Yazılar

Genellikle boğaz yapısı nedeniyle gelişiyor, ancak!

Genellikle boğaz yapısına bağlı sebeplerden dolayı gelişen horlama her 4 erişkinden 1’inde görülen yaygın bir sorun. Çoğu zaman sadece çevredekileri rahatsız eden bir durum gibi görülüyor. Ancak, horlamaya Uyku Apne Sendromu eşlik ediyorsa; gündüz uyuklama ve dikkat dağınıklığı, kalp damarlarında tıkanıklık, inme, insülin direnci, tip 2 diyabet ve kanser gibi pek çok önemli sağlık sorunları gelişebiliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Göğüs Hastalıkları / Uyku Uzmanı Prof. Dr. Ceyda Erel Kırışoğlu, bu nedenle, özellikle solunum sisteminde hava akımının en az 10 saniye kesilmesi olarak tanımlanan Uyku Apne Sendromu’nun eşlik ettiği horlamaların mutlaka tedavi edilmesi gerektiği uyarısında bulunarak,  “Horlama haftada üç geceden  sık gelişiyorsa, nefes durmaları eşlik ediyorsa, gündüz aşırı uyku hali veya yorgun uyanma sorunu varsa, bir uyku merkezine başvurmak gerekmektedir” diyor. Horlamanın altta yatan sebebe göre tedavi edildiğini belirten Göğüs Hastalıkları / Uyku Uzmanı Prof. Dr. Ceyda Erel Kırışoğlu, “Cerrahi tedavi ve alerjik nezle eşlik ediyorsa, uygun hastada ilaç tedavisine başvurulmaktadır. Uyku Apne Sendromu mevcutsa basınçlı hava uygulayan cihazların kullanımı gereklidir. Bunların yanı sıra kilo vermek, alkol ile tütün ürünü kullanımını bırakmak önem taşımaktadır” bilgisini veriyor.

Prof. Dr. Ceyda Erel Kırışoğlu

Prof. Dr. Ceyda Erel Kırışoğlu

Hava yolunun dar olması

Boğazımızın arkasında bulunan yumuşak damağın sarkık olması, küçük dilin uzayıp büyümesi, alt çenenin küçük ve geride olması, dilin büyük olması, büyük bademcikler, burun kıkırdağında eğrilik ve burun etlerinin büyük olması hava yolunun daralmasına neden olabiliyor. Özellikle alerjik nezle burun etlerinin şişmesine yol açabiliyor. Uygun hastalar cerrahi tedavi açısından değerlendiriliyor. Bademcik, geniz eti, yumuşak damak veya burun operasyonları uygulanabiliyor. Prof. Dr. Ceyda Erel Kırışoğlu,  “Alerjik nezlesi olan hastalarda ilaç tedavisi, burun etlerine yönelik küçültme işlemleri ve alerjenlere karşı önlemlerin alınması gerekmektedir” diyor.

Obezite 

Fazla kilo nedeniyle boyun çevresinin kalınlaşması, kadınlarda 38 cm, erkeklerde 40 cm üzerinde olması, horlama ve Uyku Apne Sendromu için risk taşıyor. Bunun nedeni ise kalınlaşan boynun havayolunu daraltması. Fazla kilolarda hekim ve diyetisyen eşliğinde kilo kaybı öneriliyor. Ayrıca, eşlik eden insülin direnci veya tip 2 diyabet varsa tedavisi ve yaşam tarzı değişiklikleri gerekiyor. 

Alkol ve tütün tüketimi

Alkol ve tütün ürünleri havayolundaki kasların gevşemesine neden olarak horlamayı artırıyor.

Hava yolunu genişleten ilaçlar

Hava yolunu genişleten ilaçlar da kasları gevşeterek horlamaya sebep olabiliyor. Bu ilaçlar arasında uyku ilaçları, antidepresanlar, anestezi ilaçları ve ağrı kesiciler yer alıyor.

Çeşitli hastalıklar

Soğuk algınlığı, alerjik nezle, reflü ve hipotiroidi gibi bazı hastalıklar ödem oluşturdukları havayolunun daralmasına neden oluyor.  Bazı nörolojik hastalıklar da kasları gevşeterek horlamaya yol açabiliyor.

Uyku yoksunluğu

Yorgun olduğumuzda ve uyku borcu biriktirdiğimizde horlama artabiliyor.

Bu sendromda her 10 hastadan 9’unda horlama görülüyor

Uyku Apne Sendromu tespit edilen her 10 hastadan 9’unda horlama görülüyor. Göğüs Hastalıkları / Uyku Uzmanı Prof. Dr. Ceyda Erel Kırışoğlu, bu nedenle horlama yakınmasıyla başvuran hastalarda mutlaka Obstrüktif Uyku Apne Sendromu’nun araştırıldığını belirterek, “Sabah yorgun uyanma, gündüz aşırı uyku hali, uykuda nefes durması, sabah ağız kuruluğu, dikkat eksikliği ve konsantrasyon güçlüğü, Uyku Apne Sendromu’nun tipik bulgularını oluşturmaktadır” diyor.

Baş ağrısı özellikle rüzgarlı ve yağışlı günlerde artıyor!

Sonbahar mevsiminde, hava basıncı dalgalanmaları, nem oranındaki değişimler ve sıcaklık düşüşlerinin yanı sıra yaşam tarzının farklılaşması nedeniyle baş ağrısının görülme sıklığı belirgin şekilde artıyor. Geçen yılın verilerine göre, ülkemizde sonbaharda baş ağrısı şikayetiyle nöroloji kliniklerine başvuran hastaların sayısında yaz aylarına nazaran yüzde 20 oranında artış yaşanmış. Ani hava değişimlerinde, özellikle rüzgârlı ve yağışlı günlerde nem oranının yükselmesi nedeniyle gerilim tipi baş ağrısı ile migren atakları sıklığının yüzde 15-25 oranında arttığı belirtiliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Elvan Cevizci Akkılıç,  sonbahar aylarında baş ağrısını en sık hava değişiminin tetiklediğini belirterek, “Sonbaharda hava sıcaklıkları hızla değişebilmekte, özellikle ani sıcaklık düşüşü, rüzgar veya yağışlı hava baş ağrısını tetikleyebilmektedir. Bu yüzden, dışarı çıkarken hava durumunu kontrol edip, uygun kıyafetler giymek ve başı koruyacak şapka ya da bere kullanmak faydalı olur. Ayrıca, sonbaharla birlikte yaşam alışkanlıklarındaki değişimlere dikkat etmek önem taşımaktadır” uyarısında bulunuyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Elvan Cevizci Akkılıç, sonbaharda baş ağrısını tetikleyen etkenleri anlattı; önemli öneriler ve uyarılara bulundu.

Nöroloji Uzmanı Dr. Elvan Cevizci Akkılıç

Dr. Elvan Cevizci Akkılıç

Değişen hava koşulları

Sonbaharda hava basıncı dalgalanmaları, nem oranındaki değişiklikler ve aniden soğuyan hava beyin ile boyundaki damar ve sinirleri etkiliyor. Bunun sonucunda gerilim tipi baş ağrısı ile migreni tetikleyebiliyor. Beyin damarlarını daha fazla etkilediği için özellikle rüzgârlı ve yağışlı günlere dikkat etmek gerektiğini belirten Nöroloji Uzmanı Dr. Elvan Cevizci Akkılıç, “Ayrıca sonbahar aylarında günlerin kısalması ve güneş ışığına maruz kalma süresinin azalması, melatonin ile serotonin hormonlarının dengelerinin bozulması da baş ağrısını tetikleyebilmektedir” diye konuşuyor.

Artan stres yükü

Sonbahar okul ve iş temposunun yoğunlaştığı bir dönem. Buna bağlı olarak artan stres kortizol seviyesini yüzde 30-40 oranında yükselterek migren ve gerilim tipi baş ağrılarını tetikleyebiliyor. Dolayısıyla, meditasyon, yoga ve nefes egzersizleri gibi stres yönetimi teknikleriyle stresi kontrol altına almaya çalışın.

Alerjik reaksiyon ve sinüzit

Sonbaharda artan polen ve tozlar alerjik reaksiyonları tetikleyebiliyor. Alerjik rinit ve alerjik rinit nedeniyle gelişen sinüzit, baş ağrısının (özellikle frontal bölgede) sıklığını yüzde 30-40 oranında artırıyor. Alerjik rinite bağlı baş ağrısını önlemek için hava durumunu ve polen raporlarını takip ederek alerjenlerin yoğun olduğu zamanlarda dışarı çıkmamaya çalışın.

Uyku kalitesinin bozulması

Sonbaharda günlerin kısalması ve hava değişiklikleri, melatonin (uyku hormonu) üretimini etkileyerek uyku kalitesinin bozulmasına, yani uyku sürecinin kesintiye uğramasına veya uyku derinliğinin azalmasına neden olabiliyor.  Nöroloji Uzmanı Dr. Elvan Cevizci Akkılıç,  kalitesiz uykunun da beyin fonksiyonlarını olumsuz etkileyerek baş ağrısını tetikleyebildiğini söylüyor.  Dr. Elvan Cevizci Akkılıç,   “Uyku eksikliği aynı zamanda kasların gevşemesini engellemekte ve boyun-omuz bölgesinde gerilime yol açmaktadır. Bu durum, gerilim tipi baş ağrılarının ortaya çıkmasını kolaylaştırmaktadır.  Baş ağrısını önlemek için her gün aynı saatte yatıp aynı saatte kalkmaya çalışılmalı. Vücut buna alışınca uyku döngüsü yeniden düzenlenecektir” bilgisini veriyor.

Yetersiz su tüketimi

Sonbahar mevsiminde hava sıcaklığının düşmesiyle birlikte su tüketiminin azalması  dehidratasyona, yani vücudun susuz kalmasına neden olabiliyor. Dehidratasyon baş ağrılarının  yüzde 20’sinde tetikleyici oluyor. Bunun sebebi  ise vücut susuz kaldığında beyin çevresindeki dokularda ve kan dolaşımında sıvının azalması. Bu durum, beyin zarlarının gerilmesine ve sinirlerin hassaslaşmasına yol açarak baş ağrısını tetikleyebiliyor. Dolayısıyla, dehidratasyona bağlı baş ağrısı riskini azaltmak için günde 2-3 litre su içmeye özen gösterin.

Çay ve kahvenin fazla tüketilmesi

Sonbaharda genellikle havaların soğuması ve günlerin kısalması yorgunluğa neden olabiliyor. Dolayısıyla, enerjiyi artırmak ve uyanıklığı sağlamak için kahve ile çay gibi kafein içeren içecekler daha fazla tüketiliyor. Kafein, merkezi sinir sistemi üzerinde uyarıcı olduğu için hassas kişilerde sinir sistemini gereğinden fazla uyararak baş ağrısı riskini  yüzde 10-15 oranında artırıyor. Günlük kafein alım miktarınız ortalama 300 miligram olmalı. Bu miktar 3-4 fincan kahveye denk geliyor.

 Beslenme düzeninin değişmesi

Yoğun iş ve okul temposuyla birlikte öğün atlama, yetersiz beslenme ve hazır paket gıdayla beslenme oranları artıyor. Açlık ve karbonhidrat ağırlıklı beslenmek kan şekeri düzensizliğine ve bunun sonucunda baş ağrılarına yol açabiliyor. Bu nedenle, öğün atlamamaya ve mümkün olduğunca protein ağırlıklı tencere yemeği tüketmeye özen gösterin, hazır paket gıdalardan ise uzak durmaya dikkat edin.

Baş ağrısına bu yakınmalar eşlik ediyorsa, dikkat!  

Baş ağrılarının büyük çoğunluğu zararsız olsa da bazı durumlar tümör, anevrizma ve menenjit gibi ciddi sağlık sorunlarının habercisi olabiliyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Elvan Cevizci Akkılıç, erken müdahale ve tedavinin hayat kurtarabildiğine dikkat çekerek, mutlaka hekime başvurulması gereken baş ağrısının özelliklerini şöyle özetliyor:

Ani ve şiddetli başlangıçlı olması veya dakikalar içinde zirveye ulaşması, “Hayatımın en kötü baş ağrısı” olarak tarif edilmesi.

Görme kaybı, çift görme, konuşma bozukluğu, güçsüzlük, uyuşma, denge kaybı ve bilinç bulanıklığı gibi nörolojik sorunların eşlik etmesi.

50 yaş üstünde yeni başlayan baş ağrısı veya mevcut ağrının sıklık ile şiddetini değiştirmesi (Daha önce sıkıştırıcı tarzda olan ağrının bıçak saplanır tarzda veya şimşek çakar tarzda olması gibi)

Ateş, kilo kaybı ve  gece terlemesi gibi sistemik sorunların yaşanması.

Kafa travması sonrasında ortaya çıkması.

Hangi belirti hangi beyin hastalıklarının sinyali olabiliyor?

Gözlerde ani gelişen şaşılık, çift görme, görme alanında daralma, ani görme kaybı… Gözlerde gelişen bu tür sorunlar sadece göz rahatsızlıkları olarak düşünülse de aslında beyin kaynaklı bir problemin habercisi olabiliyor. Zira, beyinle ilgili birçok hastalık doğrudan görme yollarını veya göz hareketleri ile görsel fonksiyonları kontrol eden merkezleri etkileyerek çeşitli göz şikayetlerine yol açabiliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Sevim Kuyumcu, görme işlevinin büyük bir kısmı beyinde gerçekleştiği için bu bölgede oluşan problemlerin doğrudan görmeyi de etkileyebildiğini belirterek, “Beyinden kaynaklanan göz şikayetleri genellikle beyin ve sinir sistemini etkileyen Multiple Skleroz, beyin tümörü, damar tıkanıklığı, travma veya iltihabi bir durum sonucunda ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, gözlerde oluşan sorunlarda bazen nörolojik değerlendirmenin de yapılması gerekmektedir. Bazen beyinle ilgili hastalıklar bu sayede erken dönemde teşhis edilebilmektedir. Bu nedenle, yıllık göz muayenelerinin düzenli olarak yaptırılması ve ani gelişen sorunlarda zaman kaybedilmeden göz hekimine başvurulması son derece önemlidir” diyor. Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Sevim Kuyumcu, gözlerde oluşan şikayetlerin hangi beyin kaynaklı hastalıklara işaret edebileceğini anlattı; önemli bilgiler verdi.

Dr. Sevim Kuyumcu

Dr. Sevim Kuyumcu

Gözlerde ani gelişen şaşılık ve çift görme

Normal şartlarda ve her şey yolundayken, düz bakışta gözlerimiz aynı seviyede duracak şekilde beyinden dengeli elektrik sinyalleri geliyor. Ancak bu denge kas ya da sinirden kaynaklı olarak bozulursa, şaşılık ortaya çıkabiliyor. Bu tablonun sebebi çeşitli kafa travmaları, beyin kanamaları, menenjit, beyin iltihabı ve beyin tümörleri olabiliyor.

Görme kaybı (Tam veya kısmi)

Ani görme kaybı, görmenin 5-10 saniye boyunca kısa süreli veya kalıcı şekilde kaybedilmesi olarak tanımlanıyor. Pek çok nedeni olan ani görme kaybının önemli bir kısmı da görme yolları ve beyinle ilgili oluyor. Göz siniri iltihabı (optik nörit) en sık rastlanan ve zaman zaman tekrarlayabilen etkenlerden birini oluşturuyor. Ayrıca, göz sinirine zarar veren toksik bazı ilaçlar ve maddeler de kalıcı veya tam görme kaybı yapabiliyor. Bunların yanı sıra MS (Multiple Skleroz) gibi bazı beyin hastalıkları da görme sinirini etkileyerek ani görme kaybına neden olabiliyor.

Göz bebeklerinde büyüklük farkı

Normal şartlarda göz bebeklerimiz güneşli ortamlarda küçülüyor  ve  retinaya düşen ışık miktarını azaltıyor. Loş ve karanlıkta ise göz bebeklerimiz büyüyerek daha fazla ışıkla iyi görmemizi sağlıyor. Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Sevim Kuyumcu, ancak beyne giden yollarda bir bozukluk oluştuğunda iki göz bebeği arasında belirgin bir fark geliştiğini belirterek, “Buna yol açabilecek durumlar arasında en önemlisi ve acil olanı, büyük damarlarda yırtılma ya da balonlaşma olup, göz bebeklerinde büyüklük farkıyla beraber ani ve şiddetli boyuna vuran ağrı veya baş ağrısı gelişmektedir” diyor.

Tek veya iki taraflı göz kapağı düşüklüğü

Üst göz kapağının göz bebeğini 2 milimetreden fazla örtecek kadar sarkması göz kapağı düşüklüğü olarak adlandırılıyor. Genellikle estetik bir sorun olarak görülse de aslında ciddi sağlık problemlerinden kaynaklanabiliyor. Örneğin, çocuklarda ve yetişkinlerde sonradan oluşan göz kapağı düşüklüğü kas-sinir iletim bozukluklarından beyin tümörlerine kadar değişen hastalıklara işaret edebiliyor. Bu nedenle, göz öncelikli olmak üzere,  gerekirse nöroloji muayenesinin de yapılması öneriliyor.

Görme alanında daralma

Normalde karşıya baktığımızda ellerimizi yanlarda oynatırsak o bölgeye bakmasak bile parmaklarımızın oynadığını görürüz Bu bizim görme alanımızın genişliğini gösteriyor. Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Sevim Kuyumcu, özellikle optik nörit gibi optik sinir hastalıkları ile yavaş ilerleyen beyin tümörlerinde görme alanında sinsi bir kayıp oluştuğunu vurgulayarak, “Hasta bunu ‘gözümün bir tarafına perde inmiş’ gibi diye tarif edebilir veya ‘baktığım yerde bir bulanıklık var, bir kısmını göremiyorum’ diye  anlatabilir” bilgisini veriyor.

Fıtık boğulmaya neden olabilir!

Karın içindeki doku ve organların, kasık kanalındaki doğumsal bir açıklık yoluyla dışarı çıkması olarak tanımlanan kasık fıtığı, bebeklerde ve çocuklarda en sık rastlanan doğumsal sorunlardan birini oluşturuyor. Öyle ki her 100 çocuktan 1 ile 4 arasında kasık fıtığı görülüyor. Kasık fıtıklarının üçte birinin tanısı genellikle ilk altı ay içerisinde konulurken, sonraki yaşlarda da tespit edilebiliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Çocuk Cerrahisi Uzmanı Dr. Kaan Maşrabacı, kasık fıtığının bir günlük yenidoğan bebekten daha ileri yaşlara kadar her yaş grubunda görülebildiğini belirterek, “Kasık kanalındaki açıklık testisin inişiyle ilişkili olduğu için kasık fıtıkları erkeklerde kızlara oranla 4 ila 20 kat daha sık görülmektedir” diyor. Çocuklarda kasık fıtığının kendiliğinden iyileşmediğine ve tedavide gecikildiğinde ciddi sağlık sorunlarına yol açabildiğine dikkat çeken Çocuk Cerrahisi Uzmanı Dr. Kaan Maşrabacı, “Bu nedenle, kasık fıtığı ameliyatı tanı konulduktan sonra en kısa zamanda yapılmalıdır. Çünkü, zamanında ameliyat ile tedavi edilmezse acil müdahale gerektiren bir tablo olan fıtık boğulmasına neden olabilir. Fıtığın sıkışıp boğulması kasık kanalında sıkışan organlarda kangren (çürüme) meydana gelmesine yol açabilir. Ayrıca erkek çocuklarında kasık kanalından geçen testise ait damarlara baskı yaparak testis gelişimini bozabilir. Zamanında ve deneyimli çocuk cerrahları tarafından gerçekleştirilen ameliyat ise çocukların kısa sürede sağlıklarına kavuşabilmelerini sağlar” diyor.

Dr. Kaan Maşrabacı

Dr. Kaan Maşrabacı

Pek çok etken zemin hazırlıyor

Çocuklarda kasık fıtığı doğumsal nedene bağlı olarak gelişiyor. Normalde doğumdan sonra kapanması gereken kasık kanalının açık kalması sonucu meydana geliyor. Öne sürülen zemin hazırlayıcı etkenlerin başlıcaları;  prematürite (erken) doğum, düşük doğum ağırlığı, ailenin diğer bireylerinde de kasık fıtığı varlığı, hidrops fetalis, mekonyum peritoniti, assit, cinsiyet gelişim bozuklukları, karın duvarı anomalileri, inmemiş testis, kistik fibroz, bağ dokusu hastalıkları, ventriküloperitoneal (beyin ile karın arasındaki) şantlar ve sürekli periton (karın boşluğu) diyalizi şeklinde sıralanıyor.

Kasık bölgesinde ağrısız şişliğe dikkat!

Bebeklik döneminde oluşan kasık fıtığını anneler çoğu zaman bebeğinin altını değiştirirken fark ediyorlar. Daha büyük çocuklarda ise fıtığın varlığı çocuk giydirilirken veya banyo sırasında görülüyor. Kasık bölgesinde (erkeklerde ayrıca torbasında) beliren ve kendiliğinden veya üzerine bastırılınca kaybolan ağrısız şişlik, tipik belirtisini oluşturuyor. Ikınma, ağlama ve öksürme gibi karın içi basıncının arttığı durumlarda şişlik daha belirgin hale geliyor. Çocuk Cerrahisi Uzmanı Dr. Kaan Maşrabacı, bu şişliklerin sıklıkla ilk muayenede görüldüğünü belirterek, “Görülmediği durumlarda valsalva manevrası, balon şişirtme, çocuğu ayakta gözlemleme veya karın alt kısmına baskı uygulayacak şekilde elle sıvazlama gibi yöntemlerle şişliğin belirmesi sağlanabilir. Kimi zaman inceleme sırasında fıtık saptanmayabilir. Bu durumlarda annenin verdiği öykü tanı için önemlidir” diye konuşuyor.

Organ kaybına neden olabiliyor!

Çocuklarda kasık fıtığı kendiliğinden iyileşmez, ameliyat tek tedavi yöntemini oluşturur. Çocuk Cerrahisi Uzmanı Dr. Kaan Maşrabacı, kasık fıtığının mümkün olan en kısa zamanda, yani belli bir ay veya yaşa kadar beklemeden ameliyatla tedavi edilmesi gerektiğini anlatarak, “Cerrahi tedavinin gecikmeden yapılması çok önemlidir. Çünkü, erken dönemde ameliyat ile müdahale edilmezse fıtık boğulmasına sebebiyet verebilir. Fıtık boğulmasında, fıtık kesesine girerek sıkışan organların kanlanmaları ve beslenmeleri birkaç saat içinde bozulur ve kangren (çürüme) meydana gelir. Bu da hayati tehlikeyi artırır ve kanlanması bozulan organların çıkarılması gerekir. Acil müdahale gerektiren bu durum genelde bağırsak, nadiren kızlarda over (yumurtalık) kaybına neden olabilir” diyor.

Testislere de zarar verebiliyor!

Kasık fıtığı tedavisinde gecikmenin testislere de zarar verebildiğine işaret eden eden Dr. Kaan Maşrabacı, “Öncelikle, fıtığın sıkışıp boğulması kasık kanalından geçen testise ait damarlara baskı yaparak yumurtanın olumsuz etkilenmesine yol açar. Bunun sonucunda, yumurtanın normal gelişimini bozabilir veya kanlanmasını önleyerek kangrene (çürüme) sebebiyet verip, testis kaybına neden olabilir. Ayrıca çocuğun yetişkin fıtık ameliyatındaki gibi yöntemlerle ameliyat edilmesiyle testise zarar verebilir.  Dolayısıyla, bu ameliyatların mutlaka deneyimli çocuk cerrahları tarafından yapılması gerekir” bilgisini veriyor.

Günübirlik cerrahi uygulanıyor

Çocuk Cerrahisi Uzmanı Dr. Kaan Maşrabacı, çocuklarda kasık fıtığı ameliyatının günübirlik cerrahi olarak uygulandığını vurgulayarak, sözlerine şöyle devam ediyor:  “Kasıktan yapılan 1- 1,5 cm’lik bir kesi ile girilerek fıtık kesesi bağlanır ve açık kalan kasık kanalı kapatılır. Çocuklarda karın kasları dikilmez veya yama konulmaz. Çocukların önemli bir kısmı ameliyattan dört ile beş saat kadar sonra evlerine gidebilir. Dikiş yerlerinde hafif şişlikler olabilir, bu görüntü bir ay içinde kaybolur. Çocuklar ameliyat sonrası genellikle birkaç gün içinde ayağa kalkıp normal aktivitelerine dönebilirler. Ancak ağır aktivitelerden ve oyunlardan bir süre uzak durmaları önem taşır.”

Fıtığın tekrarlama riski çok düşük

Ameliyat sonrasında fıtığın tekrarlama riskinin çok düşük olduğunu vurgulayan Çocuk Cerrahisi Uzmanı Dr. Kaan Maşrabacı, “Yapılan çalışmalarda, ameliyat sonrasında hem görsel hem de işlevsel olarak herhangi bir sorun gelişmediği ortaya konmuştur” diyor. Dr. Kaan Maşrabacı, ancak sağ ve solda yer alan iki kasık kanalının birbirinden bağımsız olarak fıtık oluşturabileceğini belirterek, “Dolayısıyla, tek taraflı ameliyatlardan sonra öbür kasıkta fıtık gelişme ihtimali vardır. Özellikle sol tarafta kasık fıtığı varsa, sağ tarafta çok yüksek oranda fıtık ortaya çıkabilir. Ancak bu bir tekrarlama değil, diğer kasıkta yeni bir fıtık oluşumudur. Bu ihtimal erkek çocuklarda daha az, kızlarda ise çok daha fazladır” diyor.

Çocuklarda demir eksikliğine karşı etkili önlemler!

Ülkemizde her 3 çocuktan birinde görülen demir eksikliği, fiziksel gelişimin yanı sıra zihinsel performansı da olumsuz etkiliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ceren Ulusoy “Yapılan araştırmalara göre özellikle 6 ay-2 yaş arası bebeklerde ve ergenlik döneminde çok daha fazla görülen demir eksikliği erken dönemde fark edilmezse, kalıcı öğrenme ve davranış problemlerine yol açabilir” diyor. Dr. Ceren çocuklarda demir eksikliğinin 10 belirtisini sıraladı, alınabilecek etkili önlemleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Ülkemizde gerek çocuklarda gerekse yetişkinlerde en yaygın sağlık sorunlarından biri olan demir eksikliği, kanın vücuda oksijen taşıma yeteneğini azaltıyor. Uzun süre fark edilmediğinde ise hem fiziksel hem de nörolojik sistemde olumsuz etkilere yol açıyor.  Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ceren Ulusoy, çocuklarda yetersiz demir alımının, gelişim geriliğinin en önemli nedenlerinden biri olduğunu belirterek “Yapılan çalışmalarda; yaşamın ilk yıllarında gelişen demir eksikliğinin, ömür boyu bilişsel gerilemeye neden olduğu raporlanmıştır. Süt çocuklarında gelişim basamaklarında gerileme görülür, yürüyebilen bir çocuk yürüyemez olur. Bağışıklık sisteminde zayıflamaya, yutma güçlüğüne, konsantrasyon bozukluğuna, kalıcı öğrenme ve davranış problemleri ile okul başarısında düşmeye yol açar. Yapılan son çalışmalarda; demir eksikliğinin astımlı çocuklarda atak sıklığını artırdığı görülmüştür” diyor.

Dr. Ceren Ulusoy

Dr. Ceren Ulusoy

Demir eksikliğine yol açan hatalar!

Demir eksikliğine; erken doğum, düşük doğum ağırlığı, özellikle ergenlik döneminde rejim yapma, akut ve kronik kan kayıpları, kronik enfeksiyonlar, ishal, çölyak, laktoz intoleransı gibi emilim bozukluğu ile giden hastalıklar ve bağırsak parazitleri neden olabiliyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ceren Ulusoy “Toplumda bazı yanlış davranışlar da demir eksikliğine yol açabiliyor. Örneğin; 6. aydan sonra hızlı büyüme ile birlikte diyete demir içeren gıdaların yeterince eklenmemesi ve yemeklerden hemen sonra çay tüketilmesi toplumumuzda sık yapılan yanlışlardan” diyor.

Pekmez yetmez, süt içirmeyi abartmayın!

Demir eksikliği tanısı alıp ilaç başlanmış çocuklarda pekmez ile tedavi sağlanacağını düşünüp ilacı kesmenin de sık yapılan yanlışlardan olduğunu vurgulayan Dr. Ulusoy “Pekmez güzel bir destek ancak içeriğindeki demirin biyoyararlanımı azdır, tedavi yerine kullanılması uygun değildir” uyarısında bulunuyor. Dr. Ceren Ulusoy, pekmezin yanında süt içilmesi ya da demir içeren besinlerin ardından çay içilmesinin de demirin emilimini önemli ölçüde azalttığını belirtirken “Sık yapılan yanlışlardan biri de; çocuğa kemikleri gelişsin diye günde 2 su bardağından fazla inek sütü içirilmesidir. Aşırı süt tüketimi hem demir emilimini hem de tokluk hissi yaratarak çocuğun diğer gıdaları tüketmesini engeller” diyor.

Çocuğunuzda bu belirtiler varsa!

Ülkemizde her 3 çocuktan birinde demir eksikliği bulunduğunu, bu sorunun özellikle 6 ay – 2 yaş arası bebeklerde ve ergenlik döneminde daha da fazla görüldüğünü belirten Dr. Ceren Ulusoy, çocuklarda demir eksikliğinin önemli belirtilerini şöyle sıralıyor;

  • Soluk cilt rengi
  • Halsizlik ve çabuk yorulma
  • Ağız içinde yaralar
  • Baş ağrısı
  • Baş dönmesi
  • İştahsızlık,
  • Toprak, buz, kireç yeme
  • Algılama güçlüğü
  • Sinirlilik, hırçınlık
  • Tırnaklarda kırılma

Demir yapan besinler yedirin

Çocukların her gün demirden zengin iki-üç farklı besin tüketmeleri gerektiğini belirten Dr. Ulusoy “Ebeveynlerin en büyük yanılgılarından biri sadece fazla miktarda et yedirerek demir eksikliğinin engelleneceğinin düşünülmesi. Oysa önemli olan; sebze, bakliyat ve etten zengin, çeşitli ve emilimi destekleyen bir beslenme modelinin oluşturulmasıdır” diyor. Kırmızı et, dana ciğeri, tavuk, balık, yumurta sarısı ve aşırıya kaçmamak şartıyla sakatat ürünleri ile ıspanak ve pazı gibi koyu yeşil yapraklı sebzeler, bakliyat, badem ve antep fıstığının zengin demir kaynakları olduğunu söyleyen Dr. Ceren Ulusoy, bu besinlerin C vitamini (portakal, mandalina, domates vb) ile tüketilmesinin demir emilimini artıracağına dikkat çekiyor.

Gelişigüzel demir takviyesi karaciğeri vuruyor!

Demir eksikliği tanısı konulduktan sonra doktor önerisiyle demir şurubuna başlanacağını ve tedavinin genellikle 3-6 ay süreceğini belirten Dr. Ulusoy “Tedavinin birinci ayında kan testi alarak hemoglobin değerinin yükseldiğini görmek gerekir. Tedavi sürecinde ailelerin önerilen doza sadık kalması çok önemlidir. Aşırı demir yüklenmesi ve rastgele demir takviyesi karaciğer hasarı gibi çok ciddi sorunlara yol açabilir” uyarısında bulunuyor.

Fibromiyalji çocuklarda da sık görülüyor!

Her sabah yorgun uyanıyor, özellikle boynunuzda, belinizde ve sırtınızda bazen de tüm vücudunuzda ağrılar hissediyor, gün içerisinde aktivitelerinizi gerçekleştirirken zorlanıyor musunuz? Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Ece Aydoğ, tüm dünyada yaygın görülen bu hastalığın fibromiyalji olduğunu belirterek “Kadınlarda erkeklerden çok daha fazla görülen bu hastalıkla son yıllarda çocuklarda da sık karşılaşılıyor. Günlük yaşam kalitesini son derece olumsuz etkileyen, depresyona neden olarak sosyal ilişkilerin bozulmasına, okul ve iş hayatında başarının düşmesine yol açabilen bu hastalığın tedavisini ilaçla ve ilaç dışı yöntemler olarak sınıflandırabiliriz. Ancak ilaç kullanılsa dahi tek başına yetersiz kalacağından mutlaka ilaç dışı tedavi yöntemlerini de beraberinde uygulamak gerekir” diyor.

Fibromiyaljinin tek tip tedavisi olmadığını, her bireyin ihtiyaçlarına göre tedavi uygulanması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Aydoğ “Fibromiyalji tedavisi zor bir hastalıktır. Hastalığın nedeni hakkında sınırlı bilgiye sahip olmamız ve geleneksel ağrı kesicilere yanıtın olmaması tedaviyi güçleştirmektedir. Öncelikli olarak fibromiyalji gerçek bir hastalık olarak kabul edilmeli, hasta hastalık hakkında bilgilendirilmeli ve bu hastalığı yönetmesi öğretilmelidir” diye konuşuyor. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Ece Aydoğ, ilaçsız tedavide öne çıkan, ilaç kullananların da mutlaka uygulaması gereken 7 etkili yöntemi anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Prof. Dr. Ece Aydoğ

Prof. Dr. Ece Aydoğ

  • Hafif tempolu, düzenli egzersiz yapın

Fibromiyalji tedavisinde en etkili yöntemlerden biri olan düzenli egzersiz (aerobik egzersizler, kas kuvvetlendirme egzersizleri, su içinde yapılan egzersizler vb), kasları güçlendiriyor, ağrıyı azaltıyor, beyin ve vücut arasındaki iletişimi düzenliyor ve uyku kalitesini artırıyor. Ağır egzersiz değil, hafif tempolu bir yürüyüş, yüzme, bisiklet, yoga ya da pilates yapılmasında fayda var.

  • Kafeini sınırlayın

Prof. Dr. Ece Aydoğ “Fibromiyalji tedavisinde uyku düzeni çok önemlidir. Fibromiyalji hastalarının büyük çoğunluğu gece boyunca derin uykuya dalamadıkları için, bu durum da ağrı eşiğinin düşmesine ve ağrının daha yoğun hissedilmesine neden oluyor. Bu nedenle, gün içinde aşırı kafein tüketiminden kaçının, özellikle akşamları kafein içeren içeceklerden uzak durun, gün içinde şekerleme yapmayın, kendi yatağınızda ve karanlık bir ortamda yatın. Ayrıca mutlaka yatağa her gün aynı saatte girip, aynı saatte uyanmaya özen gösterin” diyor.

  • Beslenmenize dikkat edin

Özellikle D vitamini, B12 vitamini ve magnezyum başta olmak üzere bazı vitamin ve mineral eksiklikleri fibromiyalji ağrılarını artırabildiğinden dolayı, beslenmenize dikkat edin, gerekirse tetkiklerinizi yaptırarak eksik vitaminlerinizi doktor önerisiyle takviye olarak alın. Rafine şekerden ve işlenmiş gıdalardan kaçının.

  • Stresinizi yönetmeyi öğrenin

Günlük yaşamın vazgeçilmezi olan stres, belirli düzeyde olduğunda fayda sağlıyor ancak aşırı, yönetilemeyen stres fibromiyalji ağrılarını artırıyor. Bu nedenle stresinizi yönetmeyi öğrenin, gerekirse bu konuda uzman desteği alın. Nefes terapileri ve meditasyon da fayda sağlayacaktır.

  • Fizik tedaviden destek alın

Prof. Dr. Ece Aydoğ “Tedavi süreci mutlaka doktor kontrolünde ilerletilmelidir. Yanlış ve gereksiz tedaviler hastalığın daha komplike hale gelmesine neden olurken, maddi ve manevi kayıplarla sonuçlanır” diyor. Fizik tedavi yöntemlerinin, kas ve iskelet sistemi üzerindeki yükleri azaltarak fibromiyalji ağrılarını kontrol etmede büyük rol oynadığını belirten Prof. Dr. Aydoğ, ihtiyaca göre belirlenecek seanslarda, fizyoterapist eşliğinde uygulanacak yöntemlerin, kişinin günlük yaşam kalitesini artırdığını söylüyor.

  • Gün ışığından mutlaka faydalanın

Özellikle yaz güneşi vücutta D vitamini sentezini destekleyerek kas ve kemik sağlığını koruyor, fibromiyalji kaynaklı ağrıların hafifletilmesine yardımcı olabiliyor. Bu nedenle özellikle yaz aylarında, öğle saatlerinde sadece kollar ve bacakları 15-20 dakika güneşe maruz bırakarak vücutta D vitamini üretimi sağlanabilir.

  • Oturuş pozisyonunuza dikkat edin

Özellikle bilgisayar karşısında uzun süre yanlış pozisyonda oturmak fibromiyalji ağrılarının tetiklenmesine neden oluyor. Prof. Dr. Ece Aydoğ “Masa başında çalışırken omuzları öne düşürmek ya da kambur durmak kasları gerer ve ağrıyı artırır. Bu nedenle bilgisayar karşısında otururken ve ayaktayken dik durmaya ve omuzlarınızı geride tutmaya, belinizi yastıkla desteklemeye özen gösterin” diyor.

Kadınları tehdit eden yaz hastalıkları

Yaz aylarında aşırı sıcaklar ve yüksek nem, özellikle tatil döneminde kadınlarda bazı sağlık sorunlarını tetikleyerek, uzun süredir beklenen dinlenme ve eğlenme planlarını gölgeleyebiliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Esra Boyar, mantar ve bakterilerin bu dönemde çok kolay üreyerek enfeksiyonlara yol açabildiğini, alınacak bazı basit önlemlerin ise yazın sık görülen hastalıklardan korunmada büyük faydalar sağlayacağını vurguluyor. Tatil sürecinin baltalanmaması ya da ‘bir iki güne geçer’ düşüncesiyle doktora başvurulmamasının, bu enfeksiyonların tedavisini daha zor hale getirdiği uyarısında bulunan Dr. Esra Boyar, kadınlarda yaz aylarında görülme sıklığı artan hastalıkları ve korunma yollarını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Esra Boyar

Dr. Esra Boyar

  • Vajinal mantar enfeksiyonları

Özellikle havuz ve deniz sonrası ıslak mayo ya da bikini ile uzun süre kalmak vajinal mantar enfeksiyonlarına zemin hazırlayan etkenlerin başında geliyor. Aşırı sıcaklar ve yüksek nem mantar oluşumu için kolaylıkla zemin hazırlarken, belirtileri kendini koyu kıvamlı akıntı, yanma ve acıma ile gösteriyor. Islak mayo ve bikininin hemen değiştirilmesi bazen zor gibi görünse de, yaşam kalitesini büyük ölçüde düşüren enfeksiyonlardan korunmada kritik önem taşıyor.

  • Bakteriyel vajinozis

Yaz aylarında kadınlarda en sık karşılaşılan hastalıklardan biri olan bakteriyel vajinozis, genital bölgedeki doğal bakteri dengesinin bozulmasıyla oluşuyor. Yazın sık duş alma, havuzda uzun süre kalma ve sabunlu temizlik bu doğal dengeyi bozabilirken, gri beyaz akıntı, kötü koku ve yanma hissi ile belirti veriyor. Hastalığın mantar enfeksiyonu ile çok sık karıştırıldığını belirten Dr. Esra Boyar “Hastalar genelde ilişki sırasında rahatsız edici kötü koku şikayeti ile gelirler. Mutlaka tedavi edilmelidir, aksi taktirde kronik ve inatçı enfeksiyonlar gelişebilir” diyor.

  • İdrar yolu enfeksiyonları

Sıcak havalarda, terleme ve sıvı kaybına bağlı olarak idrarın yoğunlaşması, havuzdan bulaş ve tuvalet hijyeni eksikliği idrar yolu enfeksiyonlarına, en çok da sistite neden olabiliyor. Sık idrara çıkma, idrar yaparken acıma, yanma hissi ve kasık ağrısı gibi şikayetlere yol açıyor. İdrar yolu enfeksiyonunun sık tekrarlanmaya meyilli olduğunu belirten Dr. Esra Boyar “Hastalık mutlaka tedavi edilmelidir aksi halde kronik hale gelerek aylar hatta yıllar süren tedaviler ve takviyeler gerektirir. Dış ortam hijyenine, ilişki sırasında kondom kullanmaya, genital bölgenin florasını korumaya ve bol su içmeye dikkat edilmelidir” diye konuşuyor.

  • Alerjik dermatit ve egzama

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Esra Boyar, aşırı sıcaklarda sık terleme, ıslak bikini ya da mayo ile uzun süre kalma, sentetik iç çamaşırı gibi etkenlerin ciltte tahriş, egzama ve alerjik dermatit benzeri bulgulara yol açabildiğini belirterek şöyle konuşuyor: “Yaz aylarında kadınlarda sık görülen bu sorundan korunmak için; ıslak mayo ve bikini ile kalmamak, pamuklu iç çamaşırı tercih etmek ve genital bölgeyi sabunla yıkamaktan kaçınılmalıdır. Doktora başvurmak yerine gelişigüzel kremler ya da takviyeler kullanmak daha fazla tahrişe ve sorunun büyümesine neden olabilir” diyor.

  • Düzensiz adet görme

Yaz döneminde bir yandan sıcak hava ve yüksek nem, diğer yandan tatil hareketliliği derken uyku düzeni, stres ve hareketlilik oranı değişebiliyor. Bu nedenle düzensiz adet görme, aşırı ya da normalden az kanama vb sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bu durumlar genellikle geçici olmakla birlikte tekrar etmesi, uzun sürmesi ya da günlük yaşamda herhangi bir rahatsızlığa yol açması durumunda muayene olunması gerekiyor.

  • Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar

Dr. Esra Boyar “Yaz aylarında artan tatil hareketliliği, floranın kolay bozulabilmesi, yeni partner ve korunmasız ilişki nedeniyle cinsel yolla bulaşabilen ve yazın sık görülen bakteriyel enfeksiyonların bulaş riski artabilir. Bu nedenle genital bölge hijyenine, ilişki sırasında kondom kullanmaya, belirli aralıklarla doktora kontrole gitmeye ve yeni partnerle ilişkide muayene olarak önlem almaya özen göstermek önemlidir. Çünkü tüm bunlar genelde tedavi gerektirir, kronikleşip uzun sürmemesi için doktora başvurmanız gerekir” diyor.

Meyveyi akşam tüketirseniz!

Sağlıksız beslenme alışkanlıkları, hareketsiz yaşam tarzı ve obezitenin etkisiyle son yıllarda görülme sıklığı hızla artan diyabet, artık çocuk yaşlarda da kapıyı çalıyor. Yaz mevsiminde yapılan bazı yaygın hatalar ise hastalıkla ilgili riski daha da artırabiliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Sinan Kırım, diyabetin hem dünyada hem de ülkemizde çılgın bir hızla arttığını belirterek “Yapılan çalışmalar, diyabeti olan bireylerin yaklaşık yarısının hastalığının farkında bile olmadığını göstermektedir. Oysa diyabet tedavi edilmediğinde hayati risklere yol açabilir. Yaz aylarında farkında olmadan yapılan küçük hatalar da, diyabetli bireyler için ciddi sonuçlar doğurabilir” uyarısında bulunuyor. Doç. Dr. Sinan Kırım, diyabette en yaygın yapılan ve tehlikeyi artıran 6 yaz hatasını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Doç. Dr. Sinan Kırım

Doç. Dr. Sinan Kırım

  • Yeterince su tüketmemek

Doç. Dr. Sinan Kırım “Yazın hem hava sıcaklığının hem de açık havada fiziksel aktivitenin artması nedeniyle vücutta sıvı kaybı riski çok artmaktadır. Vücudun susuz kalması kan şekerini sanılandan çok daha fazla yükseltir. Dehidrasyon bazen çok yavaş gelişebildiğinden fark edilemeyebilir. Aşırı sıcaklarda yeterince su tüketmemek, çay, kahve, bira ve meyve sularının ise kaybedilen sıvıyı yerine koyacağını düşünmek büyük bir yanılgıdır. Vücudun sıvı ihtiyacı çoğunlukla su ile karşılanmalıdır. Günde bir-iki bardak maden suyu ya da ayran da tüketilebilir” diyor.

  • Sıcak kumsalda yalınayak yürümek

Sıcak kumsalda yalınayak yürümek çok sık yapılan yanlışlardandır. Çünkü çıplak ayakla yürümek çok ciddi riskler içermektedir. Özellikle sinir hasarları olan hastalar kumdaki aşırı sıcaklığı hissedemedikleri için tabanlarının yanmasına neden olmaktadırlar. Yine kum içindeki cam kırıkları, iğne vs gibi yabancı cisimler ayak tabanına batarak yara ve enfeksiyona neden olabilirler. Bu nedenle diyabeti olanların kumsalda kesinlikle terliksiz gezmemesi gerekir. Deniz tabanında da keskin kaya kenarları ya da sivri cisimler olabileceği için denize de mutlaka deniz ayakkabısı ile girilmelidir.

  • Yaz önlemlerini ihmal etmek

Diyabette yaz mevsimine yönelik bazı kurallara dikkat etmek gerekse de pek çok hasta bu önlemleri göz ardı edebilmektedir. Örneğin; kumsalda uzun süreler güneşe doğrudan maruz kalmamak, bol, rahat ve havalandırması güzel olan giysiler giymek, şapkasız ve terliksiz güneşe çıkmamak gerekir. Diyabet hastalarında katarakt riski arttığından dolayı UV koruması da bulunan güneş gözlükleri terich edilmelidir. Kapalı ortamlarda klima kullanırken ısı 24 derece civarında tutulmalı, daha düşük derecelerden kaçınılmalıdır.

  • İlaçları yaz sıcağına maruz bırakmak

Yazın ilaçların aşırı sıcaklara ve güneşe sıkça maruz bırakılabildiğini belirten Doç. Dr. Sinan Kırım “Özellikle insülin kullanan hastalar soğuk zincire daha fazla dikkat etmelidirler. Hava sıcaklığının yüksek olması nedeniyle dışarda kalan insülin daha çabuk bozulabilir. İnsülin pompası aşırı sıcakta ve güneşte kaldığında pompadaki insülinin etkisi azalabilmektedir. Yazın cilt ısısı da artacağı için ya da egzersizin artırılması nedeniyle insülin kana daha çabuk karışıp önce şeker düşmesine, çabucak kullanılıp bittiği için de daha sonra şekerin yükselmesine neden olabilir. O nedenle insülin enjeksiyonu doğrudan güneş ışığı almayan bölgelere ve daha az kas hareketi olan bölgelere yapılmaldır. Örneğin; koşmayı planlayan bir hasta bacağına yapmamalıdır” diyor.

  • Meyve tüketiminde ölçüyü kaçırmak

Yaz meyveleri iştah kabarttığından tüketiminde sıkça aşırıya kaçılabilmektedir. Ancak bol sulu ve serinletici etkileri olsa da şeker içeriği zengin olduğundan meyve tüketiminde günde iki porsiyonu geçmemek ve avuç içi kadar tüketmek gerekir. Akşamları özellikle meyve yedikten sonra hareketsiz kalınırsa, örneğin uyunursa, hem kan şekeri hem de kolesterol değeri yükselir. Bu nedenle gündüz saatleri idealdir. Yaz lezzetlerinin vazgeçilmezlerinden dondurmanın da fruktoz şurubu kullanılanarak yapılanlarından uzak durulmalı, doğal şekerle yapılanları tercih edilmelidir.

  • Şekerli içecekler tüketmek

Doç. Dr. Sinan Kırım “Yaz aylarında şekerli ve gazlı içecekler ile alkol tüketiminde artış diyabetli bireyler için büyük risk oluşturmaktadır. Şekerli içecekler, alkol ve kokteyllerde kullanılan meyve sularının kan şekerini önce yükseltip sonra düşürebileceği akılda tutulmalıdır. Alkol tüketimi, diyabet hastalarında şeker düzeyinde tehlikeli düşmelere ve sıvı kaybına yol açabilmektedir. Bu nedenle alkol sınırlandırılmalı ve aç karnına kesinlikle tüketilmemelidir” diyor.

 

#pausesaglik #pausedergi #pausejournal #hanedancity #pausesanat #pausespor #pauseturizm #pausetv #pauseoto

Hamilelikten önce folik asit takviyesinden diş muayenesine kadar her şeyi kontrol edin

Hamilelik süreci sadece anne karnındaki bebeğin gelişimini değil, aynı zamanda annenin fiziksel ve duygusal sağlığını da etkileyen çok yönlü bir dönem. Bu yolculuğa hazırlanmak, hem anne hem bebek sağlığı için önemli farklar yaratabiliyor; hamilelik sürecini, doğum ve annelik deneyimini de daha sağlıklı ve güçlü kılıyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Gizem Akça, “Gebelik öncesi dönem, önleyici sağlık hizmetlerinin altın fırsatıdır. Bu süreçte atılacak basit ama etkili adımlar sayesinde kadın sağlığı desteklenir;  düşük, erken doğum, gebelik şekeri, hipertansiyon gibi risklerin önüne geçilebilir. Gebeliğe fiziksel, duygusal ve sosyal olarak hazırlanmak yalnızca komplikasyonları azaltmak değil, aynı zamanda kadınların kendi bedenlerini daha iyi tanımaları ve güven duymaları açısından da değerlidir” diyor.

Dr. Gizem Akça

Dr. Gizem Akça

Muayene için hekiminizle görüşün

Anne olmaya karar verdiğinizde yapmanız gereken ilk şeylerden biri, kadın hastalıkları ve doğum uzmanı hekiminize başvurmak olmalı.  Hazırlık muayenesinde yapılan görüşmede öncelikle jinekolojik veya diğer sistemleri ilgilendiren, hamilelikte anne veya bebek için risk oluşturabilecek durumların kontrol edildiğini belirten Dr. Gizem Akça, sözlerine şöyle devam ediyor: “Yapılan jinekolojik muayenede tüm genital organlar, rahim ve yumurtalıklar değerlendirilir. Rahim ağzı kanseri tarama testi (Pap-smear ve/veya HPV testi) yapılır. Genital sistemde miyom ve kist gibi bir sorun olup olmadığı, yumurtalıkların sağlığı, üreme kapasitesi, genital sistemde hormonal dengenin bulguları kontrol edilir.” Dr. Gizem Akça, hekim tarafından gerekli görülürse yapılacak kan ve idrar tetkikleriyle temel kan değerleri, tiroit fonksiyonları, bulaşıcı hastalıklar ve enfeksiyon değerlerine bakıldığını belirterek, “Anne adayında gebelikte sorun oluşturabilecek hastalıklar erken tespit edildiğinde, vereceğimiz tedaviler ile bu hastalıkların gebeliği olumsuz etkilemesinin önüne geçebilmekteyiz.” diyor.

Duygusal ve sosyal olarak hazırlanın

Hamilelik döneminde sadece bedensel değil, duygusal ve sosyal anlamda da büyük bir değişim yaşanıyor. Bu sürece hazır olmanız, yeni döneme adapte olma ve stresle başa çıkma becerinizi artırıyor, doğum sonrası depresyon riskini azaltıyor. Dolayısıyla partneriniz ile iletişiminizi, sosyal destek ağlarınızı, annelik rolüne dair beklentilerinizi ve kaygılarınızı gözden geçirmeniz önem taşıyor. Gerekirse psikolojik danışmanlık almak, hamilelik sürecinin çok daha sağlıklı geçmesini sağlayabiliyor. Bu sürecin kendi doğasını tanımak ve anlamak hamileliğin ve doğumun sağlıkla gerçekleşmesine katkıda bulunabiliyor. Bu yüzden hamilelik ve doğum fizyolojisini öğrenmeniz, okumanız ve eğitimlere katılmanız fayda sağlayabiliyor.  Bunların yanı sıra meditasyon, düzenli egzersiz ve uyku düzeni de stres yönetimine destek olabiliyor.

Sağlıklı beslenin, aktif bir yaşam sürün

Dengeli beslenme ve düzenli egzersiz, hem doğurganlığı destekliyor hem de hamilelik sürecinde gelişebilecek komplikasyonların riskini azaltıyor.  Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Gizem Akça, “Sağlıklı yağlar, kompleks karbonhidrat ve protein içeren Akdeniz tipi beslenmek çok önemli. Ayrıca, haftada 150 dakika, örneğin tempolu yürüyüş, yüzme ve yoga gibi orta yoğunlukta egzersiz yapmak hamileliği olumsuz etkilediği kanıtlanmış gebelik diyabetini önlemede etkilidir. Sağlıklı bir yaşam tarzı aynı zamanda bağışıklık sistemini güçlendirmekte ve ruhsal dengeyi desteklemektedir” diye konuşuyor.

Vücut kitle indeksi değerine önem verin

Hamilelik öncesinde uygun yağ-kas oranı aralığında olmanız da son derece önemli. Zira, aşırı kilolu veya çok düşük kilolu olmak hamilelikte komplikasyon riskini artırıyor. Öyle ki fazla kilolu anne adaylarında gebelik diyabeti ve gebelik zehirlenmesi riski daha yüksek oluyor. Düşük kilolu olmak da bebekte gelişim geriliği ve erken doğum riski gibi sorunlara neden olabiliyor. Anne ve bebeğin sağlığı için hamilelik öncesinde vücut kitle indeksinin (VKİ) 18.5-24.9 aralığında olması öneriliyor.

Diş kontrollerinizi yaptırın

Hamilelik sürecinde hormonal değişiklikler diş ve diş eti sorunlarını artırabiliyor.

Hamilelikte geçirilen diş enfeksiyonları düşük ve erken doğum riskini yükseltebiliyor. Ayrıca tedavide kullanılabilecek bazı ilaçlar ve ileri operasyonel girişimler hamilelik sürecinde kısıtlandığı için tedavi güçleşebiliyor.  Bu nedenle, hamilelik öncesinde diş bakımınızı yaptırmanız ve dişlerde çürük, diş eti hastalıkları gibi sorunlar varsa tedavi olmanız oldukça önemli.

Sigaradan uzak durun
Sigara doğurganlığı azaltmasının yanı sıra erken doğum, dış gebelik ve düşük doğum ağırlıklı bebek riskini artırıyor. Araştırmalar, sigaranın plasental sorunlara neden olabileceğini ve bebekte gelişme geriliği oluşturabileceğini gösteriyor. Hamilelik hazırlığında sigarayı olabildiğince erken dönemde bırakmak, hamileliğin ilk döneminde hormonal değişimlerin yanında bir de yoksunluk ile mücadele etmek daha güç olacağı için de anlam taşıyor.

Kronik hastalıklarınız varsa uzmanına başvurun

Kronik hastalıklar hamilelik sürecinde anne ve bebeğin sağlığını tehdit edebiliyor. Örneğin, kontrolsüz diyabet, doğumsal anomali riskini yüzde 5-10 oranında artırabiliyor.  Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Gizem Akça, “Sağlıklı bir hamilelik için tiroit hastalıkları, psikiyatrik hastalıklar, diyabet, hipertansiyon, epilepsi ve romatolojik hastalıklar gibi kronik hastalıklar varsa, mutlaka ilgili uzman hekimle görüşülmeli ve tedavi düzenlemeleri yapılmalıdır” diye konuşuyor.

Aşı durumunuzu gözden geçirin

Kızamıkçık, hepatit B ve suçiçeği gibi enfeksiyonlar hamilelik döneminde risk oluşturabiliyor. Dr. Gizem Akça, “Gebelik öncesinde anne adayının bağışıklık durumu kontrol edilmeli, ihtiyaç halinde aşılar tamamlanmalıdır” diyor.  Canlı virüs aşılarından sonra hamileliğin bir ay ertelenmesi gerektiğini vurgulayan Dr. Gizem Akça, hamilelik öncesinde başlanan HPV (Human Papilloma Virüsü) dozları eksik kaldıysa emzirme döneminde tamamlanabileceğini belirtiyor.

Vitamin ve mineral yeterliliğine önem verin
Demir, B12 ve D vitamini gibi değerler eksik ise hamilelik öncesinde takviyeler ile destek almanız gerekiyor. Zira, bu vitaminlerin eksik olması doğum komplikasyonları riskini artırırken, anne adayında anemi, kemik erimesi, hormonal problemler yaratabiliyor, diyabete yatkınlık oluşturabiliyor. Bebekte ise gelişim sorunlarına neden olabiliyor. Ancak eksiklik varsa uzmanınıza danışmadan vitamin ve mineral kullanmayın.

Folik asit desteğine başlayın

Vücudumuzda DNA sentezi ve hücre bölünmesinde rol oynayan folik asit, hamileliğin erken haftalarında, bebeğin beyin ile omurilik gelişiminde kritik bir rol üstleniyor. Bu nedenle, folik asit eksikliğinin bebekte nöral tüp defekti (spina bifida ve anensefali) gibi önemli sorunlara yol açabileceği yapılan araştırmalar ile ortaya konmuş. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Gizem Akça, ancak folik asidin besinlerle genellikle yeterli miktarda alınamadığı için takviye edilmesi gerektiğini vurgulayarak, “Hamilelikten 1-3 ay önce, günlük 400 mikrogram folik asit kullanımı, bebekte nöral tüp defekti riskini yüzde 70’e kadar azaltmaktadır” diyor.

Obezite yaşam süresini kısaltıyor!

Modern çağın salgın hastalığı olarak tanımlanan obezite son yıllarda dünya genelinde hızla yaygınlaşıyor. Araştırmalara göre Türkiye, yüzde 30’un üzerinde obezite oranıyla Avrupa’nın en kilolu ülkesi haline geldi. Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Can Gönen, obezitenin sadece kozmetik bir sorun olmadığını, birçok ciddi hastalığa yol açarak yaşam süresini kısalttığını belirtiyor. Buna karşın günümüzde teknoloji ve tıptaki hızlı gelişmeler sayesinde obezitede kişiye özel tedavi seçenekleri ortaya çıktığını, son yıllarda kolay uygulanabilir ve etkili yöntemlerle bu ciddi hastalıktan kurtulmanın mümkün olabildiğini vurgulayan Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Can Gönen, Türkiye’de alarm veren obezitede en yeni tedavi yöntemlerini anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Sağlıksız beslenme alışkanlıkları ve hareketsiz (sedanter) yaşam tarzı gibi etkenlerle görülme sıklığı hızla artan obezite, vücutta tüm sistemleri olumsuz etkileyerek yaşam süresini kısaltan çok önemli bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde obezitenin 7’den 70’e dünya genelinde yaygınlaştığını belirten Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Can Gönen, “Normalin üzerinde yağ dokusu birikimi yaşam kalitesini bozmanın yanı sıra tüm sistemleri olumsuz etkileyerek tip 2 diyabet, hipertansiyon, kalp ve damar hastalıkları, kanser ve eklem sorunları gibi hastalıklara yakalanma riskini artırır ve beklenen yaşam süresini kısaltır. Araştırmalar; obezite sıklığının ülkemizde yüzde 30’un üzerine çıktığını ve Avrupa kıtasındaki en kilolu ülke konumuna geldiğimizi göstermektedir. Kadınlarda obezite, erkeklerden çok daha fazla görülmektedir” diyor. Obezitenin bir yaşam tercihi değil, tedavi edilmesi gereken ciddi bir hastalık olduğunun çok net bilinmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Gönen şöyle konuşuyor: “Ne yazık ki toplumun birçok kesiminde obezitenin kişinin kendi tercihi, öz bakım eksikliği veya umursamazlığından kaynaklandığı yönünde yaygın bir ön yargı vardır. Obeziteli bireyler bu nedenle okul, iş ve sosyal yaşamlarında çeşitli ayrımcılıklara maruz kalmakta ve çeşitli engellerle karşılaşmaktadırlar. Söz konusu ayrımcılık, hastalığının ifade edilişinde bile kendini göstermektedir. “Obez” ifadesi bir hastalık adı olarak değil, bir sıfat olarak kullanılmakta ve bu nedenle yargılayıcı, aşağılayıcı bir dil ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda obezite hastalığının doğru şekilde ifade edilmesi ve obeziteli bireylerin ötekileştirilmemesi konusunda bir hassasiyet başlamıştır. “Önce insanım” sloganıyla başlayan bu girişimde “obeziteli birey”, “obeziteyle yaşayan birey”, “obezite hastası” gibi ifadelerin kullanılmasına özen gösterilmesi önemle vurgulanmaktadır.”

Prof. Dr. Can Gönen

Prof. Dr. Can Gönen

Beden kitle indeksiniz 30 ve üzeri ise!

Obezitenin tespitinde en yaygın olarak beden kitle indeksi (BKİ) hesaplaması kullanılıyor. Yetişkinlerde beden kitle indeksinin 30 ve üzeri olmasının obeziteye işaret ettiğini belirten Prof. Dr. Can Gönen “BKİ, bir kişinin kilogram cinsinden vücut ağırlığının metre cinsinden boyunun karesine (kg/m2) bölünmesiyle hesaplanır. Yetişkinlerde normal kabul edilen BKİ değeri 18,5-24,9 kg/m2 arasıdır. 25-29,9 olması kilo fazlalığına, 30 ve üzeri olması ise obeziteye işaret eder. Obezite derecesi de evre 1, evre 2 ve evre 3 olarak sınıflandırılır. Beden kitle indeksinin 40 ve üzerinde olması obezitenin evre 3 yani çok ciddi düzeyde olduğunu gösterir. Obezitesi etkin yöntemlerle tedavi edilerek istenen hedef kiloya yaklaşan kişiler ve obezitesi tedavi edilmemiş bireylerin uzun yıllar takip edildiği karşılaştırmalı çalışmalar bize kanser sıklığının ve yaşam süresinin obezite ile olan ilişkisini açıkça ortaya koymuştur. Obezite ile yaşayan kişilerde kanser sıklığı artmakta ve yaşam süresi kısalmaktadır” diyor.

Obezite tedavisi kişiye göre değişiyor!

Bütün kronik hastalıklarda olduğu gibi obezitenin tedavisinde de hasta ve hekim işbirliğinin çok büyük önem taşıdığını belirten Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Can Gönen, “Tedavide amaç sadece kilo vermek değil, verilen kiloyu korumak, kilo artışına neden olan etkenlerden uzaklaşmak ve yaşam biçimini kalıcı olarak değiştirmek olmalıdır. Bir obezite hastasının bu hedefe ulaşabilmesini sağlamak için istekli, bilgili ve motivasyonu yüksek bir ekiple çalışılması çok önemlidir” diyor. Obezite tedavisinde diyet ve egzersizin uzun dönemde yüzde 5 düzeyinin üstünde istikrarlı bir başarıya ulaşamadığını, diyet ve egzersize eşlik eden etkin ilaç tedavilerinin ise başarı oranını yüzde 15-17’ye çıkardığını belirten Prof. Dr. Gönen “Ancak kilo kaybı kişinin diyet, egzersiz gibi yaşam şekli değişiklikleri uygulamasına, ilaç uyumuna, ilacın kullanım süresine göre farklılık göstermektedir” diye konuşuyor.

Kolay uygulanabilir ve etkin yöntemler öne çıkıyor!

En az altı ay süreyle diyet, egzersiz ve ilaç tedavisi ile yeterli kilo veremeyen veya daha önce verdiği kiloyu muhafaza edemeyen hastalarda cerrahinin düşünülebileceğini ancak son yıllarda teknoloji ve tıptaki hızlı gelişmeler sayesinde endoskopik tedavilerin kolay uygulanabilir ve etkin yöntemler olarak öne çıktığını vurgulayan Prof. Dr. Can Gönen şu açıklamalarda bulunuyor: Obezite tedavisinde başlıca 2 endoskopik yöntem uygulamaktayız. Bunlar; endoskopik balon yerleştirilmesi ve endoskopik tüp mide oluşturulmasıdır (endoskopik sleeve gastroplasti). Endoskopik balon tedavisinde, endoskopik olarak mide içerisine balon yerleştirilmekte ve uygun hacime kadar şişirilmektedir. Konulan balon 6-12 ay sonra endoskopik olarak söndürülüp çıkartılmaktadır. İşlemler hasta uyurken yapılmaktadır. Bu yöntem ile yüzde 10-11 düzeyinde kilo kaybı sağlanmaktadır. Ancak kilo kaybı kişinin diyet, egzersiz ve yaşam şekli değişikliklerine göre farklılık göstermektedir. Endoskopik tüp mide oluşturulması ise daha yeni bir yöntemdir. Hasta uyutulup, endoskopik olarak mide içerisine dikişler konularak mide hacmi yüzde 70 küçültülmektedir. Bu yöntem ile yüzde 17-18 düzeyinde kilo kaybı sağlanmaktadır.”

Hasta aynı gün taburcu edilebiliyor

Endoskopik tüp mide yönteminin cerrahiye göre hastaya bir çok avantaj sağladığını vurgulayan Prof. Dr. Gönen “Kesi olmaması, olumsuz sonuçların (komplikasyon) az olması, ileride gerekirse diğer yöntemlerin (cerrahi dahil) yapılabilir olmaya devam etmesi, düzenli ilaç kullanım gerekliliğinin olmaması üstün tarafları olarak göze çarpmaktadır. Bu avantajları nedeni ile hem Avrupa hem Avrupa sağlık otoriteleri tarafından onaylanmış bir yöntemdir. Dünyada; diyet, egzersiz, yaşam tarzı değişikliklerine rağmen istenilen kilo kaybı sağlanamayan, BKİ 30 ve üzeri ya da 27 ve üzeri olup obezite ile ilişkili bir hastalığı olan (örneğin tip 2 diyabet, hipertansiyon, uyku apnesi vb) hastalar için önerilmektedir. Endoskopik tüp mide oluşturulması, daha önce cerrahi tedavi uygulanan ancak tekrar kilo alımı olan hastalarda kurtarıcı bir tedavi olarak uygulanabilmektedir” diyor.