor.

Endometriozisle başa çıkmayı sağlayan 7 etkili öneri!

Endometriozisle başa çıkmayı sağlayan 7 etkili öneri!

Bir hastalık düşünün ki en alakasız görünen organı bile etkileyip, yol açtığı bambaşka sorunlarla kişinin ‘doktor doktor gezmesine’, yıllarca tanısı konulamadığından derdine çare bulamamasına neden olsun! İşte, kadınların hayatını kabusa çevirebilen bu sinsi hastalığın adı; Derin Pelvik Endometriozis! Acıbadem Taksim Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Faruk Abike endometriozisin toplumda sadece ‘çikolata kisti’ olarak algınlanmasının da hastalığın teşhisini geciktirdiğini, bu nedenle bu algının değiştirilmesi gerektiğini vurguluyor. Doç. Dr. Faruk Abike, geçmeyen bağırsak şikayetlerinden cinsel ilişki sırasında ağrıya, idrar yolları sorunlarından kasık, bel ve sırt ağrısına kadar, tutulum yaptığı organa göre birçok şikayete neden olabilen endometriozisin en şiddetli türü olan Derin Pelvik Endometriozisi anlattı, yaşam konforunu artırıcı önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Halk arasında ‘çikolata kisti’ olarak adlandırılan endometriozis, endometrium dokusunun rahim dışındaki bölgelerde tutulum yapması anlamına geliyor. Toplumda sanılanın aksine ‘çikolata kisti’ endometriozisin çeşitlerinden sadece biri olup, çok daha şiddetli türü olarak karşımıza Derin Pelvik Endometriozis çıkıyor! Acıbadem Taksim Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Faruk Abike “Endometriozis hastalığının sadece çikolata kisti olarak algılanması son derece yanlıştır ve bu yanlış algının bir an önce değiştirilmesi gerekir. Çünkü hastada çikolata kisti saptanmamış olsa da, endometriozisin en şiddetli çeşidi olan Derin Pelvik Endometriozis söz konusu olabilir ve mutlaka tedavi edilmesi gerekir” diyor. Birçok hastalığı taklit ederek o hastalıkların şikayetlerine yol açtığı için Derin Pelvik Endometriozisin teşhisinin 10 yılı bile bulabildiğini belirten Doç. Dr. Faruk Abike şöyle konuşuyor: “Derin Pelvik Endometriozis; bağırsakların tıkanmasına, geçmeyen gaz yakınmalarına, dışkılama sırasında ağrıya, ishal ve kabızlığa, cinsel ilişki sırasında ve adet döneminde şiddetli ağrıya, kasık, bel ve sırt ağrılarına neden olabilir. Bağırsak tutulumu olan hastalarda sıklıkla karınlarında sanki hamileymiş gibi şişlik sorunu yaşanır. Anne olmanın önündeki en önemli engellerden de biridir.”

Doç. Dr. Faruk Abike

Doç. Dr. Faruk Abike

Erken teşhis ve tedavi için bu önerilere dikkat!

Özellikle zamanla artan adet sancısı, cinsel ilişki sırasında ağrı, gebe kalamama, bağırsak sorunları ve anormal kanama sorunları olan kadınlarda ultrason veya diğer görüntüleme yöntemlerinde hiçbir patoloji saptanılmasa bile, mutlaka endometriozis konusunda deneyimli bir jinekolog tarafından değerlendirme yapılması gerektiğini belirten Doç. Dr. Faruk Abike “Derin Pelvik Endometriozisin teşhisi klasik görüntüleme yöntemleri ile çok zor olup, bu hastalık konusunda deneyimli olan bir Kadın Doğum Uzmanına jinekolojik muayene ve özel tekniklerle yapılan transvaginal ultrason incelemesi, gerekli durumlarda MR incelemesi ile tanı konulur. Tanı konulduktan sonra, uygun tedavi seçenekleri belirlenir ve hastanın semptomları yönetilir. Bu hastalığın erken tanı ve tedavisi, hastaların yaşam kalitesini artırabilir ve doğurganlık sorunlarını azaltabilir” diyor. Tedavinin kişiye özel yaklaşımlarla; medikal tedavi, diyet değişiklikleri ya da cerrahi müdahale gibi uygulamalarla yapılabileceğini belirten Doç. Dr. Faruk Abike, kişiye özel yaklaşımla hareket edilmesinin çok önemli olduğunu söylüyor.

Acıbadem Taksim Hastanesi

Derin Pelvik Endometriozise Karşı Etkili Önlemler!

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Faruk Abike, Derin Pelvik Endometriozis hastalığıyla başa çıkmak için önerilerini 7 maddede sıralıyor;

  • Doktorunuzla düzenli iletişimde olun. Şikayetlerinizde bir değişiklik olursa veya yeni sorunlar ortaya çıkarsa mutlaka haberdar edin.
  • Tedavi planınızı aksatmayın. Gerekirse planınızı doktorunuzla gözden geçirin.
  • Hafif egzersizler yapın ancak aşırı egzersizden kaçının. Doktorunuza danışmadan yeni bir egzersiz programına başlamayın.
  • Anti-inflamatuar özelliklere sahip besinleri içeren bir diyet benimseyin. C vitamini, omega-3 yağ asitleri ve lif içeren gıdalar, iltihaplanmayı azaltabilir.
  • Stres hastalık şikayetlerinizi artırabilir. Meditasyon, derin nefes alma teknikleri, yoga veya terapi gibi stres yönetimi tekniklerini uygulayın.
  • Derin Pelvik Endometriozis ile başa çıkma sürecinde destek gruplarına katılmak, diğer insanlarla deneyimleri paylaşmak ve duygusal destek almak faydalı olabilir.
  • Sigara içmeyi bırakmak, sağlıklı bir uyku düzeni oluşturmak ve alkol tüketimini sınırlamak gibi yaşam tarzı değişiklikleri genel sağlığınızı iyileştirebilir.

Diz hastalıklarında yeni nesil tedavi!

Diz hastalıklarında yeni nesil tedavi!

Vücudumuzun tüm yükünü üstlenen dizlerimiz gündelik hayatımız için kilit bir önem taşıyor. Özellikle pandemi sürecinde evde geçirilen uzun saatler nedeniyle hareketsiz kalınması, iş ve eğitimin dijital ortama taşınmasıyla gün boyu bilgisayar karşısında dizlerin bükülü olması ve aşırı kilo alımı derken günümüzde pek çok kişinin dizleri alarm verir hale geldi! Eskiden ileri yaş hastalığı olarak bilinen diz şikayetlerinin artık gençlerde de çok sık karşılaşılan sorunlar arasında yer aldığını belirten Acıbadem Taksim Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Ata Can “Dizlerindeki rahatsızlıklardan dolayı şikayet edenlerin sayısı hızla artıyor. Özellikle dizlerde ağrı, şişme, takılma, bükülü oturamama ve yürürken yolda durmak zorunda kalma gibi şikayetler günümüzde gençlerde de yaygın görülür oldu” diyor. Buna karşın teknolojideki ve tıptaki ilerlemeler sayesinde diz hastalıklarının tedavisinde çok başarılı sonuçlar alındığını vurgulayan Doç. Dr. Can, ileri vakalarda ise robotik diz protezlerinin yüz güldürdüğünü söylüyor. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Ata Can robotik diz protezi tedavisi hakkında en çok merak edilenleri yanıtladı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Doç. Dr. Ata Can

Doç. Dr. Ata Can

  • Robotik diz protezi ameliyatının avantajları nelerdir?

Robotik cerrahi, cerrahların operasyon öncesi detaylı planlama yapmalarını ve ameliyat sırasında bu plana uygun hareket etmelerini sağlıyor. Robotik sistemler yardımıyla gerçekleştirilen milimetrik hesaplar sayesinde, alanında uzman hekim kemik kesilerini hangi bölgeye, ne kadar yapacağını, protezi nasıl konumlandıracağını cerrahi müdahale öncesinde planlayabiliyor. Böylelikle yumuşak doku dengesi korunarak protezin ömrü uzatılırken, hastanın daha az komplikasyon riski ve daha az doku hasarı ile eklem hareketlerinin korunması ve normal yaşantısına daha hızlı dönmesi sağlanıyor.

  • Robotik diz protezinin ömrü kaç yıldır?

Robotik diz protezinin ömrünün pek çok faktöre bağlı olarak değişebildiğini ancak genellikle 15-20 yıl olduğunu belirten Doç. Dr. Ata Can şöyle konuşuyor: “Protezin robotik yöntemle daha hassas yerleştirilmesi sayesinde, ekleme daha iyi uyum sağlaması ve uzun ömürlü olması beklenir. Ancak, her hastanın durumu farklı olduğu için protezin ömrü kişiden kişiye değişebilir. Bu süre, hastanın yaşam tarzı, kilosu ve fiziksel aktivite düzeyi gibi değişkenlere bağlı olarak daha uzun veya daha kısa olabilir. O nedenle protezin ömrünü uzatmak için hastaların doktorlarının önerilerine uymalarını ve düzenli kontrol randevularına gitmelerini tavsiye ediyoruz.”

  • Robotik diz protezi kimlere uygulanır?

Robotik diz protezi ameliyatı; çoğunlukla hastanın yaygın ve geniş bir alanda kıkırdak sorunları olması, hastanın günlük yaşantısındaki hareketlerinin iyice zorlaşması ve ilaç ya da enjeksiyon gibi tedavi yöntemlerinin fayda sağlamaması durumlarında yapılıyor. Ortopedi ve Travmatoloji uzmanlığı tarafından uygun görülen her hastaya robotik diz protezinin uygulanabildiğini belirten Doç. Dr. Ata Can, ameliyatın süresinin ise deformitenin evresine ve hastanın durumuna bağlı olarak değişkenlik gösterdiğini, ancak genellikle bir ile iki saat arasında değiştiğini söylüyor. Doç. Dr. Ata Can, özellikle ileri yaşta, ağrıları ve yürüme güçlüğü iyice artmış hastalarda robotik diz protezi ameliyatı sayesinde çok etkili sonuçlar alarak hastanın kendi işlerini yapar hale gelmesini sağlayabildiklerini vurguluyor.

  • Hastalar ameliyat sonrası nelere dikkat etmelidir?

Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Ata Can “Robotik diz protezi cerrahisi yapılan hastamız uzman doktorun kontrolünün ardından operasyon ertesi ilk 24 saat içerisinde yürütülüyor. İlk bir ayın sonunda hastalarımız günlük aktivitelerine ve sosyal yaşantılarına  sağlıklı bir şekilde dönebiliyor. Robotik diz protezi sonrası hastalarımızın erken dönemde düşmemeleri gerekir. Birinci aydan sonra hiçbir kısıtlamamız yoktur. Hastalarımız koşu, yüzme ve bisiklet gibi bireysel sporları yapabilirler” diyor.

Karaciğer yağlanması sorunu hızla yaygınlaşıyor!

Karaciğer yağlanması sorunu hızla yaygınlaşıyor!

Son yıllarda gerek sağlıksız beslenme gerekse hareketsiz yaşam tarzı derken karaciğer yağlanması sorunu yaşayanların sayısı hızla artıyor! Acıbadem Taksim Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Atakan Yeşil, yanlış yaşam alışkanlıkları nedeniyle günümüzde karaciğer yağlanmasının artık genç yaşlarda da sık görülür hale geldiğini belirterek “Türk Gastroenteroloji Derneği’nin çalışmasına göre; ülkemizde her 10 kişiden 6’sında karaciğer yağlanması sorunu bulunmaktadır. Karaciğer yağlanması, özellikle ilk aşamalarda genellikle ciddi belirtiler göstermezken, bu durum zamanla karaciğerde iltihaplanmaya ve hücre hasarına neden olarak karaciğerin işlevlerini önemli ölçüde bozup siroz veya karaciğer kanserine yol açabilir” diyor. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Atakan Yeşil karaciğer yağlanmasına yol açan etkenleri ve alınması gereken önlemleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Prof. Dr. Atakan Yeşil,

Prof. Dr. Atakan Yeşil

  • Sağlıklı beslenin

Modern diyetlerde işlenmiş gıdaların ve yüksek fruktoz içeren besinlerin tüketiminin artması, karaciğer yağlanmasına yol açabilir ve insülin direncini artırabilir. Diyetinizi işlenmiş gıdalardan, yüksek fruktoz içeren şekerlerden ve doymuş yağlardan uzak tutun. Akdeniz diyeti gibi zeytinyağı, balık, sebze ve meyve ağırlıklı diyetler tercih edilebilir.

  • Düzenli egzersiz yapın

Yapılan bilimsel çalışmalar; hareketsiz yaşam tarzı ve düşük fiziksel aktivite düzeylerinin karaciğer yağlanmasına yol açan etkenler arasında önemli bir rol oynadığını ortaya koyuyor. Düzenli şekilde haftada birkaç kez yapılan orta düzeyde egzersiz, yağ yakımını artırarak genel sağlık durumunu iyileştirir ve karaciğer sağlığını korumaya da yardımcı olur.

  • İdeal kilonuzu koruyun

Türkiye’de obezite oranının son yıllarda artması, karaciğer yağlanması vakalarının artmasında büyük bir etken olmuştur​​. Obezite ve aşırı kilo, karaciğer yağlanmasının en yaygın nedenlerinden biridir. Fazla kilo, karaciğerde yağ birikimini artırarak zamanla karaciğer sağlığını bozabilir. Bu nedenle sağlıklı bir yaşam tarzı benimseyerek fazla kilolarınızdan kurtulun.

Karaciğer yağlanması

  • Alkolden kaçının

Alkol tüketiminin karaciğer üzerindeki etkileri kişiden kişiye değişirken, bazı kişiler alkol metabolizmasında genetik farklılıklar nedeniyle karaciğer hasarına daha yatkın olabiliyor.  Bilimsel çalışmalar; kronik ve aşırı alkol tüketiminin karaciğerin normal işlevlerini bozarak karaciğerde yağ birikmesine, iltihaplanmaya ve sonrasında siroza neden olabildiğini ortaya koyuyor. Bu nedenle alkol kaynaklı karaciğer hasarının önlenmesi için, alkol tüketiminin azaltılması veya tamamen bırakılması hayati önem taşımaktadır.

  • Sağlık kontrollerinizi aksatmayın

Prof. Dr. Atakan Yeşil “Tip 2 diyabet ve insülin direnci, karaciğer yağlanması riskini artıran önemli faktörlerdir. Diyabet hastalarında karaciğer yağlanması sıklığının daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir​​. Bazı genetik ve metabolik faktörler, zayıf veya normal kilodaki bireylerde bile karaciğer yağlanmasına yol açabilir. Bu nedenle düzenli sağlık kontrolleri, karaciğer fonksiyon testleri, fibroscan (karaciğer hasarını gösterir) gibi tetkikler karaciğer sağlığınızı izlemenize ve olası sorunları erken evrede tespit etmenize yardımcı olabilir” diyor.

Karaciğer yağlanmasının 7 önemli nedeni!

Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Atakan Yeşil, karaciğer yağlanmasının 7 önemli nedenini şöyle sıralıyor;

  • Düzensiz beslenme alışkanlıkları
  • İşlenmiş gıdaların tüketimi
  • Alkol tüketimi
  • Fiziksel aktivite azlığı
  • Diyabet hastalığı ve insülin direnci
  • Genetik ve metabolik faktörler
  • Metabolik sendrom

Hareketsiz yaşam kan şekerinin olması gereken seviyenin üzerine çıkarıyor

Hareketsiz yaşam kan şekerinin olması gereken seviyenin üzerine çıkarıyor

Son yıllarda giderek yaygınlaşan diyabet hastalığı artık genç yaşlarda da kapıyı çalıyor. Gerek sağlıksız beslenme gerekse hareketsiz yaşam tarzı derken kan şekerinin olması gereken seviyenin üzerine çıkması (diyabet) kalp ve damar sistemine zarar vererek birçok başka ciddi hastalıklara da zemin hazırlıyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Esra Nur Ademoğlu Dilekçi, diyabetin hemen öncesindeki ‘sınır evresi’ olarak da adlandırılan prediyabetin de kontrol altına alınmadığında diyabet hastalığına ilerlediğini belirterek “Ülkemizde görülme sıklığı artan prediyabet kan şekeri düzeylerinin sağlıklı bireylerden daha yüksek olduğu ancak diyabet sınırına gelmediği metabolik durumu ifade eder. Prediyabetik bireylerde diyabet gelişme riski artmıştır. Prediyabet evresinde diyabetin oluşturduğu sağlık sorunlarının büyük bir kısmı aslında ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde böbrek, sinir sistemi ve gözlerde küçük damar sistemlerinde birtakım değişiklikler gerçekleşebilir. Ayrıca kan şekeri değeri normal olan hastalara göre kalp damar hastalıkları riskinde de belirgin şekilde artış vardır” diyor. Prediyabette hastaların uygun șekilde tedavi edilip kan şekerleri dengelenerek diyabet gelișiminin önlenmesinin mümkün olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Esra Nur Ademoğlu Dilekçi, kan şekerini dengelemenin 6 önemli yolunu anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Doç. Dr. Esra Nur Ademoğlu Dilekçi

Doç. Dr. Esra Nur Ademoğlu Dilekçi

  1. Fazla kilolarınızdan kurtulun

Prediyabetik hastaların büyük bir kısmı ideal kilosunun üzerinde ya da obezite hastası olarak karşımıza çıkıyor. Bu hastalarda en az yüzde 7 kilo kaybının büyük önem taşıdığını belirten Doç. Dr. Esra Nur Ademoğlu Dilekçi, bu nedenle kalori kısıtlaması yapılması gerektiğini söylüyor.

  1. Sağlıklı beslenmeye dikkat edin

Diyabetten korunmada sağlıklı beslenme kritik rol oynuyor. Kişiye özel beslenme planı oluşturularak en uygun beslenme modelinin seçilmesi şart. Beslenme planının kişinin yaşam tarzına, bireysel tercihlerine uygun olması sürdürülebilirlik açısından da büyük fayda sağlıyor.

  1. Düzenli egzersiz yapın

Hareketsiz (sedanter) yaşamdan kaçınmak, gün içerisinde fiziksel olarak hareketsiz kalınan süreleri azaltmak, masa başı bir işte çalışılıyorsa her 30 dakikada bir düzenli olarak birkaç dakika da olsa hareket etmek gerekiyor. Doç. Dr. Dilekçi “Haftada 150 dakika veya daha fazla, düzenli olarak büyük kas gruplarını içeren, orta şiddette bir fiziksel aktivite (tempolu yürüyüş, yüzme, bisiklete binme vb) yapabilirsiniz. Bu egzersiz planına ek olarak vücut ağırlığına karşı veya çeşitli cihazlar yardımıyla direnç egzersizleri yapmanızın da ek faydaları olacaktır” diyor.

  1. Stresinizi yönetmeyi öğrenin

Kronik stres varlığının kan şekerinin dengede tutulmasını zorlaştırıcı bir etken olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Dilekçi, bu nedenle stresi yönetmeyi öğrenmek gerektiğini söylüyor. Gerekirse depresif belirtiler, anksiyete, kaygı gibi duyguların varlığında konunun uzmanlarından destek almaktan kaçınmamak gerekiyor.

Acıbadem Taksim Hastanesi

  1. Düzenli ve kaliteli uykuya özen gösterin

Yapılan bilimsel çalışmalar; düzenli ve yeterli uykunun kan şekerinin dengede tutulmasında da çok önemli rolü olduğunu ortaya koyuyor. Kan şekeri dengesinin sağlanmasında geceleri çok geç yatmamak, düzenli olarak 6-8 saat uyumak gerektiğini belirten Doç. Dr. Dilekçi şöyle konuşuyor: “Daha fazla veya az uyumak kan şekeri dengelenmesinde zorluklara yol açabilir. Uyku saatinin dışında uyku hijyeninin iyi olması, dinlenmiş bir şekilde uykudan uyanmak önemlidir. Gece geç yatmak ve geç kalkmak yerine erken yatıp erken kalkmanın da kan şekeri üzerine olumlu etkileri olacaktır.”

  1. Sigaradan kaçının

Sigara kullanımı prediyabette zaten artmış olan kalp ve damar hastalıkları riskini daha da artırıyor. Sigara kullanan hastaların mutlaka sigara bırakma programlarına yönlendirilmesi gerekiyor. Son yıllarda kullanımı gittikçe artan ve ‘daha az zararlı olduğu’ şeklinde yanlış bir düşüncenin hakim olduğu elektronik sigaranın da, benzer olumsuz etkilere yol açmasından dolayı bırakılması gerekiyor.

Kulağınızda deniz kabuğu sesi mi duyuyorsunuz?

Kulağınızda deniz kabuğu sesi mi duyuyorsunuz?

Kulaklarınızda basınç hissediyor, günden güne değişen işitme kaybı yaşıyor, kulağınıza deniz kabuğu tutmuşçasına hışırtı ve uğultu duyuyor, uzun süreli baş dönmesi krizleriyle boğuşuyor, ataklar sırasında kendinizi saatlerce lunaparkta roller coaster’a (hız treni) binmiş gibi mi hissediyorsunuz! Bu sinyallere kulak vermenizde fayda var! Zira günlük yaşamın koşuşturmacasında görmezden geldiğiniz ya da doktora başvurmayı ötelediğiniz bu şikayetler başınıza çok büyük sorunlar açabilir! Acıbadem Taksim Hastanesi Kulak, Burun ve Boğaz Hastalıkları (KBB) Uzmanı Prof. Dr. Arif Ulubil kişinin yaşam kalitesini azaltan bu hastalığın tedavisinde günlük tuz tüketimini azaltmaktan cerrahi yöntemlere kadar pek çok seçeneğin olduğunu söylüyor. Prof. Dr. Arif Ulubil, toplumda ismi çok duyulmamış Meniere hastalığını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

“Meniere” işitme kaybı veya vertigoya yol açan bir iç kulak hastalığı. İç kulakta oluşan aşırı sıvı basıncı, bölgede bulunan tüylü hücrelerin işlevini bozarak kulak içi zarların yırtılmasına ve ardından karışmaması gereken sıvıların birbiri ile temasına neden olarak baş dönmesi ataklarına yol açıyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Kulak, Burun ve Boğaz Hastalıkları (KBB) Uzmanı Prof. Dr. Arif Ulubil, bu hastalığın nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, bazı durumlarda kafa travması veya orta/ iç kulak enfeksiyonları ile ilişkilendirildiğini belirterek “Genellikle sorun, iç kulak sıvı boşaltımını sağlayan endolenfatik kanal denilen yapının dar olmasından kaynaklanıyor. Alerjiler ve otoimmün bozukluklar da hastalığa neden olabiliyor” diyor.

Prof. Dr. Arif Ulubil

Prof. Dr. Arif Ulubil

Bu şikayetlerle kendini gösterebiliyor!

İşitme kaybı, vertigo (baş dönmesi) ve kulakta çınlamanın Meniere hastalığının başlıca göstergelerinden olabildiğini belirten Prof. Dr. Arif Ulubil şöyle konuşuyor: “İşitme kaybı genellikle sadece kulağın bir tanesini etkilerken, hastalığın erken evrelerinde hafif veya günden güne şiddeti değişen şekilde yaşanıyor, sonraki aşamalarda şiddetli ve kalıcı hale gelebiliyor. Hastaların, bir motor sesi ya da deniz kabuğunun kulakta oluşturduğu ses şeklinde tarif ettiği çınlama yani tıptaki adıyla tinnitus şikayetine de sıklıkla rastlanıyor. Birçok hasta ayrıca kulaklarında basınç veya dolgunluk yaşıyor ve basınç genellikle baş dönmesi öncesinde veya sırasında artıyor. Tedavinin düzenlenmesinde bu basıncın takibi büyük önem taşıyor. En çok sıkıntı yaratan şikayetlerden  biri de baş dönmesi yani vertigo oluyor. Baş dönmesi ataklarına sıklıkla mide bulantısı ve kusma eşlik ediyor. Beklenmedik bir şekilde gelip giden vertigo atağı yatıştıktan uzun süre sonra bile yorgunluk veya dengesizlik hissi sürebiliyor. Tipik bir Meniere atağı saatlerce sürebiliyor.”

Tedavide ilk adım tuz tüketimini azaltmak!

Meniere hastalığında basamak tedavisi yöntemi izleniyor yani en basit diyet değişikliklerinden başlanıyor ve süreç karmaşık iç kulak cerrahilerine kadar ilerleyebiliyor. Hastalık ile ilişkili baş dönmesinin genellikle çok büyük oranda ilaçlar ve diyet değişiklikleri ile kontrol edilebildiğini belirten Prof. Dr. Arif Ulubil “Tuzu azaltmak, iç kulak sıvısını düşük tutmaya ve baş dönmesini önlemeye yardımcı oluyor. Düşük tuzlu bir diyet; yiyeceğe tuz eklememek, hazır gıdalardan kaçınmak ve gıda etiketlerini okuyarak sodyum alımını kısıtlamayı içeriyor” diyor. Diyetten fayda sağlanamazsa medikal tedavi yöntemleri ve enjeksiyon tedavisi uygulandığını kaydeden Prof. Dr. Arif Ulubil, daha ileri boyutta ise cerrahi yöntem gerekebildiğini söylüyor.

Kulak, Burun ve Boğaz Hastalıkları

Endolenfatik Kese Cerrahisi yüz güldürüyor

Cerrahi yöntemin ancak diğer önlemler başarısız olduğunda bir seçenek olduğuna dikkat çeken KBB Uzmanı Prof. Dr. Arif Ulubil “Cerrahi tedavi bazı hastalarda gerekebilir. Cerrahi prosedürler, Meniere hastalığında sık görülen vertigo nöbetlerini ortadan kaldırabilir ancak işitme kaybını iyileştirecek bir ameliyat yöntemi henüz bulunmuyor. Güncel operasyon tekniklerinden “Endolenfatik Kese Cerrahisi” ile hastalık büyük oranda kontrol altına alınıyor, atak sıklıkları çok azalıyor ve hastanın işitme duyusu korunuyor” diyor. Bu ameliyat tekniği çok özellikli olduğu için çok az hekim tarafından uygulanıyor ancak ilaç tedavisinden yarar göremeyen gruptaki hastalarda yüzde 70 oranında başarılı sonuçlar almak mümkün oluyor.

Prof. Dr. Arif Ulubil ameliyat yöntemine ise hastanın yaşı ve sağlığı, tıbbi durumu ve işitme durumuna göre karar verildiğini söylüyor.

Soğuk havada cilt sağlığını korumanın püf noktaları!

Soğuk havada cilt sağlığını korumanın püf noktaları!

Havaların soğuduğu, nem oranının azaldığı sonbaharda mevsimsel olumsuz etkenlere, çevresel faktörler ve yanlış yaşam alışkanlıklarının da eklenmesiyle cildin yapısı hızla bozuluyor, bazı sorunlarda artış yaşanıyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Ömer Gezdur son günlerde özellikle egzama, kepeklenme, ellerde ve dudaklarda kuruma, çatlama ve kanama gibi sorunlara sıkça rastlandığını belirterek  “Alınacak bazı basit ama etkili önlemlerle cilt sağlığımızı korumamız mümkün. Ancak her bir cilt sorunu, cilt tipine ve hastalığın şiddetine göre farklılık gösterebildiğinden herhangi bir cilt sorunuyla karşılaşıldığında da dermatoloğa ya da uzman bir doktora görünmeyi ihmal etmemek gerekir” diyor. Dermatoloji Uzmanı Dr. Ömer Gezdur, bugünlerde en sık görülen 5 cilt sorununu anlattı, korunmaya yönelik önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Ömer Gezdur

Dr. Ömer Gezdur

Atopik Dermatit (Egzama)

Sonbaharda hızla düşen nem seviyesiyle birlikte oluşan deri sorunlarının başında atopik dermatit yani egzama geliyor. Deri kuruluğu, kaşıntı, kızarıklık ve çatlama gibi belirtilerle kendini gösteren egzama zamanla bu çatlaklardan giren mikroorganizmalar nedeniyle enfeksiyonlara yol açarken, tedavisi daha uzun sürebiliyor ve günlük yaşam konforunu olumsuz etkileyebiliyor.

Korunma yolları: Egzamadan korunmak için; cidimizdeki nemi korumanın ve cilt bariyerimizi güçlendirmenin çok önemli olduğunu belirten Dr. Ömer Gezdur “Cildinizin kuruma olan bölgelerine ekstra özen göstermek ve dermatoloğunuzun tavsiyesi ile atopik cilt tipine uygun içerikli, nemlendirici ve bariyer kremler kullanmak gerekir. Ayrıca egzamalı hastaların ev temizliği, bulaşık, bahçe işleri ya da boya vs gibi aktiviteler sırasında ellerini doğru malzeme seçimi ve eldiven kullanımı ile korumaları gerekmektedir” diyor.

Deri Kuruluğu

Deri kuruluğu sonbaharda cilt bariyerimizin zorlanması sonucu oluşan ve bugünlerde en sık görülen sorunlar arasında yer alıyor. Soğuk hava ve azalan nemle birlikte, sıcak suyla banyo yapmak, yeterli sıvı alınmaması, bazı ilaçların yan etkileri ve deterjanlar da olumsuz etkileyerek cilt sorunlarına yol açıyor.

Dr. Ömer Gezdur

Korunma yolları: Dermatoloji Uzmanı Dr. Ömer Gezdur özellikle kuru ciltli hastaların mutlaka sıcak suyla duştan kaçınması ve ılık suyla banyo yapması, nemlendiricili temizleyiciler kullanması, bol su içilmesi, sert lifler ve kurutucu içerikteki sabun ve duş jellerinden uzak durması gerektiğini vurguluyor. Kaliteli nemlendirici kremle doğal nem dengesini korumak ve doğal aromatik yağlarla cildi beslerken vücudun özellikle kuruyan bölgelerine dikkat etmek gerektiğini belirten Dr. Gezdur “Bu dönemde hassas peeling etkisi yapacak uygulamalar ve nem sağlayıcı maskelerle cildimizi rahatlatmak, buhar banyosu gibi bakım rutinlerine özen göstermekte fayda var. Doğru ürün kullanımının yanısıra doğru giysi seçimi de cildi korumada etkili olacaktır. Soğuk hava koşullarında vücudu korumak için atkı ve eldiven kullanarak elleri ve boynu korumak cok önemlidir” diyor.

Seboreik Dermatit (Kepeklenme)

Seboreik Dermatit (kepeklenme) sorunu; ciltte seboreik bölgelerde yani saçlı deri, kaşlar ve yüz bölgesinde kızarıklık, pullanma ve kaşıntıya neden oluyor. Hastalık ayrıca iç- dış ortam arası ısı farkları ve sabit olmayan nem düzeyine bağlı olarak da tetiklenebiliyor. Normal bir kepeklenmeden farklı olan seboreik dermatitte saç derisi ve ciltte beyaz ya da sarımsı kepekler, kızarıklıklar ve pullanmalar oluşurken yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor.

Korunma yolları: Soğuk ve kuru hava bu sorunun oluşumunu tetiklediğinden mevsimsel olumsuz etkenlerden korunmak ve beslenmeye dikkat etmek gerekir. Dermatoloji uzmanının önerisiyle saç derisini arındırıp rahatlatan uygun bir şampuanı kullanabilir yine doktorunuzun önereceği çeşitli kremler veya losyonlar ile kaşıntı ve kızarıklığa karşı korunabilirsiniz.

Dr. Ömer Gezdur

Dudak çatlaması

Dudak derisi cildin en hassas noktalarından biri olduğu için, en ufak ısı değişiminden bile etkileniyor. Estetik açıdan kişiyi rahatsız eden bir görüntüye yol açan dudak çatlaması, önlem alınmadığında oluşan yarık ve çatlaklardan enfeksiyon kapılmasına da yol açabiliyor. Ayrıca bazı hastalıklarda ve vitamin eksikliklerinde de dudak çatlaması görülebildiğinden sık tekrarlıyorsa bu durumu sadece mevsimsel olumsuz etkenlere bağlamamak ve doktora görünmek gerekiyor.

Korunma yolları: Soğuk ve rüzgarlı sonbahar günlerinde dudaklarımızın kuruyarak çatlamasını engellemek için dudak balsamları etkili olacaktır. Shea yağı, badem yağı, panthenol içerikli, dudakları nemlendiren ve besleyen balsamlarla dudaklara gün içinde bakım yapmanın yanısıra, bu dönemde bol su içmek ve kafein, alkol kullanımını azaltmak dudak kuruluğundan korur.

Gül Hastalığı (Rosacea)

Halk arasında ‘gül hastalığı’ olarak bilinen yüzde ani kızarıklık, yanma ve deri lezyonları ile kendini gösteren, kronik sayılabilecek bir deri hastalığı olan Rosacea, soğuk hava ve rüzgarla tetiklenebiliyor.

Korunma yolları: Rosacea semptomlarını kontrol altına almak için güneşten ve rüzgardan, soğuktan korunmak önemli bir rol oynamaktadır. Beslenmeyi düzenlemek ve tetikleyici faktörlerden kaçınmak çok etkilidir. Baharatlı yiyecekler, sıcak içecekler ve alkol, Rosacea belirtilerini artıracağı için bunları tüketmemek ve süreçte tedavi planını düzenli uygulamak gerekir.

Uyku apnesine karşı 5 etkili önlem!

Uyku apnesine karşı 5 etkili önlem!

Ülkemizde her 5 kişiden birinde uyku apnesi olduğunu biliyor muydunuz? Üstelik pek çok kişinin bu tehlikeli hastalığa sahip olduğundan habersiz yaşadığını? Acıbadem Taksim Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Mustafa Emir Tavşanlı, günümüzde hızla yaygınlaşan ve genç yaşlarda da çok sık görülür hale gelen uyku apnesinin, uyku hastalıkları arasında uykusuzluktan sonra en sık görülen ikinci hastalık olduğunu belirterek “Tıkayıcı uyku apnesi tedavi edilmezse yaşam kalitesini oldukça düşürmesinin yanı sıra yol açtığı sorunlar nedeniyle özellikle gece veya sabaha karşı ani ölümle bile sonuçlanabiliyor” diyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Mustafa Emir Tavşanlı uyku apnesi hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı, 8 soruda kendinizde farkındalık yaratabilecek Uyku Apnesi Testi hazırladı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Horlama, boğulur gibi uyanma, uykuda arasıra nefesin durması, uykuda terleme, sabah yorgun ve baş ağrısı ile uyanma, gün boyu sinirlilik, odaklanamama, yorgunluk gibi birçok sorun uyku apnesinden kaynaklanıyor. Üstelik sorunlar hastalığın şiddetine göre değişik derecelerde görülebiliyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Mustafa Emir Tavşanlı, uyku esnasında üst solunum yolundaki daralma veya tıkanmaya bağlı olarak solunumun onlarca veya yüzlerce kez kesintiye uğraması olarak tanımlanan Tıkayıcı Uyku Apnesi’nin özellikle son yıllarda sağlıksız beslenme ve hareketsizlik derken obezitedeki artışla birlikte genç yaşlarda da çok sık görülen bir hastalık haline geldiğini söylüyor.

Acıbadem Taksim Hastanesi

Dr. Mustafa Emir Tavşanlı

Risk faktörlerine dikkat!

Yapılan çalışmalara göre; özellikle fazla kilolu olmanın tıkayıcı uyku apnesinde en önemli risk faktörünü oluşturduğunu vurgulayan Dr. Tavşanlı, kilomuzdaki yüzde 10’luk bir artışın tıkayıcı uyku apnesi riskini 6 kat artırdığını, ayrıca kişinin boyun yapısı kısaysa, boğazda havanın geçtiği yol yapısal olarak dar bir anatomiye sahipse daha fazla risk altında olduğunu belirtiyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Mustafa Emir Tavşanlı “Tıkayıcı uyku apnesinde nefeste kesilmelerin olduğu dönemde kandaki oksijen oranı düşüyor ve oksijen seviyelerindeki dalgalanmalar vücuttaki dokulara zarar verebiliyor. Özellikle damar yapılarında meydana gelen hasarlar damarlarda tıkanıklıklara neden olabiliyor. Aynı zamanda kan basıncında ani yükselmeler de görülebiliyor ve tüm bunlar kalp krizi ve inme olarak bilinen kalp-damar ve beyin damar hastalıklarına zemin hazırlıyor” diyor.

Acıbadem Taksim Hastanesi

Uyku apneniz var mı? Bu sorularla test edin!

Kişilerin tıkayıcı uyku apnesi açısından ne derecede riskli olduklarını basit bir tarama testi ile tespit edebileceklerini belirten Dr. Mustafa Emir Tavşanlı, testin değerlendirilmesine yönelik şu bilgileri veriyor: “Aşağıdaki 8 sorudan oluşan bu testteki sorulara ‘evet’ veya ‘hayır’ şeklinde yanıt verilmektedir. Toplamda 2 veya daha az ‘evet’ cevabı tıkayıcı uyku apnesi açısından düşük risk olarak kabul edilmektedir. Ancak ilk 4 sorudan en az ikisine ‘evet’ diyen erkekler, ilk 4 sorudan en az ikisine ‘evet’ diyen ve beden kitle indeksi 35’in üzerinde olanlar, ilk 4 sorudan en az ikisine ‘evet’ diyen ve boyun ölçüsü geniş olanlar ile toplamda en az 5 soruya ‘evet’ diyenlerin ağır düzeyde tıkayıcı uyku apnesi riski olduğu kabul edilmektedir.” İşte, 8 soruda uyku apnesi testi;

  1. Yüksek sesle (kapı kapalıyken bile duyulacak düzeyde veya eşinizin size dürtmesine neden olacak düzeyde) horlar mısınız?
  2. Gün içinde sık sık kendinizi yorgun, bitkin ya da uykulu hisseder misiniz?
  3. Uykunuzda nefesinizin durduğunu görmüş olan, bunu söyleyen birisi oldu mu?
  4. Yüksek tansiyonunuz var mı? Ya da yüksek tansiyon için ilaç kullandınız mı?
  5. Beden kitle indeksiniz (kilogram cinsinden kilo, metre cinsinden boyun karesine bölünerek bulunur) 35 veya 35’in üzerinde midir?
  6. Yaşınız 50 veya üzerinde midir?
  7. Boyun ölçünüz geniş mi? (Gömlek yakası ölçüsü erkek için 43 cm, kadın için 41 cm veya üzerinde midir?)
  8. Cinsiyetiniz erkek midir?

Sarı nokta hastalığının bilinmeyenleri

Sarı nokta hastalığının bilinmeyenleri

Gelin birkaç saniye gözlerinizi kapatıp hayal edin; çevrenizi görüyor ama baktığınız kişinin yüzünü göremediğinizi… Oturduğunuz yemek masasını algılayıp önünüzdeki tabağın içinde ne olduğunu seçemediğinizi… Karşıdan karşıya geçerken arabaların hareketini takip edebilseniz de hemen önünüzdeki arabayı fark edemediğinizi… Ya da kitap okumak isteyip kitabı göremediğinizi, ayakkabınızı görüp bağlayamadığınızı, cep telefonunuz çalsa da çevredeki diğer objeleri görmenize rağmen hemen yanı başınızdaki telefonu göremediğinizden elinize alamadığınızı! İşte, bu ve benzeri örnekler pek çoğumuzun adını bile duymadığı, önemli bir göz hastalığı olan Sarı Nokta hastalığının yol açtığı sorunlardan sadece bir kaçı!

Ülkemizde bir milyonu aşkın kişi bu hastalık nedeniyle günlük yaşam faaliyetleri son derece kısıtlanmış, sosyal hayattan mecburen soyutlanmış olarak yaşıyor ve ‘baktığı noktanın’ sadece dekileri algılayıp, o merkez noktayı ise görememe sorunuyla mücadele ediyor! Acıbadem Taksim Hastanesi Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ayşe Öner, halk arasında Sarı Nokta Hastalığı olarak bilinen, tıptaki adıyla Makula Dejenerasyonu’nun bazı erken sinyaller verse de çoğunlukla fark edilmediğinden erken teşhis ve tedavi şansının kaçırıldığını ve görme bozukluğunun ilerlediğini söylüyor.

Prof. Dr. Ayşe Öner

İşte o basit ama etkili test!

Peki sinsice ilerleyen bu hastalığın basit bir testle farkına varmak mümkün mü? Evet! Bunun için (yakın gözlüğü kullanıyorsanız gözlüğünüzü takarak) kareli bir A4 kağıdını alın ve çizgilere birkaç saniye dikkatlice bakın!

A şıkkı) Kareli çizgileri tamamen net ve sağlıklı mı görüyorsunuz?

B şıkkı) Kareli çizgileri eğri/kırık/çarpık şekilde mi görüyorsunuz?

Cevabınız B şıkkı ise; Sarı Nokta Hastalığı ile kapınızı çalmış ve tedaviyi daha fazla geciktirmemek için hemen Retina Uzmanına başvurmanız gerekiyor demektir.

Prof. Dr. Ayşe Öner, 6 noktada Sarı Nokta Hastalığı hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı;  önemli uyarılar ve önerilerde bulundu:

  1. Sarı Nokta Hastalığı (Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu) nedir?

Makula bölgesi (gözümüzün arkasındaki sarı nokta alanı) keskin ve renkli görmeden sorumlu retina tabakasının ortasında bulunan küçük bir alandır. Bu bölgeyi etkileyen yaşa bağlı Makula Dejenerasyonu hastalığı halk arasında Sarı Nokta hastalığı olarak bilinmektedir. Bu hastalığın iki tipi vardır; bunlar yaş tip ve kuru tiptir. Hastaların yaklaşık yüzde 90’ında kuru tip bulunur. Bu tip daha yavaş gelişir ve görme kaybının oluşması yıllar alabilir. Yaş tip ise hastaların yüzde 10’unda görülür ancak bu tipte görme kaybı daha ani başlar ve hızlı ilerler.

pause sağlık

  1. Dikkat! Bu faktörler riski artırıyor!

Sarı Nokta hastalığında en önemli risk faktörü ilerleyen yaştır. Özellikle aile öyküsü varsa 50 yaşından sonra düzenli göz kontrolleri yapılmalıdır. Bunlar dışında sigara kullanımı öyküsü, açık renkli göz, hipertansiyon, kalp hastalığı ve UV ışınlarına maruz kalmak da hastalığı arttıran diğer risk faktörlerdir.

  1. Bu belirtiler varsa!

Renkleri soluk görme, yazıları bulanık görme ve düzgün olan çizgileri eğri olarak görme hastalığın başlangıç şikayetleridir. Ayrıca bakılan cismin ortasında bulanık bir alan veya karanlık bir leke görme gibi problemler de yaşanabilir. Hastalık ilerlediğinde kişilerin görme alanlarının ortasında yoğun görme kayıpları oluşur. Bu problemler kişilerin okumak, araba kullanmak gibi önemli faaliyetleri yapmalarına engel olur ve hayatlarını kısıtlar. 

  1. Tam tedavi mümkün değil ama!

Sarı Nokta hastalığı genel olarak geri dönüşü olmayan bir hastalıktır. Kuru tip sarı nokta hastalığı için henüz etkinliği gösterilmiş bir tedavi yöntemi yoktur ancak çeşitli vitamin, mineral takviyeleri ve lutein gibi bazı antioksidan özelliğe sahip olan ilaçlar kullanılmaktadır. Ayrıca sigara içiliyorsa bırakılması ve güneşten korunulması, UV ışınlarından koruyan güneş gözlüğü önerilmektedir. Yaş tip sarı nokta hastalığı erken safhada tespit edildiğinde tedavi ile görme mevcut seviyede korunabilir ve hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabilir. Tedavide belli aralıklarla göz içine ilaç enjeksiyonları uygulanır. Tedaviden iyi sonuç alabilmek için hastaların tedaviye uyum sağlaması ve düzenli kontrole gelmesi önemlidir.

  1. İlerlemesini engelleyecek en yeni gelişmeler!

Bu konuda çok sayıda bilimsel araştırma yapılmaktadır. Kuru tip sarı nokta hastalığı için son yıllarda kök hücre tedavileri başarı ile uygulanabilmektedir. Kök hücre tedavisi ile hastalığın ilerlemesi durdurulabilmekte hatta bazı hastalarda görme kazanımları olabilmektedir. Ayrıca kuru tipin ilerlemesini durdurmaya yönelik yeni ilaçların yakında kullanıma girmesi beklenmektedir. Yaş tip sarı nokta hastalığı için ise yine uzun etkili anti-VEGF ilaçların geliştirilmesi konusunda çok sayıda araştırma mevcuttur.

  1. Tiplerine göre bu noktalara dikkat!

Pek çok kişi makula probleminin olduğunu bulanık görme ortaya çıkana kadar fark etmez. Dolayısıyla genellikle başka bir nedenle yapılan göz muayenesinde tesadüfen teşhis edilir. Sarı Nokta hastalığı açısından 50 yaş ve üzerindeki herkesin rutin kontrol edilmesi gereklidir. Ailesinde ve yakın akrabalarında bu hastalık olanlar çocuk yaşlardan itibaren düzenli takip edilmelidir. Sigara kullananlar, diyabet hastaları, hipertansiyon gibi kalp damar hastalığı bulunanlar hastalık açısından yüksek riskli olduklarından erken yaşlarda kontrol edilmelidirler. Hastalığın tamamen düzelmesi mümkün olmadığı için tedavi devamlılık gerektirir. Hastaların belli aralıklarla düzenli olarak retina muayenesinden geçmeleri önerilir.