Yazılar

Helicobacter Pylori bakterisi ne kadar riskli?

Yaklaşan sıcaklarda hijyen koşullarının zorlaşması ve besinlerin daha kolay bozulması nedeniyle mide ve ince bağırsakta yaşayan Helicobacter Pylori bakterisine karşı bilinçlenmek büyük önem taşıyor. Bu bakterinin Afrika’dan başlayan göçlerle yaklaşık 60 bin yıldır insanlarla birlikte evrimleştiğini dile getiren Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Helicobacter Pylori, mideye yerleşerek asidik ortama rağmen hayatta kalabilen ve enfeksiyon oluşturan bir bakteri türüdür. Çoğu kişide belirti vermeden yaşasa da bağışıklık sistemi bu bakteriyi tanıyıp yok etmeye çalışırsa, kronik gastrit sonucu ciddi sağlık problemleriyle karşı karşıya kalınabilir” dedi.

Yaygınlığı ülkelere göre değişkenlik gösterse de bu zamana kadar tüm dünyanın yaklaşık yüzde 40 ila 60’ının bu bakteri ile temas ettiği biliniyor. H. Pylori’nin en yaygın olduğu bölgelerin sırasıyla; Afrika, Akdeniz, Batı Pasifik ve Amerika olduğunu açıklayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Karın ağrısı, şişkinlik, ekşime, bulantı ve yanma gibi şikayetlere yol açabilen bakteri, genellikle hijyenik olmayan koşullardaki gıda veya su aracılığıyla yayılıyor. Kirli su kaynakları ve sağlıksız gıda tüketimi gelişmekte olan ülkelerde daha yoğun olduğu için bakterinin buralarda görülme sıklığı daha fazla” dedi.

Prof. Dr. Zülfikar Polat

Prof. Dr. Zülfikar Polat

Reflü ile karıştırılabilir

Bakterinin; ellerin iyi yıkanmaması, özellikle aile arasında bakteriyi taşıyan bir kişinin tükürüğüne temas edilmesi ve kontamine su ya da yiyecekler tüketilmesiyle bulaştığını vurgulayan Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Genellikle üst karnın ortasında hissedilen ve açken ya da yemekten hemen sonra ortaya çıkan karın ağrısı, şişkinlik, hazımsızlık, erken doyma, yanma hissi, mide gazı, bulantı ve kusma gibi durumlar en sık karşılaşılan belirtilerindendir” şeklinde konuştu.

Demir eksikliğinin altında Helicobacter Pylori yatıyor olabilir

Helicobacter Pylori’nin genellikle kronik gastrite neden olduğunu belirten Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Kronik gastrit zamanla mide hücrelerinde kayıplara neden olarak kişide mide kanseri ve mide lenfomasına kadar gidebilen sağlık sorunlarına zemin hazırlayabilir. Bakteri; mide asidini artırarak midenin koruyucu tabakasına zarar verir hem burada hem de onikiparmak bağırsağında ülserlere yol açabilir. Demir eksikliği anemisinin en önemli nedenlerinden biri de bu bakterinin varlığıdır” dedi.

Üre nefes testi yüzde yüze yakın doğru sonuç veriyor

Helicobacter Pylori bakterisinin tanısı için çeşitli yöntemlerden faydalanıldığından bahseden Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Kanda antijen testi ile vücudun daha önce bakteri ile karşılaşıp karşılaşmadığı saptanabilir ancak aktif bir enfeksiyon olup olmadığı anlaşılmaz. Üre nefes testinin doğruluğu yüzde 99’un üzerindedir ancak üre ve bir başka yöntem olan dışkı testinin başarılı olabilmesi için, antibiyotik kullanımından 3-4 hafta sonra uygulanması gerekir. Son olarak da bir görüntülüme yöntemi olan mide endoskopisi sırasında biyopsi alınabilir ve tanı konabilir” dedi.

Artan antibiyotik kullanımı ilaçların etkisini düşürüyor

Bakterinin yol açtığı rahatsızlıkların tedavisinin tıp dünyasında tartışmalara konu olduğuna değinen Prof. Polat, “Bazı otoriteler bu kadar yaygın görülen bir bakterinin tedavi edilmemesi gerektiğini iddia etse de sebep olduğu problemler ve hastalıklar göz önüne alındığında, özellikle de semptomatik hastalarda yani gözle görülür şikâyetleri olan kişilerde mutlaka ortadan kaldırılması gerekir. Günümüzde antibiyotik kullanımının artmasıyla oluşan antibiyotik direnci nedeniyle 2’li antibiyotik ve mide koruyucu içeren ve ortalama 14 günlük tedaviler ile Helicobacter Pylori yok edilebilir. Bu ilaçlar düzenli olarak kullanıldığında tedavide yüzde 90’ların üzerinde başarı yakalanabiliyor. İlaç kullanımı bittikten 1 ay sonra üre nefes veya dışkı antijen testi ile bakterinin yok olup olmadığı kontrol edilmeli, direnç tespit edilirse hastaya verilen antibiyotikler değiştirilerek ikinci kür uygulanmalı” dedi.

Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, tedavi edilmediğinde ciddi sonuçlar doğurabilen Helicobacter Pylori bakterisinden korunma yollarını paylaştı:

  1. Ellerinizi, yemekten önce ve tuvaletten sonra mutlaka sabunla yıkayın.
  2. Kaynağı belirsiz suyu içmeyin. Bu bakteri hijyenik olmayan ortamlarda yaşayabileceği için mümkünse içme suyunuzu kaynatın ya da güvenilir bir filtreyle süzün.
  3. Sebze ve meyveleri iyi yıkamadan tüketmeyin.
  4. Tükürük yoluyla bulaşabilen bir bakteri olduğu için diğer insanlarla aynı tabaktan yemek yemeyin, bardak veya çatal-kaşık paylaşmayın.
  5. Çiğ et ve süt ürünlerinden uzak durun.
  6. Mide şikayetleriniz varsa geçiştirmeyin. İleride oluşabilecek mide ülseri ya da kanseri gibi riskleri azaltın.
  7. Mideye başlı başına zarar veren alışkanlıklardan; sigaradan uzak durun, alkolü sınırlayın ve asidik, çok baharatlı yiyeceklerden kaçının.
  8. Bağışıklık sisteminizi korumaya yardımcı olun, dengeli ve sağlıklı beslenmeye dikkat edin.
  9. Probiyotik kullanarak mide ve bağırsak sağlığınızı destekleyin.

Mikroplastikler; toprakta, havada, gıda zincirinde ve su kaynaklarında

Plastik ürünlerin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri, son yıllarda artan bilimsel çalışmalarla daha iyi anlaşılıyor. Özellikle plastiklerde bulunan Bisfenol A (BPA), ftalatlar ve Polivinil Klorür (PVC) gibi zararlı maddelerin bu konuda dikkat çektiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Yeşim Yıldırım, “Dünya genelinde yıllık yaklaşık 400 milyon ton plastik üretiliyor. Bu miktarın, on milyondan fazla çöp kamyonunun taşıdığı yüke denk geldiği düşünülürse sağlık açısından oluşabilecek risklerin de yüksek olduğunu söylemek mümkün” dedi.

Plastik atıkların doğada parçalanmasıyla oluşan mikroplastikler; toprakta, havada, gıda zincirinde ve su kaynaklarında birikerek çevresel kirliliğine neden oluyor. Çevreye dağılan bu mikroplastiklerin insan vücuduna solunum, gıda ve su yoluyla girerek sağlığı tehdit ettiğini vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Yeşim Yıldırım, “Plastik parçacıkların akciğer, karaciğer, plasenta ve diğer organlarda bulunabildiğini ortaya koyan araştırmalar mevcut. Hatta çevresel kirlilik sonucu anne sütünde bile yüksek miktarda BPA gibi zararlı maddelerin varlığı, plastik kullanımının potansiyel tehlikesini gözler önüne seriyor” dedi.

Prof. Dr. Yeşim Yıldırım

Prof. Dr. Yeşim Yıldırım

Plastiklerdeki maddeler kanserle yakından ilişkili

Avrupa Birliği’nin 2011’den beri biberonlarda BPA kullanımını yasakladığını dile getiren Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Yeşim Yıldırım, “Araştırmalar BPA maruziyetinin; tiroit fonksiyonlarını bozabildiğine, obeziteye sebep olabildiğine ve prostat ya da meme gibi çeşitli kanserlere yol açabildiğine işaret ediyor. Plastiklere esneklik ve dayanıklılık kazandıran ftalatların ise üreme bozuklukları, gelişimsel sorunlar ve meme kanseri riskiyle ilişkili olduğu biliniyor. PVC plastikleri üretmek için kullanılan vinil klorür ise halihazırda bilinen bir kanserojen dolayısıyla bu plastik türünün de meme kanseri oluşumunu artırabilecek toksik kimyasallar salma riski yüksek” dedi.

Plastik kullanımını minimumda tutmak en iyisi

Özellikle bazı plastik çeşitlerinin, kimyasal içerikleri nedeniyle daha fazla tehlike barındırdığına dikkat çeken Prof. Dr. Yeşim Yıldırım, “Gıda ambalajlarında yaygın olarak kullanılan PVC, zararlı kimyasallar salabilir. Tek kullanımlık yiyecek kaplarında sıkça bulunan polistiren, muhtemel bir kanserojen olan stiren maddesini gıdalara geçirebilir. Polikarbonat plastikten yapılmış su şişeleri ve saklama kapları özellikle ısıya maruz kaldığında BPA salabilir. Plastiklerin sağlık üzerindeki uzun vadeli etkileri konusunda daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulsa da mevcut veriler ışığında plastik maruziyetini azaltmak bireysel ve toplumsal sağlık açısından önemli bir adım” dedi.

Plastik kullanımının doğrudan kansere neden olup olmadığı konusunda bilimsel verilerin hala yeterli olmadığının altını çizen Yıldırım, “Ancak belirttiğim gibi bazı çalışmalar, mikroplastik ve nanoplastik parçacıklara maruz kalmanın çeşitli kanser türlerinin gelişimini tetikleyebileceği konusunda kuvvetli ipuçları veriyor. Ayrıca mikroplastiklerin, toksik kimyasalların taşıyıcısı gibi hareket ederek kanser tehdidini artırabileceği yönünde endişelerin bulunduğu da unutulmamalı” şeklinde konuştu.

Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Yeşim Yıldırım, plastiklerin sağlık üzerindeki olası risklerini azaltmak için alınabilecek 7 önlemi paylaştı:

Alternatif malzemeler tercih edin

Cam, paslanmaz çelik veya seramik kaplar kullanarak plastik maruziyetini azaltın.

Plastikleri ısıtmaktan kaçının

Isı, zararlı kimyasalların gıdaya geçişini artırabileceği için yiyecekleri plastik kaplarda ısıtmayın. Ayrıca plastik su şişelerini güneş altında bırakmamaya dikkat edin.

Tek kullanımlık plastikleri azaltın

Plastik pipet, çatal-bıçak ve poşet gibi tek kullanımlık plastikleri mümkün olduğunca kullanmamaya çalışın.

Musluk suyunu filtreleyin

Su filtreleri, musluk suyundaki mikroplastikleri azaltabileceği için musluktan su içmeden önce mutlaka filtre taktırın.

Kişisel bakım ürünlerine dikkat edin

Bazı kozmetik ve kişisel bakım ürünleri mikroplastik içerebileceği için doğal içerikli ürünleri tercih etmeye gayret edin. Temiz malzemeler kullanabilmek adına da satın almadan önce içerik okuma alışkanlığı edinin.

Çevreye saygılı olun

Çevreye verilen zarar dönüp dolaşıp insan sağlığını etkileyeceği için, geri dönüşüme önem verin, doğaya atılan plastiklerin etkilerini en aza indirmek için çaba sarf edin.

Paketli ürün tüketimini azaltın

Plastik ambalajlardan korunmak için mümkün olduğunca organik ve taze gıdalar tüketin.

2035’te her dört kişiden biri obez olabilir

Vücutta aşırı yağ birikimi ile tanımlanan ve kronik bir hastalık olan obezite, dünya genelinde hızla yayılıyor. Dünya Obezite Federasyonu’nun 2023 raporunda, 2035’te her dört kişiden birinin obezite ile yaşayacağı öngörülüyor. Obezite vakalarının bu denli artmasının arkasında; modern yaşam tarzı, işlenmiş gıda tüketiminin artması, fiziksel aktivite eksikliği ve stres gibi faktörlerin bulunduğunun altını çizen Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Abdulcabbar Kartal, “Diyabet, kalp hastalıkları, hipertansiyon, uyku apnesi, eklem rahatsızlıkları ve bazı kanser türleri gibi birçok hayati hastalığa davetiye çıkaran obezite, tüm bunların yanı sıra yaşam kalitesini düşürerek psikolojik problemlere de yol açabilir” dedi.

Obezite gibi durumların belirlenmesinde başvurulan vücut kitle endeksi, kişinin kilosunun boyuna oranını gösteren bir ölçümdür. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre vücut kitle indeksi 30 ve üzeri olan bireylerin obez olarak tanımlandığını belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Abdulcabbar Kartal, “Bu değerin 40 ve üzeri olması ileri derece anlamına gelen morbid obez olarak kabul edilir. Tedavi ise hastanın durumuna göre diyet ve egzersiz, ilaç veya cerrahi olarak değişebilir. Obezite cerrahisi, vücut kitle endeksi 40 ve üzeri olan ya da 40’tan az olsa bile obeziteye bağlı sağlık sorunları yaşayan hastalara önerilir” dedi.

Doç. Dr. Abdulcabbar Kartal,

Doç. Dr. Abdulcabbar Kartal

Çevresel faktörler kadar genetik de önemli

Ailesinde obezite öyküsü bulunanların hastalığa daha yatkın olacağını dile getiren Doç. Dr. Abdulcabbar Kartal, “Genetik yatkınlık dışında sağlıksız beslenme ve hareketsiz yaşam tarzı da obezitenin gelişiminde önemli bir yere sahip. Hastalık boyutuna ulaşmış şişmanlığın en yaygın nedenleri arasında; aşırı kalori alımı, düşük fiziksel aktivite, hormonal dengesizlikler, insülin direnci, hipotiroidi ve metabolik sendrom gibi sağlık sorunları bulunuyor. Dengeli beslenme, düzenli egzersiz, stres yönetimi, sağlıklı uyku düzeni, vitamin ve mineral desteği ve rutin sağlık kontrolleri bu rahatsızlıkla mücadelede kritik rol oynuyor” şeklinde konuştu.

Kalıcı kilo kaybı için yaşam alışkanlıkları da değişmeli

Vücut kile endeksi yaygın olarak kullanılan bir yöntem olsa da bel çevresi ölçümü, yağ oranı analizi, biyokimyasal testler ve metabolik değerlendirmeler gibi ek tetkiklerin de tanı için yardımcı olduğunu söyleyen Doç. Dr. Abdulcabbar Kartal, “Obezite tanısı konduktan sonra uygun tedavi hastanın durumuna göre planlanır ancak buradaki önemli nokta önlenebilir bir sağlık sorunu olduğunun unutulmamasıdır. Obezite cerrahisi, uygun hastalar için etkili bir tedavi şansı sunarken, dengeli beslenme ve düzenli egzersiz gibi sağlıklı yaşam alışkanlıklarının benimsenmesi de kalıcı başarı için olmazsa olmazdır” dedi.

Obezite cerrahisi

Obezite cerrahisinin etkili kilo kaybına yardımcı olduğunu ancak ameliyattan sonra hastanın diyetine ve yaşam tarzına dikkat etmemesi durumunda verilen kiloların geri alınabileceğini vurgulayan Kartal, “İşlem sonrası hastaların düzenli egzersiz yapması, protein ağırlıklı beslenmesi ve porsiyon kontrolüne dikkat etmesi çok kıymetli. Ayrıca her cerrahi işlemde olduğu gibi obezite ameliyatlarında da kanama, enfeksiyon, beslenme eksiklikleri ve mide bağırsak problemleri gibi komplikasyonlar görülebilir. Bu nedenle operasyonun deneyimli bir cerrah tarafından yapılması ve iyi bir takip süreciyle hastanın kontrol edilmesi bu riskleri minimize eder” dedi.

Operasyon türünün; hastanın kilosuna, metabolik rahatsızlıklarına ve yaşam tarzına göre seçildiğini açıklayan Kartal, “Midenin büyük bir kısmının çıkarılmasıyla hastanın daha az yemek yemesini sağlayan mide küçültme, hem midenin hem de ince bağırsağın bir kısmının bypass edilerek besin emiliminin azaltılması prensibine dayanan gastrik bypass ve son olarak da cerrahi kategorisine girmeyen ve mideye balon yerleştirilerek doyma hissinin artırılması amaçlanan gastrik balon en yaygın yöntemler arasındadır” dedi.

Oruç tutmanın faydaları neler?

Ramazan ayında tutulan oruç, vücuttaki pek çok hayati sistemde önemli değişikler meydana getirebiliyor. Bir ay boyunca ortalama olarak 13 saat boyunca hiçbir gıda ya da sıvının tüketilememesinin sindirim sistemine bazı etkileri olabileceğini vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Oruç, sindirim sisteminin bir parçası olan tüm organların daha az çalışmalarına katkı sağlayarak bir dinlenme yaratmış olur. Ancak bu sürecin yalnızca faydalarına odaklanmadan bazı riskleri de olabileceğini unutmamak ve oruç dönemini bilinçli geçirmek büyük önem taşır” dedi.

Sindirim sisteminin dinlenmesiyle birlikte temizlenen organlar, daha verimli çalışmaya başlar. Mide ve bağırsaklar başta olmak üzere karaciğer ve pankreasın da bu sürede rahat edeceğini vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Bu artıların yanı sıra, günlük sıvı ihtiyacının karşılanamamasıyla dehidratasyon gibi bazı risklerden de bahsetmek gerekir. Aynı zamanda reflü, gastrit ve ülser gibi mide hastalarında açlık ile mide problemleri artış gösterebilir veya kronik hastalıkları olan kişiler ise almaları gereken ilaçları alamayacakları için şikayetleri şiddetlenebilir” şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Zülfikar Polat

Prof. Dr. Zülfikar Polat

Reflü hastaları oruç kararını doktora danışmalı

Oruç tutarken genel sağlığın riske atılmaması ve özellikle bazı hasta gruplarının çok dikkatli olması gerektiğinin altını çizen Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Örneğin hamilelik sürecindeki anne adaylarının yetersiz beslenmesi bebeğin gelişimini olumsuz yönde etkiler. Bu nedenle oruç tutacak gebelerin iftar ve sahur sofraları hem dengeli hem de zengin olmalıdır. Susuzluk nedeniyle ağır böbrek hastalarına da oruç tutmaları önerilmezken, hafif vakalara iftar ve sahurda bol su içmesi şartıyla izin verilebilir” dedi.

Gastrit, ülser, reflü ve kronik hastalıkları olan kişilerin doktor görüşü almadan kesinlikle oruç tutmamaları gerektiğini belirten Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Uzun süre aç kalmak, mide asidini artırarak ülser ve kanama gibi sorunlara neden olabilir. Bu nedenle reflü hastaları da bu dönemde yediklerine çok dikkat etmeli. Uzun süreli açlık sonrası iftarda birdenbire yoğun ve ağır yemekler tüketmek sindirimle ilgili şikayetleri artırabilir” uyarısında bulundu.

Yemek yedikten sonra uzanmak reflüyü artırıyor

Yapılan hatalardan birinin de sahurda tok tutması için yenilen ağır hamur işlerinden uzak durulması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Reflü için en sakıncalı durum yemek yedikten sonra hemen yatmaktır. Çünkü yemek yedikten sonra yatma pozisyonuna geçilirse mide asidi yemek borusundan yukarıya doğru kaçabilir bu da çeşitli rahatsızlıklara yol açar. Kronik kabızlık çeken hastaların da çok dikkatli olması gerektiğini dile getiren Polat, “Bu hastalar yeterli su tüketimine ve lifli gıdalardan zengin yiyecekler seçmeye özen göstermeli. Ramazan ayını rahat atlatmak için iftarda zeytinyağlı bir sebze yemeği, sahurda ise bir kâse yoğurt içinde; kepek, yulaf, keten tohumu ve kayısı ya da erik kurusu tercih edebilirler” dedi.

Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, oruç tutmanın 8 faydasını sıraladı.

  1. Oruç tutmak; vücudu, yağları enerji kaynağı olarak kullanmaya zorlar bu da yağ yakımını hızlandırır. Kan şekerini dengeleyerek insülini düşüren oruç aynı zamanda, kandaki yağ değerlerini de olması gereken seviyeye çeker. İnsülinin düşmesi sonucu kolesterol da kontrol altına alınır.
  2. Oruç, insülin seviyesini düşürerek büyüme hormonlarının salgılanmasını da artırır.
  3. Tüm bu faydaların yanında kilo kontrolüne de yardımcı olarak kalbi güçlendirir ve kalp hastalıkları riskini azaltabilir.
  4. Oruç tutarken yemek yemeğe ayrılan süre kısıtlandığı için toplam kalori miktarı azalır ve kilo kaybı oluşur.
  5. Oruç, vücuttaki enflamasyonu azaltıcı özelliğe sahiptir.
  6. Oruç, vücudu dinlendirir ve hücrelerin yenilenmesini destekler bu da bağışıklık sistemini güçlendirir.
  7. Oruç tutmak manevi huzura katkı sağlayacağı için psikolojik olarak rahatlamayı destekler, stresi azaltır.
  8. Açlık ve susuzluğa dayanmak kişisel iradeyi güçlendirerek daha sabırlı biri olmaya katkı sağlar.

Böbrek sağlığı nasıl korunur?

Kanı süzerek atık maddeleri ve aşırı sıvıyı idrar aracılığıyla uzaklaştıran yani bir nevi vücudumuzun arıtma sistemi gibi çalışan böbrekler, vücut kimyasının dengesini koruyarak organların ahenk içinde çalışmasını sağlar. Böbreklerin vücudumuzun topyekûn sağlıklı bir şekilde ayakta kalabilmesi için hayati önem taşıdığını belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu, “Tansiyonu düzenleyen hormonlar böbreklerde üretilir, kalsiyum ve kemik metabolizmasını etkileyen D vitamini bu organlarda aktif hale gelir ve kan şekeri seviyesini kontrol eden insülin hormonunun fazlası yine burada yıkılır” dedi.

Türkiye’de 7 buçuk milyon böbrek hastası olduğunu göz önünde bulundurarak bu organların zarar görmesinin pek çok sıkıntıyı beraberinde getirebileceğini vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu, “Bu hastalarda kalp damar problemlerine de sık rastlanılır. Böbreklerin yapısal ya da işlevsel bozuklukları; kanlı idrar, yüksek tansiyon, el-ayaklarda veya yüzde şişlik ya da uyuşma, bulantı-kusma, nefes darlığı, kaşıntı, uyku bozukluğu, halsizlik-güçsüzlük, iştahsızlık, kilo kaybı ve bilinçte bozulma gibi sağlık sorunları ile kendisini gösterir” dedi.

Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu

Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu

Fazla kilo böbrekler için bir tehdit

Böbrek hastalıklarının çoğunun sinsi ilerlediğine dikkat çeken İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu, “Bu hastalıklar genellikle ileri evrelerde belirti verir. O nedenle; diyabetliler, hipertansiyon gibi kronik hastalıklara sahip kişiler, ailesinde böbrek hastalığı bulunanlar, romatolojik hastalıkları olan bireyler, onkolojik sorunlar nedeniyle tedavi gören hastalar, hemen her gün ağrı kesici kullananlar, böbrek taşı bulunanlar, prostat sorunu yaşayanlar, fazla kilolular ve yaşı 65 ya da üstünde olanlar herhangi bir şikâyeti olmasa bile böbrekleriyle ilgili kontrollerini sıkı tutmalı” açıklamasında bulundu.

Diyaliz veya böbrek nakli beşinci evrede gündeme geliyor

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde böbreklerde sorun yaratan başlıca 3 hastalığın diyabet, hipertansiyon ve glomerulonefritler olarak sıralandığını açıklayan Doç. Dr. Atasoyu, “Bu hastalıkların tanısı için kan ve idrar tahlillerinin yanı sıra ultrasonografi veya bilgisayarlı tomografi gibi radyolojik incelemeler ve nadir de olsa böbrek biyopsisi yapılır” dedi.

Böbreklerin ileri derecede zarar görmesi sonucu diyaliz tedavisine başvurulduğunu söyleyen Atasoyu, “Biriken atık maddeler ve fazla sıvı bu cihaz sayesinde vücuttan atılır. Ancak bu yöntem genellikle kronik böbrek hastalığının beşinci evresinde gündeme gelir. Türkiye’de diyalize giren ya da böbrek nakliyle yaşamını sürdüren yaklaşık 62 bin, diyalize girmese de 7 buçuk milyon böbrek hastasının olduğu biliniyor. Buradaki önemli nokta pek çoğunun bu durumun farkında bile olmaması” şeklinde konuştu.

İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu, böbrek sağlığı için dikkat edilmesi gerekenleri paylaştı.

  1. Hareketli bir yaşam sürümeli ve düzenli egzersiz yapılmalı.
  2. Kan şekeri ve tansiyon değerleri düzenli olarak takip edilmeli.
  3. Her gün mutlaka 2-2 buçuk litre arasında su içilmeli.
  4. Sigaradan uzak durulmalı.
  5. Fazla miktarda tuz damarlar üzerinde olumsuz etkiler yaratabileceği için tüketimi günde 5 gramı geçmemeli.
  6. Doktor tavsiyesi olmadan gelişi güzel ve sık ilaç kullanılmamalı.
  7. Dengeli beslenmeye özen gösterilmeli.
  8. Fazla kilolar verilmeli, obeziteden kaçınılmalı.

Sağlıklı iftar önerisi

Ramazan ayıyla birlikte oruç tutmanın genel sağlığa faydaları da gündeme geliyor. Dengeli ve düzenli bir beslenme planın yanı sıra yeterli fiziksel aktiviteyle birlikte geçen oruç sürecinin hem kilo kontrolüne yardımcı olduğunu hem de bağışıklık sistemini olumlu etkilediğini açıklayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek, “Oruç tutmanın faydalarından yararlanabilmek için göz önünde bulundurulması gereken ilk adım, oruç tutacak kişinin herhangi bir hastalığının olmamasıdır” dedi.

Bilinçli sürdürülmeyen orucun ise yarardan çok zarar getireceğinin altını çizen Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek, “Uzun süreli açlık sonrası hızlı ve ağır yemekler tüketmenin mide ve bağırsak rahatsızlıkları, sahur ve iftar arasında yeterli miktarda sıvı almamanın dehidrasyon, yetersiz ya da hatalı beslenmenin halsizlik ve tansiyon düşüklüğü gibi olumsuzluklara sebep olabileceği unutulmamalı” şeklinde konuştu.

Uzman Diyetisyen Tuba Örnek

Uzman Diyetisyen Tuba Örnek

  1. Gün boyu tok kalmayı sağlayan sebze, meyve, yulaf ezmesi ve tam tahıllı ekmekler gibi lifli besinler sahur sofrasında öncelikli olarak tercih edilmeli. Peynir, yumurta, yoğurt ve kefir gibi protein açısından zengin gıdaların da yeterli miktarda alındığından emin olunmalı.
  2. İftar yemeğine hurmayla başlamak hızlı enerji verdiği ve mideyi rahatlattığı için oldukça faydalı. Hurmanın ardından da çorba ile hafif bir başlangıç yapılmalı.
  3. Şeker ve krema içermeyen, kızartılmayan, yağ ve tuz oranı yüksek olmayan ana yemekler hazırlanmalı. Salam, sucuk ve sosis gibi işlenmiş gıdalardan uzak durulmalı.
  4. Yoğurt ve salata çeşitleri iftar sofrasında mutlaka yerini almalı.
  5. Yemek esnasında su tüketimi sindirimi zorlaştırabileceği için kısıtlanmalı, iftardan yaklaşık 1 saat sonra artırılmalı.
  6. Çay ve kahve gibi kafeinli içecekler vücutta sıvı kaybına yol açabileceği için aşırıya kaçılmadan tüketilmesine dikkat edilmeli.
  7. İftarın üstünden en az 2 saat geçmesi koşuluyla, tatlı veya atıştırmalık ihtiyacı için şerbetli seçenekler yerine süt ürünleriyle yapılmış tatlılara yönelinebilir. Tatlıya alternatif olarak meyve veya bir avuç kadar ceviz, fındık veya badem gibi kuru yemişler de tercih edilebilir.
  8. Herhangi bir sağlık problemi olmadığı sürece sahur öğünü kesinlikle atlanmamalı.
  9. Sindirimi kolaylaştırmak için yemekler yavaş ve iyi çiğnenmeli.
  10. Dehidrasyonun önlenmesi için sahur ve iftar arasında en az 2 litre su tüketilmeli.

Hamile diyabetlilerin oruç tutması riskli

Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabet, kan şekerini düzenleyen insülin hormonunun yeterince üretilmediği ya da üretilen bu insülinin vücutta kullanılamadığı durumlarda ortaya çıkıyor. Ramazan ayında özellikle diyabet hastalarının oruç tutmadan önce mutlaka doktorlarına danışmaları gerektiğini dile getiren Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Fulya Akın, “İnsülin takviyesi alanların oruç tutması, kan şekeri seviyesinde ciddi dalgalanmalara yol açabileceği için riskli olabilir” dedi.

Hamile ya da böbrek rahatsızlıklarına sahip hastalar için bu durumun daha kritik olduğunu vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Fulya Akın, “Kan şekeri dalgalanmaları anne ve bebek sağlığını tehlikeye atabileceğinden, uzun süre susuz kalmak da böbrek fonksiyonlarını kötüleştirebileceğinden hamilelik veya böbrek yetmezliği gibi durumlara sahip diyabetlilere oruç tutmayı önermiyoruz. Ek olarak böbrek hastalığı olan kişilerde şeker düşüklüğü eğiliminin fazla olduğu da bilinmeli” dedi.

Prof. Dr. Fulya Akın

Prof. Dr. Fulya Akın

Uzun süreli açlık diyabetliler için tehlikeli

Tip 1 ve kontrolsüz tip 2 diyabet hastalarının da oruç tutmamaları gerektiğini belirten Prof. Dr. Fulya Akın, “Tip 1’de insülin kullanılması zorunludur ve uzun süre aç kalmak da kan şekerinin çok düşmesine (hipoglisemi) ya da çok yükselmesine (hiperglisemi) yol açabilir. Ayrıca, diyabetin ciddi ve ölümcül bir komplikasyonu olan ketoasidoz adında tehlikeli bir durum da ortaya çıkabilir. Kontrolsüz Tip 2’de ise gün içinde sık sık kan şekeri düşüşü veya yükselmesi yaşanıyorsa ya da HbA1c değeri çok yüksekse aynı şekilde oruç tutulmamasında fayda var” ifadelerini kullandı.

Şerbetli tatlılar yerine sütlü alternatifler tercih edilebilir

Türkiye’de 2024 verileriyle 12 milyondan fazla diyabet hastası bulunduğunu dile getiren Prof. Dr. Fulya Akın, “Diyabetin erken aşaması olarak özetlenebilecek gizli şekerin de toplumda sıkça karşılaşıldığı bilinmeli. Bu rahatsızlığa sahip kişilerde yaygın olarak yemek sonrası halsizlik, uyku hali ve tatlıya düşkünlük gözlemlenir. Diyabete zemin hazırlayan bir başka rahatsızlık insülin direncine sahip kişilerin de şerbet gibi yoğun şeker içeren tatlılardan kaçınması çok önemli. Ağır tatlılar yerine sütlaç, güllaç, dondurma ve muhallebi gibi daha hafif alternatifler tercih edilebilir” dedi.

Bol su tüketmek kan şekeri seviyesini dengeliyor

Oruç tutan kişilerin beslenme düzenine ekstra önem vermesi gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Akın, “Ramazan ayı boyunca; yavaş sindirilen, uzun süre tok tutan, protein ve lif içeriği yüksek besinler tüketmeye dikkat edilmeli. İftar sofrası dengeli olmalı, ani kan şekeri yükselmelerini önlemek için hafif bir başlangıç yapılmalı ve ana yemek yavaş tüketilmeli. Beyaz ekmek, pizza, makarna ve pasta gibi rafine karbonhidratların aşırı tüketiminden kaçınılmalı. En önemlisi de iftar ve sahur arasında yeterli miktarda su tüketilmeli, bu sayede vücut susuz kalmaz ve kan şekeri dalgalanmaları önlenebilir” şeklinde konuştu.

Elektronik sigaranın verdiği zararlar…

Ölümcül tüm rahatsızlıkların başlıca nedeni olan sigara, bağımlılık özelliği sebebiyle milyonlarca insanın isteyip de kurtulamadığı bir alışkanlık. Sigaradan bir türlü kopamayanların da çözümü elektronik sigaralarda aradığını ifade eden Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Esra Sönmez, “Ancak elektronik sigaralar sanıldığı kadar zararsız değil. İçeriğindeki nikotin sebebiyle en az normal sigaralar kadar şiddetli bağımlılığa sebep olurken, akciğerde de çeşitli hasarlara yol açıyor” dedi.

Elektronik sigaraların buhar şeklinde solunum yoluyla akciğerlere ulaştığını açıklayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Esra Sönmez, “Bu ürünler aromatik katkı maddeleri dışında nikotin veya THC gibi yağda çözünen ve bağımlılık yapan maddeler içerir. Bu nedenle elektronik sigaraların hava yolları ve akciğer dokusunda yarattığı hasarlara ait bildirilen vaka sayısı her geçen gün hızla artıyor” şeklinde konuştu.

Dr. Esra Sönmez

Dr. Esra Sönmez

Elektronik sigaranın ilk hedefi gençler

Tüm dünyada e-sigara kullanımının önemli ölçüde yaygınlaştığını vurgulayan Dr. Esra Sönmez, “Elektronik sigara, aslında yine tütün endüstrisinin bir ürünüdür. Özellikle ana hedef kitlesini gençlerin oluşturduğu bu ürünün kullanımı endişe verici şekilde artmaya devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki lise öğrencilerinin yüzde 20’ye yakınının elektronik sigara kullandığı bildiriliyor. Öyle ki, yakın gelecekte e-sigara satışlarının normal sigara satışlarını geride bırakabileceği bile öngörülüyor” dedi.

Uzman Dr. Esra Sönmez elektronik sigaralarla ilgili 3 büyük doğru bilinen yanlışı sıraladı:

  1. Elektronik sigaralar zararsızdır: Elektronik sigaralar, diğer tütün ürünlerine kıyasla daha az toksik madde içerir ama kesinlikle masum değildir. Elektronik sigaralar akciğere direkt toksik etkiyle hasar verir ve ölüme yol açabilir. ABD merkezli Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri’nin (CDC) yayınladığı verilere göre 2020 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde elektronik sigaraya bağlı 2 bin 807 akciğer hasarı vakası bildirildi ve bu vakaların 68’i ölümle sonuçlandı.
  2. Elektronik sigaralar bağımlılık yapmaz: Elektronik sigaralar da normal sigaralar gibi nikotin içerdiği için bağımlılığa sebep olur.
  3. Elektronik sigaralar, içiciliği bitirmeye yardımcı olur: Elektronik sigara kullanarak bu alışkanlıktan kurtulmaya çalışanların kısa sürede sigaraya geri döndüğü gözlemlenmiştir. Bu sebeple de tütün bağımlılığı tedavisinde yeri yoktur. Tıp nezdinde kendini kanıtlamış tedavi yöntemleri hakkında bilgi almak için uzman bir sağlık kuruluşundan yardım alınabilir.

Gıda intoleransı anksiyete sebebi

Günümüzde giderek artan sağlık sorunlarının önemli nedenlerinden biri olan gıda intoleransı, sıklıkla gıda alerjisiyle karıştırılabiliyor. nin daha ani ve kısa sürede ortaya çıktığını, gıda intoleransının ise daha uzun süreçte kendini gösterdiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Laboratuvar Hizmetler Koordinatörü ve Klinik Biyokimya Direktörü Doç. Dr. Serkan Tapan, “Gıda hassasiyetinde belirtiler genellikle yavaşça oluşur ve birkaç saat ile birkaç gün arasında seyredebilir. Vücuttaki pek çok sistem bu durumdan etkilenebilir; hatta sinir sisteminin etkilenmesi anksiyeteye bile zemin hazırlayabilir” dedi.

Gıda intoleransı, vücudun bazı gıdalara karşı aşırı hassasiyet göstermesi olarak özetlenebilir. Bu durumun daha çok bir enzimin eksikliği ya da etkisizliğinden kaynaklandığını paylaşan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Laboratuvar Hizmetler Koordinatörü ve Klinik Biyokimya Direktörü Doç. Dr. Serkan Tapan, “Kişinin vücudunun tepki verdiği gıdayı tüketmeye devam etmesi, kronik enflamasyona ve ardından bazı semptomların alevlenmesine neden olabilir. Yumurta beyazı, bezelye, inek sütü, arpa, kazein, maya, agar agar, mısır ve gluten en çok gıda intoleransı gösterilen gıdalar arasında sayılabilir” açıklamasında bulundu.

Doç. Dr. Serkan Tapan

Doç. Dr. Serkan Tapan

Geçmeyen yorgunluğun sebebi gıda intoleransı olabilir

Gıda intoleransının sindirim, iskelet ve sinir sistemleri, cilt sağlığı ve metabolizma düzeni üzerinde çeşitli rahatsızlıklara yol açtığını hatırlatan Doç. Dr. Serkan Tapan, “Gıda hassasiyeti sindirim sisteminde karın ağrısı, şişkinlik, gaz, mide bulantısı, ishal veya kabızlığa neden olurken; dermatolojik olarak döküntü, kaşıntı, egzama ve kızarıklığa yol açıyor. Sinir sisteminde ise migren tarzı baş ağrıları, Alzheimer ve anksiyeteye sebep olurken; kas ve iskelet sisteminde eklem ağrıları, iltihaplanma ve kronik yorgunluk olarak ortaya çıkabiliyor. Bunlara ek olarak obezite, diyabet ve haşimato gibi metabolizma hastalıkları da gündeme gelebiliyor. Bu belirtilerin varlığında gıda duyarlılığından şüphelenilmeli ve zaman kaybetmeden bir sağlık uzmanına danışılmalı” önerisinde bulundu.

Kesin tanı için test önemli

Hastalığın eliminasyon diyeti aracılığıyla teşhis edilebildiğini belirten Tapan, “Bu diyet planı, kişide duyarlılığa sebep olabilecek gıdaların belirli sürelerle beslenme düzeninden çıkartılıp, sonrasında yavaş yavaş tekrar dahil edilerek vücut reaksiyonlarının gözlenmesidir. Bu tür bir diyet, bireylerde hangi yiyeceklerin bahsedilen semptomlara neden olduğunu belirlemeye yardımcı olur” şeklinde konuştu.

Ancak kesin tanının, ileri teknoloji mikroarray testleriyle konabildiğinin altını çizen Doç. Dr. Serkan Tapan, “Her sağlık merkezinde bulunmayan bu testlerin tecrübeli yerlerde, uzman hekimler kontrolünde yaptırılması kıymetli. Bu testler sayesinde hastadan kan örneği alındıktan sonra ortalama 10 gün içinde kesin sonuca ulaşılabiliyor” açıklamasında bulundu.

Tedavide multidisipliner yaklaşım şart

Kronik inflamatuar hastalığı ya da irritabl bağırsak sendromu gibi fonksiyonel sindirim sistemi bozukluğu olan kişilerde gıda intoleransının daha sık görüldüğünü paylaşan Tapan, “Tanı ve tedavide birden fazla uzmanlık alanının iş birliği gerekli. Rahatsızlığın çeşitli boyutları ve etkilerinden dolayı doğru tanı koyabilmek ve etkili tedavi yöntemleri geliştirebilmek için farklı alanlardaki profesyonellerin birlikte çalışması önemli” şeklinde konuştu.

Sağlıklı yeni yıl sofraları

Genellikle yeni bir yılı karşılarken, iştah açıcı sofralarda sevdiklerimizle bir araya gelmek, bir araya gelmişken de lezzetli yemeklerle kendimizi şımartmak isteriz. Yılbaşı gecesi masada geçirilen sürenin uzamasıyla bazı sindirim problemlerinin de ortaya çıkabileceğini hatırlatan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek, “Yılbaşı sofralarından bir anda kalkılmıyor, uzayan bir ziyafet süreci oluyor. Dolayısıyla besinleri iyi çiğneyerek yavaş tüketmek, bu süreyi daha iyi kullanmanızı sağlayarak sindiriminizi kolaylaştırır” dedi.

Herhangi bir sindirim sorunu yaşamadan, tüm geceyi keyifle geçirebilmek için hem sağlıklı hem de lezzetli menülerin imkânsız olmadığının altını çizen Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek, “Yeni yıl masasında ana yemek olarak ızgara veya fırın yöntemleriyle pişirilmiş hindi, tavuk, et ve balık düşünülebilir. Etin yanında garnitür olarak yine fırınlanmış rengarenk sebzelerle yemeğinizi zenginleştirilebilirsiniz. Ancak pilav, makarna veya börek gibi tahıllı ve unlu seçenekleri düşük porsiyonlarda tutmak önemli. Menüde illaki börek olacaksa; sebzeli ve fırında pişirilmiş olması nispeten iyi bir tercih” şeklinde konuştu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek

Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek

Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek, yılbaşı gecesi için 9 beslenme önerisinde bulundu:

  1. Meyvenizi gün içinde 1-2 adet tüketmiş olun. Yemekten sonraya ve özellikle geç saatlere bırakmayın.
  2. Yemeğe başlamadan yarım saat önce 2-3 çatal ev yapımı lahana turşusu veya 1 bardak suyun içine ev yapımı elma sirkesinden 1 yemek kaşığı karıştırılarak tüketilebilir. Bu sayede mide asidi dengelenir ve vücut sindirime hazır hale gelir.
  3. Yemeğe bir sebze çorbasıyla başlamak, ardından gelecek yemekleri daha yavaş tüketmenize yardımcı olur.
  4. Sindirim sistemine çok faydalı olan salatalar; kırmızı pancar, avokado ve turşuyla zenginleştirilebilir. Sebzelerin dışında nohut, fasulye ve yeşil mercimek ile de salata çeşitleri hazırlanabilir. En önemlisi sızma zeytinyağı, sirke ve limonu eksik etmemektir.
  5. Salatalarınızı, humus veya piyaz gibi bakliyatlarla yapılmış soğuk mezelerle de destekleyebilirsiniz. Ancak mayonezden uzak durarak sarımsaklı ve baharatlı süzme yoğurt ile karışımlar elde etmeye dikkat edin.
  6. İçecek olarak asitli ve şekerli içecekler önermiyoruz bunların yerine sade soda veya taze sıkılmış meyve suları tercih edebilirsiniz. Yemek esnasında sıvı alımı sindirimi güçleştirebileceği için alınan miktarlara da dikkat edilmeli.
  7. Antioksidanı bol olan bal kabağının az şekerli, tahinli ve cevizli olarak tatlısını yapabilirsiniz. Başka bir alternatif olarak da cennet / Trabzon hurmasıyla ceviz, yulaf ezmesi ve çok az da fıstık ezmesi veya tahini robottan geçirerek sağlıklı bir tatlı elde edebilirsiniz.
  8. İlerleyen saatlerde kuru yemiş, çay veya kahve oyalayıcı olabilir. Kuru yemiş olarak çiğ ceviz, fındık, badem, kabak çekirdeği içi en iyi seçenekler. Ek olarak lif bakımından zengin olan kestane, bağırsaklar ve kalp sağlığı için oldukça faydalı. Ancak her ne kadar sağlıklı atıştırmalıklar olsalar da 1 küçük kâseyi aşmamak önemli.
  9. Hem alınan kaloriyi yükselten hem de sindirim sistemini zorlayacak yağda kızartılmış, aşırı şekerli veya beyaz un içeriği yüksek olan yiyeceklerden kaçınılmalı.