Yazılar

Bu hatalar ‘kuru göz’ hastalığına zemin hazırlıyor!

Modern çağın yoğun ve stresli yaşam temposunda önemli bir göz sağlığı sorunu olan ‘kuru göz sendromu’ giderek yaygınlaşıyor. Kuru göz sendromunun yaşam kalitesini ciddi anlamda olumsuz etkilediğini, tedavi edilmediği takdirde göz yüzeyinde hasarlara ve kronik enfeksiyonlara neden olabildiğini belirten Acıbadem Maslak Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ümit Yaşar Güleser “Kuru göz sendromuna yol açan etkenler arasında; bazı yanlış alışkanlıklarımız ve çevresel faktörler büyük rol oynuyor. Örneğin; yapılan çalışmalarda, günde 6 ile 8 saatten fazla ekran karşısında kalan bireylerde, kuru göz belirtilerinin görülme sıklığının önemli oranda arttığı belirtiliyor” diyor. Bazı basit ama etkili önlemlerle göz sağlığının korunabileceğini ve kuru göz sendromunun yol açtığı şikayetlerin önlenebileceğini belirten Dr. Güleser 6 önlemi anlattı,  önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Son yıllarda “gözlerim sürekli yorgun”, “yanma ve batma hissediyorum”, “kaşınıp acıyor” gibi şikayetlerle göz polikliniklerine yapılan başvurularda artış yaşanıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ümit Yaşar Güleser hastaların şikayetlerini bazen de “gözlerimde kum tanesi varmış gibi hissediyorum” ya da “göz kapaklarımı açıp kapatmakta zorluk çekiyorum” şeklinde tarif ettiklerini belirterek “Kuru göz, gözyaşı üretimindeki yetersizlik veya gözyaşının hızlı buharlaşması sonucu göz yüzeyinde nem kaybının yaşandığı bir durumdur. Kuru gözde bazen gözyaşı akıntısı görülebilir ki bu, tahrişe bağlı olarak refleks mekanizmanın devreye girip gözyaşı üretimini artırmasından kaynaklanır. Hastalar bunu ‘yanma hissediyorum, ardından gözlerim sulanıyor’ şeklinde dile getiriyorlar” diyor.

Dr. Ümit Yaşar Güleser

Dr. Ümit Yaşar Güleser

Kuru göz sendromuna yol açan hatalar!

Kuru göz sendromunun ortaya çıkışında, günlük yaşam alışkanlıkları ve çevresel faktörlerin önemli rol oynadığını vurgulayan Dr. Ümit Yaşar Güleser “Teknolojik cihazlara olan bağımlılığın artması, uzun süre bilgisayar ekranı karşısında çalışmak, akıllı telefon ve tablet kullanımı gibi faktörler gözün doğal nem dengesini bozan davranışların başında geliyor. Yapılan çalışmalarda günde 6 ile 8 saatten fazla ekran karşısında kalan bireylerde, kuru göz belirtilerinin görülme sıklığının önemli oranda arttığı belirtilmektedir. Stres, dengesiz beslenme ve uyku düzensizlikleri gibi faktörler ile son yıllarda uzun süre maske kullanımının neden olduğu buharlaşma ve göz çevresindeki hava dolaşımının azalması gibi etkenler de kuru göz sendromu sıklığını artırmış durumdadır. Ayrıca klimalı ve havası kuru ortamlarda uzun süre vakit geçirmek, sigara dumanına maruz kalmak, yetersiz su tüketimi ve günümüzde yaygınlaşan kontakt lensleri uygun olmayan şekilde kullanmak da kuru göze neden olabilmektedir” diyor. Kuru göz sendromunun yaşam kalitesini ciddi anlamda olumsuz etkilediğini, tedavi edilmediği takdirde göz yüzeyinde hasarlara ve kronik enfeksiyonlara neden olabildiğini vurgulayan Dr. Güleser, tedavinin mutlaka doktorun önerisi doğrultusunda yapılması gerektiğini söylüyor.

Kuru Göz Sendromu’na karşı etkili önlemler

  • Ekran başında göz kırpma egzersizi yapın
    Uzun süre ekran karşısında kalmak, göz kırpma refleksinin azalmasına ve göz yüzeyinin kurumasına neden olur. Her 20 dakikada bir ekranınızdan uzağa bakarak 20 saniye boyunca gözlerinizi dinlendirin ve bilinçli olarak sık sık göz kırpın. Yapılan araştırmalar, bu basit alışkanlığın göz yüzeyi nemliliğini koruduğunu göstermiştir.
  • Ortam havasını nemlendirin

Kuru hava, göz yüzeyindeki gözyaşı buharlaşmasını hızlandırır. Özellikle klimalı ya da kaloriferli mekanlarda nemlendirici cihaz kullanarak nem dengesini ayarlayabilirsiniz. Saç  kurutma makinesi, klima ve vantilatörün de doğrudan gözlerinize hava üflememesine dikkat edin. Rüzgarlı havalarda dışarı çıkarken, gözlerinizi rüzgardan koruyun.

  • Yeterli su tüketin

Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ümit Yaşar Güleser “Gözyaşı üretimi vücudun su dengesiyle yakından ilişkili olduğundan, yeterli miktarda su tüketmek kuru göz riskini azaltabilir. Günlük 2-2.5 litre su tüketimi hem genel sağlığınızı hem de göz sağlığınızı destekler” diyor.

  • Doğru kontakt lens kullanımına dikkat edin

Kontakt lens kullanımında hijyen kurallarına mutlaka uyun, gece mutlaka çıkartın ve lenslerinizi önerilen süreden daha uzun takmayın. Aksi taktirde göz yüzeyinizin oksijenlenmesini azaltarak kurumasına hatta çok ciddi sorunlara yol açabilirsiniz. Ayrıca her kontakt lens her göze uygun olmadığı için hekiminizin tavsiye ettiği lensi kullanın.

  • Doktora danışmadan kullanmayın!

Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Güleser, suni gözyaşı damlaları ve jellerin, göz yüzeyinin nem dengesini sağlamada etkili bir çözüm sunduğunu belirterek “Koruyucu madde içermeyen damlalar, hassas gözler için daha uygundur. Ancak bu ürünleri kullanmadan önce mutlaka bir göz hastalıkları uzmanına danışmanız gerekir” diyor.

  • D vitaminine dikkat edin!

Balık, ceviz ve keten tohumu gibi Omega-3 yağ asitleri içeren besinler ile D vitamini gözyaşı üretimini destekleyerek kuru göz sendromunun yol açtığı şikayetleri hafifletebilir. Dr. Ümit Yaşar Güleser “Araştırmalar; D vitamini eksikliğinin kuru göz ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Bu nedenle düzenli kan testleri yaptırarak eksiklik durumunda takviye alınmalıdır” diyor.

Çocuğunuza ‘tencere yemeği’ yedirin!

Son günlerde çocukların kapısını en çok çalan hastalıklar arasında; üst solunum yolu enfeksiyonları, grip, bronşiolit, zatürre ve mide-bağırsak enfeksiyonları yer alıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Serap Sapmaz Deniz “Kış aylarında enfeksiyonların yaygınlaşmasında soğuk havadan ziyade; kapalı ve kalabalık mekanlarda uzun zaman geçirilmesi ve öksürük, hapşırık ya da konuşma esnasında ortama yayılan damlacıklarla virüslerin yüksek bulaş özelliği etkili oluyor. Bu nedenle çocukların bağışıklık sistemlerinin güçlendirilmesi kritik önem taşıyor” diyor. Ebeveynlerin bu noktada önemli bir hataya düşebildiklerini, çocuklarının bağışıklığının güçlenmesi için arkadaş çevresi ve internetten öğrendikleriyle gelişigüzel şekilde, doktora danışmadan, vitamin-mineral takviyeleri verebildiklerini belirten Dr. Deniz “Özellikle son dönemde, sosyal medyanın da etkisiyle, hekime danışılmadan ve gerekli tetkikler yaptırılmadan çocuklara vitamin ve mineral takviyeleri verildiğini görüyoruz. Oysa, gerekli testler yaptırılmadan, çocuğun ihtiyaçları tespit edilmeden verilen bu takviyeler büyük risk oluşturmaktadır” diyor. Çocukların bağışıklığını güçlendirmek için bazı basit ama etkili önlemler alınabileceğini vurgulayan Dr. Serap Sapmaz Deniz, o önlemleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Serap Sapmaz Deniz

Dr. Serap Sapmaz Deniz

  • Dişlerini düzenli fırçalama alışkanlığı kazandırın

Diş çürükleri ve ağız enfeksiyonları, bağışıklık sistemini olumsuz etkileyebiliyor. Bu nedenle  düzenli diş fırçalama alışkanlığı kazandırın, diş hekimi kontrollerini ihmal etmeyin. 8 yaşın altındaysa; dişlerini fırçaladıktan sonra özellikle arka dişleri ve dişlerinin arka yüzeyini siz de tekrar fırçalayın.

  • Aşılarının tam olmasına özen gösterin

Bağışıklığının güçlü olması için aşı takvimine uygun olarak tüm aşılarını yaptırdığınızdan emin olun. Grip aşısı yaptırarak da, kış aylarında sık görülen influenza enfeksiyonundan çocuğunuzu büyük ölçüde koruyabilirsiniz. Bağışıklık sistemini desteklemek ve vitamin-mineral eksikliği olup olmadığını tespit edebilmek için düzenli sağlık kontrollerine çok özen gösterin.

  • Tencere yemekleri ile besleyin

Dr. Serap Sapmaz Deniz “Son yıllarda çok sık tüketilen fast food ürünleri, yüksek miktarda şeker, tuz ve katkı maddeleri içerir. Bu maddeler tat duyusunda bağımlılık yapıcı özellikler taşıdığı gibi, bağışıklık sistemini zayıflatır. Ayrıca obezite, insülin direnci vb kronik sağlık sorunlarına yol açar. Bu nedenle mutlaka evde tencere yemekleri hazırlayın” diyor.

  • Omega-3 içeriği yüksek besinler yedirin

Güçlü bir bağışıklık sistemi için omega 3 içeriği yüksek besinler yedirin. Haftada iki kez balık yemeleri zihinsel gelişim ve kalp damar sağlığı için de büyük önem taşıyor. Ceviz, yumurta, et, ıspanak, brüksel lahanası ve semizotu gibi sebzeler de omega-3 içeriğine sahip olduğundan bu besinleri çocuğunuza tüketme alışkanlığı kazandırın.

  • Yeterli ve kaliteli uyumasına özen gösterin

Uyku, çocukların bağışıklık sistemi hücrelerinin yenilendiği, enerji depolandığı ve vücutlarının iyileştiği bir süreç olduğundan; okul öncesi çocukların 10-13 saat, okul çağında 9-12 saat, ergenlik döneminde de 8-10 saat uyumalarına özen gösterin. Uyku eksikliği; enfeksiyon riskini artırırken, bağışıklık sisteminin enfeksiyonlarla mücadele etme kapasitesini azaltıyor.

  • Spor yapmaya teşvik edin

Güçlü bir bağışıklık sistemi için fiziksel aktivite şart. Düzenli egzersiz, bağışıklık hücrelerini aktive ederek vücudu enfeksiyonlara karşı daha dirençli hale getiriyor. Çocuklar için yüzme, basketbol ve futbol gibi sporların ideal olacağını belirten Dr. Deniz, bisiklet sürme ve açık havada birlikte yapacağınız yürüyüşün de çok önemli olduğunu söylüyor.

  • El yıkama alışkanlığı kazandırın

El yıkama enfeksiyonların önlenmesinde kritik önem taşıyor. Bu nedenle çocuğunuza mutlaka el yıkama alışkanlığı kazandırın; yemeklerden önce ve sonra, tuvaletten çıkınca ve dışarıdan geldiğinde ellerini sabunla en az 20 saniye boyunca yıkamayı öğretin. Ayrıca öksürürken ya da hapşırırken ağzını elleriyle değil, dirseklerinin iç kısmıyla kapatmayı öğretin.

  • Gelişigüzel vitamin ve mineral takviyesinden kaçının!

Son dönemde vitamin ve mineral takviyelerinin kontrolsüz şekilde ve sık kullanıldığı, bunun çok ciddi tehlikelere yol açabildiğini vurgulayan Dr. Deniz “Gıda takviyesi ürünlerinin çoğu Sağlık Bakanlığı onaylı olmayıp denetimsiz kullanılmaktadır. Çocuğun ihtiyacı belirlenmeden yüksek doz vitamine maruz kalması karaciğer ve böbrek sorunları gibi ciddi hastalıklara yol açabilir. Ayrıca ilaçların etkisini azaltabilmekte, havale eşiğini düşürebilmekte ve kanama bozukluğuna yatkınlık oluşturma gibi risklere yol açabilmektedir” diyor.

  • Probiyotik içeriği yüksek gıdalar verin

Çocukların mevsim sebzeleri ve meyveleri başta olmak üzere tüm besin gruplarından yeterli ve dengeli şekilde tüketmeleri, gün içerisinde düzenli olarak su içmeyi alışkanlık haline getirmeleri güçlü bir bağışıklık sistemi için kilit rol oynuyor. Dr. Serap Sapmaz Deniz ayrıca tarhana, kefir, evde mayalanmış yoğurt, sarımsak ve soğan gibi probiyotik içeriği yüksek gıdaların da bağırsak mikrobiyatası ve bağışıklık için büyük önem taşıdığını söylüyor.

  • Bağışıklığını doğal desteklerle güçlendirin

Bağışıklık sistemini desteklemek için doğal karışımlardan da faydalanılabileceğini belirten Dr. Deniz “Ihlamur çayı, tarçın kabuğu ve birkaç damla limonla hazırlayacağınız bir karışım solunum yollarını rahatlatabileceği gibi, bir tatlı kaşığı bal ve rendelenmiş taze zencefil ile hazırlayacağınız karışım da bağışıklığını güçlendirmeye katkı sağlayacaktır. Ancak zencefil-bal karışımı 1 yaş altı çocuklara verilmemelidir. Ayrıca alerjik bünyelerde reaksiyona neden olabileceği için ilk kez denendiğinde küçük miktarla başlanmalı ve reaksiyon açısından çocuk gözlenmelidir” diyor.

Yarıyıl tatilinin dijital bağımlılığa dönüşmemesi mümkün!

Sömestir tatili, çocukların dinlenmesi, eğlenmesi ve gelişimlerini destekleyecek aktivitelerle zaman geçirmesi için önemli bir fırsat ancak pek çok anne-baba için “ya ekrandan başını kaldırmazsa!” endişesini de beraberinde getiriyor. Zira günümüzde dijital oyunlar çocukların başlıca eğlence kaynaklarından biri haline gelmekle birlikte bu oyunların aşırı kullanımı, çocukların sosyal, duygusal ve fiziksel gelişimlerini olumsuz etkileyebiliyor. Dijital oyun disiplini ve öğretici aktivitelerle zenginleştirilen bir sömestir programının, onların sadece tatil döneminde değil, uzun vadede de sağlıklı alışkanlıklar kazanmasına yardımcı olacağını, birlikte geçirilecek kaliteli zamanın, çocukların hem psikolojisini iyileştirmeye hem de aile içi bağları güçlendirmeye katkıda bulunacağını vurgulayan  Acıbadem Maslak Hastanesi Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan “Dijital oyun disiplini, çocuğun bağımsız karar alabilme becerisini geliştirmek için bir fırsattır. Bu nedenle ebeveynlerin, dijital oyun disiplini kazandırarak çocukların sağlıklı bir oyun alışkanlığı geliştirmelerine rehberlik etmeleri önemlidir. Aşırı kısıtlayıcı kurallar yerine, çocuğunuzla işbirliği yaparak orta yolu bulmaya çalışın” diyor. Tatilin tamamen kuralsız bir dönem anlamına gelmediğini belirten Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan yarıyıl tatilinde çocuklara hem dijital disiplin kazandırmanın 6 etkili yolunu hem de ailece eğlenceli ve verimli zaman geçirmeye katkı sağlayacak etkinlikleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan

Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan

  • Net kurallar belirleyin

Dijital oyun süresi için net bir zaman dilimi oluşturun. Bu süreyi çocuğun yaşına ve tatildeki diğer aktivitelerine göre belirleyebilirsiniz. Oyun oynayacağı saatleri birlikte önceden planlayarak da düzensiz kullanımın önüne geçebilirsiniz.

  • Alternatif aktiviteler sunun

Dijital oyunlara harcanan zamanın yerini dolduracak keyifli ve öğretici alternatifler sunun. Örneğin; spor, sanat etkinlikleri ya da ailece oynanan masa oyunları gibi etkinlikler çocukları motive eder.

  • Eğitim içerikli oyunları teşvik edin

Oynayacağı dijital oyunları birlikte seçerek; böylece yaşına uygun ve şiddet içermeyen, zihinsel gelişimini destekleyen ve öğrenmeyi eğlenceli hale getiren oyunlara yönlendirebilirsiniz. Bu işbirliğiniz, oyun süresini daha verimli hale getirir.

  • Oyunları birlikte oynayın

Çocuğun oynadığı oyunları birlikte deneyimleyerek hem eğlenceli vakit geçirebilir hem de oyun dünyasını anlamaya çalışabilirsiniz. Bu, çocukla iletişiminizi de güçlendirir.

  • Ekran kullanımı hakkında model olun

Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan “Çocuklar, ebeveynlerinin davranışlarını model alır. Bu nedenle sizin anne-baba olarak ekran karşısında geçirdiğiniz süreyi sınırlandırmanız, çocuğunuz için olumlu bir örnek oluşturur. Örneğin; kitap okumaya teşvik etmek için kitap okumanın önemini ne kadar anlatırsanız anlatın çocukta alışkanlık yaratamayabilir. Ancak sizin düzenli şekilde kitap okumanız durumunda çocuğunuzda da bir süre sonra kitap okuma isteği uyanacak ve kitap okuma alışkanlığı kazanmasına fayda sağlayacaktır” diyor.

  • Sürekli iletişimde kalın

Dijital oyunların, çocuğunuzun diğer alanlardaki işlevselliğini (akademik başarı, sosyal ilişkiler vb) nasıl etkilediği hakkında kendisiyle açıkça konuşun. Ona sorumluluk bilinci aşılamaya çalışın.

Sömestir tatilinde eğlenceli ve öğretici bir tatil için öneriler!

Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan ”Tatil, tamamen kuralsız bir dönem anlamına gelmemelidir. Belirli bir rutin, çocuğun hem rahatlamasını hem de tatil boyunca düzenli bir şekilde zamanını yönetmesini sağlar. Aynı zamanda sömestir tatilinde çocukla birlikte kaliteli zaman geçirmek, kendini daha değerli ve güvende hissetmesine olanak tanır, yeni döneme daha motive bir şekilde başlamasına yardımcı olur” diyor. Gürdoğan, anne-babaların sömestir tatilinde çocuklarıyla yapabilecekleri, onların fiziksel, psikolojik ve zihinsel gelişimlerini destekleyen önerilerini şöyle sıralıyor;

  • Birlikte doğa yürüyüşleri yaparak fiziksel aktiviteyi teşvik edebilir, çevre bilincini artırabilirsiniz.
  • İlgi alanına ve yaşına uygun kitaplar seçip birlikte okuma saatleri yaparak dil becerilerini geliştirebilirsiniz.
  • Resim yapmak ya da fotoğraf çekmek gibi aktiviteler de çocuğun kendini ifade etmesine fayda sağlayacaktır.
  • Ayrıca çocuğunuzla birlikte yemek yapmak hem eğlenceli hem de öğretici bir aktivite olacak, yaşına uygun vereceğiniz görevler özgüvenini artıracaktır.
  • Satranç, bulmaca, sudoku veya yapboz gibi oyunlarla da problem çözme becerilerini geliştirebilir ve bilişsel gelişimini destekleyebilirsiniz.

Diyabet hastaları dikkat! Bu hatalardan kaçının!

Son yıllarda görülme sıklığı hızla artan diyabet önemli bir halk sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Yapılan çalışmalar, ülkemizde her 8 kişiden birinin diyabet hastası olduğunu gösteriyor. Fonksiyonel Tıp çalışmaları yürüten Acıbadem Maslak Hastanesi Uzmanı Prof. Dr. İsmet Tamer, halk arasında ‘şeker hastalığı’ olarak bilinen diyabetin, özellikle sağlıksız yaşam alışkanlıkları nedeniyle günümüzde gençlerde hatta çocuklarda da yaygın hale geldiğini belirterek “Diyabetin ortaya çıkmasında genetik yatkınlığın yanı sıra sağlıksız beslenme, hareketsizlik ve obezite gibi faktörler de büyük rol oynamaktadır. Diyabet kontrol altına alınmadığında kalp ve damar hastalıklarından böbrek yetmezliğine dek birçok ciddi hastalığa yol açabildiğinden tedavide gecikilmemesi gerekir. Ancak tedavinin başarılı olması için sadece ilaç kullanımı yeterli değildir; bütüncül bir yaklaşım benimsenmelidir” diyor. Prof. Dr. İsmet Tamer diyabet hastalığında bütüncül yaklaşımın önemini ve diyabet hastalarına özel 5 yaşamsal önlemi anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Prof. Dr. İsmet Tamer

Prof. Dr. İsmet Tamer

  • Bu belirtileri gözden kaçırmayın!

Erken tanı diyabetin gözlerde, böbreklerde, sinirlerde ve kalpte yol açabileceği hasarlara karşı önlem alınmasını sağlar. Eğer aşırı susama, sık idrara çıkma, sürekli yorgunluk, bulanık görme ve kilo kaybı varsa mutlaka doktora görünmelisiniz. Ağız kuruluğu, ciltte kaşıntı ve kuruluk, ellerde ve ayaklarda karıncalanma da diyabete işaret edebilir. Ansızın uyku bastırması, canınızın sık sık tatlı çekmesi de henüz diyabet hastası olmasanız bile sizde büyük ihtimalle insülin direnci sorunu olduğunu gösterir. Bu nedenle mutlaka doktora danışmak gerekir.

  • Sağlıklı yaşam alışkanlıkları kazanın!

Karbonhidrat, yağ ve protein dengesini sağlayan sağlıklı bir beslenme planı, öğün saatlerinin düzenli olması kan şekerinin ani yükselip düşmesini engeller. Haftada en az 150 dakika orta yoğunlukta egzersiz yapmak (örneğin; gün aşırı 35-40 dk tempolu yürümek), stresi yönetmek, düzenli uyku kan şekerini kontrol altında tutmak için son derece önemlidir. Alkol ve sigaradan kaçınmak gerekir. Alkol yüksek kalori içerir ve tedavinizi aksatmasanız bile kan şekerinizin kontrolünü bozarak komplikasyonları hızlandırabilir. Kalp krizi, bacak atardamarlarında tıkanıklık ve beyin damar tıkanıklığı sonucu ortaya çıkan felç durumu sigara içen diyabet hastalarında daha sık ve daha şiddetli şekilde görülür.

  • Çok sık yapılan bu hatalardan kaçının!

Diyabet hastalarının bazı hatalara çok sık düştüğünü, bunun da hastalığın kontrolsüz şekilde ilerlemesine yol açtığını belirten Prof. Dr. İsmet Tamer “Örneğin; öğün atlayarak kilo vermeye çalışmak kan şekeri dengesini bozup diyabet yönetimini zorlaştırır. Hastaların kendilerini iyi hissettiklerinde, tatlı yemediklerinde ya da kan şekeri normal çıktığında ilaçları almayı ihmal etmesi de tedavide ciddi zorluklara yol açabilir. Sağlıklı beslenme alışkanlıklarına uymamak, fazla karbonhidrat tüketimi, sigara ve alkol kullanımı ile yeterli fiziksel aktivitenin yapılmaması da sık görülen yanlışlar arasındadır” diyor.

  • Tedavinizi aksatmayın!

Düzenli bir tedavi süreci, hastalığın ilerlemesini ve diyabete bağlı komplikasyonların ortaya çıkmasını önler. Tedavi aksatılırsa kan şekeri seviyeleri kontrolsüz şekilde yükselebilir. Bu da kalp-damar hastalıkları, böbrek yetmezliği, görme kaybı, sinir hasarı ve şeker koması gibi yaşamsal sorunlara yol açabilir. Bu nedenle tedavinin sürekliliği ve disiplinli olunması hayati önem taşır.

  • Sadece ilaca güvenmeyin!
    Fonksiyonel Tıp çalışmaları yürüten Prof. Dr. İsmet Tamer, diyabet tedavisinde sadece ilaç kullanımının yeterli olmadığını, bütüncül bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğini belirterek “Bütüncül yaklaşım; sağlıklı yaşam tarzı değişikliklerini, beslenme düzenini, fiziksel aktiviteyi ve düzenli doktor kontrollerini kapsar. Psikolojik desteğin de diyabet tedavisinde önemi büyüktür. Diyabet hastaları genellikle uzun süreli bir tedavi süreci ile karşı karşıya oldukları için stres ve depresyon riskleri yüksektir. Hastaların tedavi sürecine katılımı ve motivasyonu, bu sürecin başarısında kilit rol oynar. Gerekli hallerde psikolojik destek alınması da bütüncül tedavinin önemli bir parçasıdır.”

Erken evrede belirti vermediği için…

Acıbadem Maslak Hastanesi Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Ali Rıza Kural “Prostat kanseri erken evrede belirti vermediği için ailede kanser öyküsü varsa 40, yoksa 45 yaşından itibaren tarama testi önerilmektedir. En önemli tarama testi PSA denilen kan testidir. Bununla birlikte bazı saldırgan türde kanserler PSA az ürettikleri için parmakla rektal muayene de mutlaka yapılmalıdır. Tedavi aşamasında ise günümüzde robotik cerrahi yöntemi giderek daha çok tercih edilmektedir. Bu yöntemle komplikasyon oranları azalmakta, ameliyat süresi kısalmakta ve hasta daha çabuk iyileşmektedir. Robotik ameliyat sonrasında ise cinsel fonksiyon kaybı ve idrar kaçırma gibi sorunlar daha az görülmektedir” diyor. Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Ali Rıza Kural, Eylül ayı Prostat Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında, prostat kanseri hakkında en çok merak edilen 10 soruyu yanıtladı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Günümüzde her 7 erkekten birinde rastlanan prostat kanseri, 70 yaş üstündeki her 2 kişiden birinde görülüyor. Prostat kanseri erkeklerde kansere bağlı ölümler arasında 2. sırada yer alsa da erken tanı konulduğunda neredeyse tamamen tedavi edilebiliyor. Erken tanı için de düzenli olarak 40-45 yaşları itibarıyla üroloji muayenesi ve PSA testi yapılması gerekiyor.

Prof. Dr. Ali Rıza Kural

Prof. Dr. Ali Rıza Kural

SORU: Hangi belirtilerle ortaya çıkar?

CEVAP: Prostat kanseri erken evrede belirti vermez. Lokal ileri evre yani bulunduğu yerde büyüyüp çapı birkaç cm’yi geçen kanser varlığı halinde idrar yolunu tıkamaya başlar ve hastalar zor idrar yaptıklarını ifade eder. Ender de olsa idrarda yanma, meniden kan gelmesi gibi şikayetler de görülebilir. Prostat kanseri kemiklere yayılmış yani metastaz yapmışsa o zaman da hastalar sırt, bel bölgesi, kalça ve bacaklarda ağrı şikayetleriyle hekime başvururlar.

SORU: En önemli risk faktörleri nelerdir?

CEVAP: Çalışmalar hastaların yaklaşık yüzde 10’unda kalıtsal faktörlerin rol oynadığını göstermektedir. Anne ve babadan gelen bazı genlerin mutasyona yani değişime uğraması, prostat kanseri riskini artırabilir. Genetik mutasyon, sigara, obezite ya da ultraviyole ışınlarına maruz kalma gibi çevresel faktörlere bağlı olarak sonradan da gelişebilir. Bu nedenle ailede meme kanseri, kolorektal kanser, over kanseri, pankreas kanseri ve prostat kanseri olup olmadığı iyice sorgulanmalıdır.

SORU: Kimler, ne zaman tarama testi yaptırmalı?

CEVAP: Ailesinde meme kanseri, kolorektal kanser, over kanseri, pankreas kanseri ve prostat kanseri öyküsü olanların tarama testlerine 40 yaşından itibaren; olmayanların ise 45 yaşından itibaren başlamaları gerektiğini belirten Prof. Dr. Ali Rıza Kural “Yaş ilerledikçe prostat kanseri görülme sıklığı artmaktadır. Hastaların yüzde 60’ını 65 yaş ve üzerindeki yaş grubu oluşturmaktadır. Prostat kanseri gelişme riski, ailede bir kişide bu hastalık varsa 2 kat; ailede iki kişide varsa 4 kat artmaktadır” diyor.

SORU: Erken tanının önemi nedir?

CEVAP: Prostat kanseri erken teşhis edilirse neredeyse tamamen tedavi edilebilir. Bunun için de tarama testleri büyük önem taşımaktadır. Prostat Spesifik Antijen (PSA) olarak bilinen kan testi, en önemli tarama testi olarak kabul görmektedir. Ayrıca günümüzde BRCA 1, BRCA 2 genetik testlerle ailesel riski olan hastalarda genetik mutasyon olup olmadığı saptanabilmektedir.

SORU: Hangi tarama testleri yapılabilir?

CEVAP: En önemli tarama testinin Prostat Spesifik Antijen (PBA) olarak bilinen kan testi olduğunu belirten Prof. Dr. Kural şöyle konuşuyor: “PSA değerlerinin yüksek olması kesin kanser anlamına gelmediği gibi düşük bulunması da kanserin olmadığı anlamına gelmez. PSA Velocity (Psa Değerinin yıllık artış hızı ), f/t PSA yani serbest PSA’nın total PSA’ya oranı, 4K testi, idrarda PCa 3 testi, Phi skoru testi gibi yüzde yüz sonuç vermeyen ancak anormal olduğunda şüphemizi artıran testler de vardır. Şüphe arttığında Multiparametrik Prostat MR’ı çekilmeli ve ardından gerekli görülürse MR görüntüleri eşliğinde Prostat Biyopsisi- MR-TRUS füzyon biyopsi yapılmalıdır.”

Acıbadem Maslak Hastanesi

SORU: Parmakla muayene yapılması şart mı?

CEVAP: PSA değerlerine baktırmak önemli olsa da PSA üretmeyen veya az üreten saldırgan kanser tiplerini de araştırmak gerekiyor. Parmakla muayenenin önemini vurgulayan Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Ali Rıza Kural “Ayrıca PSA kanserden başka nedenlerle de yükselebildiği için parmakla prostat muayenesi büyük önem taşır. PSA değeri ne olursa olsun parmakla muayenede sertlik bulunması prostat kanseri şüphesi oluşturur” diyor.

SORU: Kanser tanısı konulduğunda ne yapılmalı?

CEVAP: Hastalığın “Klinik Önemli” mi “Klinik Önemsiz” mi olduğuna bakmak gerekiyor. Patologlar, biyopsi materyalini inceleyerek tümörün saldırganlık derecesine göre “Gleason skoru” denilen bir sonuç verirler. Gleason skoru düşük ve tümör uzunluğu da küçük ise yani “Klinik Önemsiz Prostat Kanseri” ise aralıklı PSA kontrolü ile takip yani Aktif İzlem önerilir. Gleason skor yüksekse yani “Klinik Önemli Prostat Kanseri” saptanırsa tedaviden önce sadece prostat kanserinde kullanılan ve hastalığın evresi hakkında bilgi veren “Ga 68 PSMA pet” taraması yapılmalıdır.

SORU: Nasıl tedavi ediliyor?

CEVAP: Prostat kanseri organa sınırlıysa ve hastanın yaşı, genel sağlık durumu uygunsa en geçerli tedavi yöntemi cerrahidir. Radikal Prostatektomi denilen ameliyatta prostatla birlikte meni keseleri ve bölgesel lenf düğümleri çıkartılır. Prostatın her iki tarafında yerleşik sinir-damar demetleri korunarak ameliyat sonrası ereksiyonun devam etmesi sağlanabilir. Geçici idrar kaçırma olsa da 4-6 hafta içerisinde düzelir. Hastanın sağlık koşulları ameliyat için uygun değilse veya hasta ameliyat istemiyorsa radyoterapi yani ışın tedavisi uygulanabilir. Hastalık ileri evrede ise vücuttaki erkeklik hormonunu baskılayan hormon tedavisi veya kemoterapi uygulanmaktadır. Bazı hastalarda da sadece tümörlü bölgenin tedavi edildiği “Fokal Tedavi” yöntemine başvurulabilir. Bu tedavilerde ilk 2 yılda nüks oranları yüzde 25 civarındadır.

SORU: Robotik cerrahinin açık ameliyattan farkı nedir?

CEVAP: Açık ameliyatın geç iyileşme, uzun süre hastanede kalma, enfeksiyon riski ve büyük yara izi gibi dezavantajları olduğunu belirten Prof. Dr. Ali Rıza Kural “Robotik cerrahide Da Vinci adlı robot, konsol cerrahı tarafından kullanılmaktadır. Robot enstrümanlarının 7 derece serbest hareket kabiliyeti, eldeki en ufak titremenin aletlere iletilmesini engelleyen sistemin varlığı, görüntünün 12 misli büyük ve 3 boyutlu olarak konsola iletilmesi ameliyatı çok hassas ve çok az bir kan kaybıyla yapmamıza imkan verir. Bunun sonucu olarak da açık cerrahiye oranla daha hızlı bir iyileşme sağlanrken kan transfüzyonuna çok düşük oranda (yüzde 1’den az) gerek duyulur. İdrar tutmanın geri dönüş süresi ve oranları, ereksiyon geri dönüş süresi ve oranları açık ameliyata oranla daha iyidir” diyor.

SORU: Prostat kanserinden korunmak mümkün mü?

CEVAP: Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Ali Rıza Kural bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Prostat kanserinden korunmak için süt ve süt ürünlerinin fazla tüketilmemesi, aşırı derecede kalsiyum alınmaması önerilmektedir. Ayrıca obezitenin de prostat kanseri riskini artırdığı belirtilmektedir. Bunun yanı sıra düzenli egzersiz yapılması, bol sıvı tüketilmesi, D vitamini kullanılması, sigara içilmemesi, içenlerin de bırakması tavsiye edilmektedir. Aşırı miktarda E vitamini alınmasının veya Folik asit kullanımının da prostat kanseri riskini artırdığı bilinmektedir.”

Sıcak çarpmasına bağlı ölüm oranları giderek artıyor!

Anne babaların “Aman güneşin altında durma, şapka tak, öğlen sıcağında evden çıkma, güneş kremi sür” uyarıları, yaz aylarının giderek daha da sıcak geçtiği günümüzde daha da anlamlı bir hale geliyor. Üstelik sadece bebek ve çocuklar değil, özellikle kronik hastalıkları olanlar ve ileri yaştaki kişiler “sıcak çarpması” tehdidiyle daha fazla karşı karşıya kalıyor. Sıcak çarpmasına karşı alınacak başlıca önlemler ise “Günün en sıcak saatlerini gölge ve serin ortamda geçirmek, bol su içmek, hafif ve rahat giysiler giymek” olarak sıralanıyor. Yüksek sıcaklıklarda vücudun ısı düzenleme mekanizmalarının yetersiz kalarak aşırı ısınmasına “sıcak çarpması” denildiğini belirten Acıbadem Maslak Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Kayra Aydoğan Taşcı “Yaz sıcaklarında vücudun kendini soğutmaya çalışırken maruz kaldığı baskı; kalp ile diyabet gibi hastalıkların kötüleşmesine, felce ve böbrek hasarına yol açabiliyor. Sıcak çarpması şiddetli tablolarda ölümcül de olabiliyor. Dolayısıyla yüksek vücut ısısı, aşırı terleme, kafa karışıklığı, konuşma bozukluğu, sersemlik hissi, artmış kalp hızı, baş ağrısı ve baş dönmesi gibi belirtilerde zaman kaybetmeden sağlık kuruluşuna başvurulması yaşamsal öneme sahip. Sıcak çarpması tedavisinde vücut sıcaklığını mümkün olan en kısa sürede normal seviyelere indirmek; beyin, kalp ile böbrekler gibi hayati organların fonksiyonlarını korumak ve hasarı önlemek hedefleniyor” diyor.

Dr. Kayra Aydoğan Taşcı

Dr. Kayra Aydoğan Taşcı

Çocuk ve yaşlılarda sıcak çarpması riski artıyor!

Küresel sıcaklıkların ve nemin artması nedeniyle 65 yaş üstü kişilerde sıcağa bağlı ölümlerin geçtiğimiz yıllarda yüzde 85 oranında arttığı belirtiliyor. Bu nedenle ciddi bir sağlık sorunu olan sıcak çarpmasında, erken tanı ve acil müdahale büyük önem taşıyor. Vücudun ısı dengeleme ve terleme mekanizması çocuklarda henüz gelişmediği; yaşlılarda ise zayıfladığı için bu gruplar ile kalp hastalığı, yüksek tansiyon, diyabet ve obezite gibi kronik hastalıkları olan bireyler daha fazla risk altında oluyor. Sıcak havalarda efor sarf eden, açık havada çalışan, seyahat yoluyla sıcak havaya aniden maruz kalan kişilerin yanı sıra kan damarlarını daraltan, adrenalini bloke ederek kan basıncını düzenleyen, vücuttaki sodyum ve suyu atan veya psikiyatrik semptomları azaltan ilaçlar kullanan kişilerin de sıcağa karşı daha fazla önlem almaları gerekiyor.

SICAK ÇARPMASINA KARŞI 5 KRİTİK ÖNLEM!

Sıcak çarpmasını önlemenin tedaviden daha etkili olduğunun altını çizen İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Kayra Aydoğan Taşcı, gündelik hayatta alınabilecek bir dizi önlem sıralıyor. İşte o önlemler:

Bu saatler arasında sokağa çıkmayın!

Güneşin etkisinin yoğun olduğu öğle saatlerinde dışarı çıkmaktan kaçının. Çok sıcak havalarda 11.00 – 16.00 saatleri sıcağa maruz kalma açısından en tehlikeli saatlerdir. Günün bu en sıcak kısmını kapalı alan aktiviteleriniz ve dinlenmeniz için kullanın.

Hafif, açık renkli ve bol kıyafetler giyin

Koyu renkli ve kalın veya üzerinize sıkı oturan giysiler vücudunuzun düzgün bir şekilde soğumasına izin vermez. Koyu renkler güneş ışığından gelen ısıyı emer, açık renkler ise yansıtır. Dolayısıyla hafif, açık renkli ve bol giysiler giymeyi alışkanlık edinin. Nefes alabilen kumaşlardan yapılmış, dışarıdayken içinde rahat edeceğiniz türden giysiler seçin. Bebek ve çocuklar daha az terledikleri için aşırı ısınma riski altında oluyorlar, bu da sıcakta serinleme yeteneklerini sınırlıyor. Bu nedenle özellikle sıcak havalarda bebekleri aşırı giydirmemeye dikkat edin.

Sıcak havalarda yorucu aktivitelerden kaçının!  

Sıcak havalarda asla yorucu aktiviteler yapmayın. Egzersiz veya fiziksel çalışmayı sabahın erken saatleri veya akşam gibi günün daha serin saatlerinde planlamaya çalışın. Sıcak havalarda yorucu aktivitelerden kaçınamıyorsanız, bol sıvı tüketin ve serin bir yerde sık sık dinlenin.

Bol bol su tüketin

İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Kayra Aydoğan Taşcı, sıcak çarpmasından korunmak için bol miktarda su içmeniz gerektiğine dikkat çekerek, “Susuz kalmamak vücudunuzun terlemesine ve normal vücut ısısını korumasına yardımcı olacaktır. Özellikle sıcak havalarda egzersiz sırasında yeterli su alımına dikkat edin. Her gün 2 – 2.5 litre su içmeyi de asla ihmal etmeyin” diyor.

Güneş kremini her iki saatte bir yenileyin

Güneş yanığına karşı korunun. Zira, güneş yanığı vücudun kendini soğutma yeteneğini etkiliyor. Bu nedenle açık havada; geniş kenarlı bir şapka, güneş gözlüğü ve yüksek SPF’li güneş kremiyle kendinizi koruyun. Güneş kremini bolca ve her iki saatte bir sürün. Eğer yüzüyor veya terliyorsanız, kremi daha sık uygulayın.

 Bu belirtilerde zaman kaybetmeyin!

  • Yüksek vücut ısısı
  • Artan kalp hızı
  • Baş ağrısı ve baş dönmesi
  • Mide bulantısı
  • Kas krampları
  • Susama hissinde artış
  • Aşırı terleme
  • Kafa karışıklığı
  • Zihinsel durum değişikliği
  • Konuşma bozukluğu
  • Sersemlik ve huzursuzluk hissi

Spor öncesinde karbonhidrat, sonrasında protein şart!

Aşırı sıcaklardan bunalıp kendimizi denizin serin sularına bıraktığımızda… Kumsalda plaj voleybolu oynarken… Evimizin çevresinde veya doğada koşarken… Basketbol ile futbol heyecanını yaşarken… Yaz aylarında havaların güzel olmasını fırsat bilerek yaptığımız sporda bazı kurallara uymamız şart! Çünkü önemsemediğimiz hatalarımız spor sakatlanmalarına yol açarak mutluluğumuza gölge düşürebiliyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı, spor sakatlıklarının yaz mevsiminde daha sık görüldüğüne dikkat çekerek, “Genellikle hareketsiz geçen kışın ardından havaların güzel olması nedeniyle yaz aylarında daha fazla spor yapılmaktadır. Ayrıca tatil öncesinde hızla kilo verme ve fit olma isteği kişileri kısa sürede yüksek kalori yakımını sağlayan sporlara yöneltmektedir. Ancak bilinçsizce yapılan spor sakatlıklara adeta davetiye çıkarmaktadır. Bu sakatlıklar basit kas ve tendon yaralanmalarının yanı sıra  aşil tendonu, menisküs yırtığı ve çapraz bağ yaralanmaları gibi ciddi sorunlar da olabilir” diyor.

Prof. Dr. Metin Uzun

Prof. Dr. Metin Uzun

Bu 3 kural çok önemli!

Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Metin Uzun, alınacak olan bazı basit önlemlerle sakatlıkların büyük oranda önlenebileceğine işaret ederek, “Sakatlıklara karşı dikkat edilmesi gereken en önemli  3 kural ise; spor öncesinde esneme-ısınma egzersizleri yapmak, spor sırasında tüketilen su miktarına dikkat etmek ve spor sonrasında tekrar esneme hareketleri yapmaktır” diye konuşuyor. Prof. Dr. Metin Uzun, spor sakatlıklarını önlemede doğru beslenmenin de önem taşıdığını belirterek, “Beslenme alışkanlıkları da dikkat edilmesi gereken durumlardan birisidir. Spor öncesinde karbonhidrat, spor sonrasında protein tüketimi hem sakatlanma riskini azaltır hem de fiziksel olarak istediğimiz kapasiteye ulaşmamıza yardımcı olur. Bu nedenle spora başlamadan 1-2 saat önce glisemik indeksi düşük esmer pirinç ya da kepekli makarna gibi karbonhidrat içeren besinler; sonrasında da tavuk, kırmızı et veya balık gibi protein içeren besinler tüketilmelidir” diyor.

Azar azar ama çok miktarda su için!

Spor sırasında sakatlanma riskine karşı su tüketimine de çok dikkat etmek gerekiyor. Zira spor sırasında hızla kilo vermek amacıyla su tüketimini azaltmak; beyine ve kaslara giden kan miktarını azalttığı için sakatlanma riski daha çok artıyor. Yazın artan sıcaklık ve nem nedeniyle sıvı kaybının artış gösterdiğini vurgulayan Ortopedi ve Travmatoloj Uzmanı Prof. Dr. Metin Uzun, bu nedenle normalde tükettiğinizden daha fazla  sıvı almanız gerektiği uyarısında bulunarak, “Özellikle spor esnasında azar azar ama çok miktarda su tüketilmelidir. Bunu kabaca şöyle hesaplayabiliriz: Spor öncesindeki kilo ile spor sonrasında kilo aynı olmalı. Arada oluşan fark, tüketilmesi gereken sıvı miktarıdır” diyor.

YAZ AYLARINDA EN SIK GÖRÜLEN 3 SPOR SAKATLANMASI!

Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Metin Uzun, yaz aylarında spor yaparken en sık oluşan 3 sakatlanmayı anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

TENDON YARALANMASI 

Kasları kemiğe bağlayan sert yapılar “tendon” olarak adlandırılıyor. Tendonlar çok güçlü yapılar olmakla beraber; en sık ani yapılan hareketler sırasında yaralanabiliyor. Biceps tendonu ve aşil tendonu en çok yaralanan tendonlar arasında yer alıyor. Prof. Dr. Metin Uzun,  tendon yaralanmalarının her yaşta ve düzenli spor yapan herkeste gelişebileceğine işaret ederek, “Tendon yaralanmaları genellikle spor öncesinde yeterli esneme ve ısınma hareketi yapmayanlar veya spor sırasında yorulmalarına rağmen ‘Son anlar  veya son tekrarlar, nasıl olsa bir şey olmaz’ diyerek devam eden kişilerde, spor sonunda oluşur” diyor.  Prof. Dr. Metin Uzun, aniden gelişen ağrı ve bacaklardaki şekil bozukluğunun tendon yaralanmalarının ilk belirtileri olduğunu vurgulayarak, “Özellikle aşil tendonu kopan kişiler sıkıntılarını ‘Biri ayağıma vurdu’ veya ‘Taş attılar zannettim, etrafıma baktım ne taş vardı ve ne de birisi’ şeklinde tanımlarlar” bilgisini veriyor.

Nasıl tedavi ediliyor? Ameliyat tendon yaralanmalarının tek tedavisini oluşturuyor.  Artroskopik yöntemle yapılan ameliyatın ardından iyileşme süresinin sakatlığın bulunduğu bölgeye göre 6 hafta ile 3 ay arasında değiştiğini belirten Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Metin Uzun, “Aşil tendon yaralanmalarında bu sürenin ilk 3 haftası evde istirahat ile geçmektedir. Hastalar 3. haftadan sonra desteksiz yürüyebilir hale gelirler” diyor.

Önlemek için:  Spor öncesinde ve sonrasında esneme hareketleri yapmayı alışkanlık edinin.

MENİSKÜS VE ÖN ÇAPRAZ BAĞ YIRTIĞI

Diz yaralanmaları, spor yaparken en sık görülen ve en ciddi yaralanmaları oluşturuyor. Sıklıkla dizin etrafında dönerek yapılan sporlar olan; tenis, futbol, basketbol ve dövüş sporları gibi branşlarda gelişiyor. Dizden başlayan ani ağrı ve ses gelmesi, bazı durumlarda dizde oluşan şişlik ile ayağın üzerine basamama, bu sorunlarda yaygın görülen belirtilerden.

Nasıl tedavi ediliyor? Menisküs yırtıklarının bir kısmı ameliyatsız tedavi edilebilmekle beraber, çapraz bağ yaralanmalarında sıklıkla ameliyata başvuruluyor. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Metin Uzun,  bu sakatlıklarda ameliyatların artroskopik yöntemle yapıldığını belirterek, “Tedavi sonrasında sosyal hayata dönüş 10 gün sürmekle beraber; iş hayatına dönüş için en az 3 haftalık bir süreye ihtiyaç duyulmaktadır” diye konuşuyor.

Önlemek için: Spor öncesinde denge egzersizleri ve bol esneme hareketi yapmayı ihmal etmeyin.

AYAK BİLEĞİ YARALANMALARI

Genellikle uygun zeminde ve doğru ayakkabı ile yapılmayan sporlarda ayak bileği burkulabiliyor.  Prof. Dr. Metin Uzun, ayak bileğindeki burkulma sonrasında; bağ kopması, tendon çevresinde ödemler, kırıklar veya stres kırıkları gelişebildiğini belirterek, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu sorunlar ani oluşan ayak bileği burkulması sonrasında görülen yaralanmalar veya spora hızlı başlayıp ayak bileğine ani ve hızlı yüklenmeler sonucunda oluşurlar. Özellikle, genelde spor yapmayan kişilerin aniden spora başlayıp; hareketleri çok sık ve çok tekrar etmeleri nedeniyle ortaya çıkan stres kırıklarına dikkat etmek gerekir. Zira, stres kırıklarında sosyal hayata çok kısa sürede dönüş olmakla beraber; spor hayatına dönüş ise çok uzun süreçli olmaktadır.”

Nasıl tedavi ediliyor?  Basit yaralanmalarda bir bileklik ile 3 hafta dinlendirmek iyileşmeye yeterli geliyor. Prof. Dr. Metin Uzun, “Ancak yaralanma şiddetti arttıkça bu sürenin sonunda 3 haftalık bir fizik tedavi süreci gerekebilir. Ağır yaralanma geçirenler ise ameliyat edilerek, 3 hafta dinlendirilir. Sonrasında fizik tedaviye başlanır. Günlük hayata dönebilmek 6 hafta sürerken, spor hayatına dönüş 3 aylık bir süreç almaktadır” bilgisini veriyor.

Önlemek için: Sporu doğru sahada ve uygun spor ayakkabısıyla yapmaya özen gösterin. Temponuzu her gün yavaş yavaş artırın.  Riskli sporlarda gerekirse tabanlık ve bileklik gibi destek ekipmanları kullanmayı alışkanlık edinin.

6 adımda spor sakatlanmalarını önleyin!

Size uygun olan sporu, doğru alanda ve ekipmanlar ile yapın.

Spor için nem ve sıcaklığın en yüksek olduğu saatleri değil, daha çok sabah veya akşam saatlerini tercih edin.

Sporu aç karnına yapmayın. En az bir saat öncesinde enerji vermesi nedeniyle sağlıklı karbonhidrat; spor sonrasında ise kas yıkımını önlemek için protein tüketmeyi alışkanlık edinin.

Spor sırasında azar azar; ama çok su içmeyi asla ihmal etmeyin.

Spor öncesinde ısınma, sonrasında ise esneme hareketlerini yapmaya özen gösterin.

Spora ani ve hızlı giriş yapmayın; temponuzu her gün yavaş yavaş artırın.

Bastıran sıcaklarda imdada yetişiyor, ama!

Bastıran sıcaklarda imdada yetişiyor, ama!

Bastıran yaz sıcaklarında klimalar hem evde hem araçta hem de ofiste adeta imdadımıza yetişiyor. Öyle ki ‘serinleyeceğim’ derken çoğu zaman yol açabileceği riskleri önemsemeyebiliyoruz. Ancak dikkat! Acıbadem Maslak Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Gülcihan Özkan, klimaların yanlış ve bilinçsiz kullanımının soğuk algınlığı ve gripten klima zatürresine (lejyoner hastalığı) dek birçok ciddi akciğer enfeksiyonuna yol açabildiğini vurguluyor. Prof. Dr. Özkan, yaz aylarının masum görülen vazgeçilmezi klimaların yol açabileceği hastalıkları ve serinlerken hasta olmamak için alınması gereken 8 önlemi anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Bunaltıcı yaz sıcakları adeta nefes aldırmazken, pek çoğumuz anı kurtarmanın isteğiyle ‘yeter ki serinleyeyim gerisi boş’ diyor ve klimayı en soğuk dereceye getirmekten kaçınmıyoruz. Üstüne bir de “Ohh dünya varmış, nasıl da güzel geldi!” diyoruz ama dikkat! Zira dayanılmaz sıcakların ‘kurtarıcısı’ klimaların bilinçsiz kullanımı yüz felci ve boyun/sırt ağrılarından çok ciddi akciğer hastalıklarına dek birçok tehlikeye zemin hazırlayabiliyor! Acıbadem Maslak Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Gülcihan Özkan, özellikle son günlerde klimaya doğrudan maruz kalınması ve çok soğuk ortamlarda bulunulmaktan kaçınılmaması nedeniyle klima hastalıklarının arttığını belirterek “Klima çalışırken doğrudan karşısında durmamak, sıcaklık ayarına dikkat etmek, filtrelerini düzenli değiştirmek gibi bazı kurallara uymaya mutlaka dikkat etmek gerekir. Aksi taktirde sağlık açısından çok tehlikeli olabiliyor” diyor.

Prof. Dr. Gülcihan Özkan

Prof. Dr. Gülcihan Özkan

Soğuk algınlığından Klima zatürresine!

Prof. Dr. Gülcihan Özkan klimaların yanlış kullanımının yol açabileceği hastalıkları şöyle sıralıyor;

  • Soğuk algınlığı ve grip: Burun akıntısı, burun tıkanıklığı ve kısa süreli boğaz ağrısının görüldüğü soğuk algınlığının yanı sıra klimaların bilinçsizce kullanımı gribal enfeksiyonlara da yol açabiliyor. Boğaz ağrısı, öksürük, baş ağrısı, hafif/yüksek ateş gibi şikayetlere neden olan grip bulaşıcı etkisiyle diğer kişilere de geçebiliyor. Ayrıca klima aynı ortamda bulunan kişilerde bulaş etkisini de artırıyor.
  • Klima zatürresi (Lejyoner hastalığı): Halk arasında klima zatürresi olarak da bilinen; yaygın vücut ağrısı, yüksek ateş, baş ağrısı, mide bulantısı ve ishal ile seyredebilen Lejyoner hastalığına Legionella pneumophila isimli bakteri yol açıyor. Klima zatürresi (Lejyoner hastalığı) tedavi edilmez ise solunum yetmezliği ve septik şoka neden olabiliyor. Bu nedenle mutlaka doktora başvurmak gerekiyor. Tedavi geciktirildiğinde yoğun bakım ihtiyacı gerekebiliyor.
  • Alerjik reaksiyonlar: Gözlerde ve burunda kaşıntı, hapşırma, ciltte döküntü ve boğazda gıcıklanma/ sesin gitmesi gibi alerjik reaksiyonlara yol açarak yaşam konforunu düşürebiliyor. Alerjik reaksiyonlar tedavi edilmediğinde; egzama ve astım gibi kronik hastalıklara yol açabiliyor.
  • Akut Bronşit: Klimanın yanlış ve bilinçsiz kullanımının neden olabildiği önemli hastalıklarından biri de akut bronşit! Ateş, hırıltılı solunum ve balgamlı öksürükle seyreden akut bronşit mutlaka doktor tedavisi gerektiriyor. Tedavisinde bol sıvı tüketimi, nefes açıcı ilaçlar ve doktorun gerekli görmesi durumunda antibiyotik kullanılıyor.

Klima kullanırken ihmale gelmez 8 önlem!

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Gülcihan Özkan, klima kullanırken sağlık açısından dikkat edilmesi gereken kuralları şöyle sıraladı;

  • Sıcaklık ayarı 23-24 derece olmalı
  • Ani ısı değişimlerinden kesinlikle kaçınılmalı
  • Klima doğrudan size üflememeli
  • Odanın nem seviyesi yüzde 40-60 olmalı
  • Filtreleri düzenli değiştirilmeli
  • Klima sürekli çalıştırılmak yerine ara ara açıp kapatılmalı
  • Ara sıra pencereler açılarak dışarıdaki havanın içeri girmesi sağlanmalı
  • Klimayı temizlerken dezenfektan ve kokulu temizleyiciler kullanılmamalı

Stresi azaltıp, başarıyı artırmak için!

Stresi azaltıp, başarıyı artırmak için!

Uzun ve yorucu maratonun sonuna gelindi… 1 milyonu aşkın öğrenci 2 Haziran Pazar sabahı yaşamlarının yeni bir dönemini tayin edecek sınava girecekler… Aileler ve öğrenciler için heyecan dorukta, stres yüksek! Peki, sınav öncesi son günde nelere dikkat ederek stresi azaltmak, başarıyı artırmak mümkün olabilir? Acıbadem Maslak Hastanesi’nden Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan, “Özellikle sınavdan bir gün önce öğrenciler bazı hatalara sık düşebiliyorlar. Örneğin; kendilerini hazırlıksız hissederlerse bütün gece uyanık kalıp son dakika konuları sıkıştırarak yeniden gözden geçirmek isteyebiliyorlar. Ancak bu yaygın hata, başarıyı artırmak yerine azaltıcı bir faktördür” diyor. Gürdoğan, özellikle sınavdan bir gün önce en sık düşülen hatalara dikkat çekti, LGS Sınavı öncesi son güne özel dikkat edilmesi gerekenleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan

Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan

  • Kendinizi iyi durumdayken hayal edin

Kendinize ‘iyi iş çıkaracağınızı’ söylemek yerine ‘iyi iş çıkardığınızı’ hayal edin. Yapılan bilimsel çalışmalara göre; kişinin başarılı olduğunu zihninde canlandırması; güveni artırmaya, sinirleri yatıştırmaya, ruh halini iyileştirmeye ve kaygıyı azaltmaya yardımcı oluyor.

  • Önceki ‘en iyi’ durumunuzu hatırlayın

Önceki başarılarınızı hatırlamak güvenin artmasına katkı sağlar. Bu nedenle geçmişteki başarılarınızı aklınıza getirin. Önceki sınavda başarılı olmanıza neyin yardımcı olduğunu ve bunu şimdi nasıl uygulayabileceğinizi düşünün.

  • Kendinize hazırlığınızı hatırlatın

Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan “Bir göreve ne kadar iyi hazırlanmış olduğunuz önemli bir güven kaynağıdır. Öğrencilerin yaptıkları hazırlık çalışmalarını kendilerine hatırlatmalarını sağlamak, sınava hazırlanırken güven ve kontrol duygularını artıracaktır” diyor.

  • Kendinize odaklanın, başkalarıyla kıyaslamayın

Başkalarıyla kendini kıyaslamak sık yapılan yanlışlardan biri. Ancak kıyaslanmak stres yaratır ve başarısızlık korkusunu tetikler. Oysa kendinize odaklanmanız ve başkalarıyla kıyas içine girmemeniz güvenininizi artıracaktır. Kendinize inanıp, performans yeteneklerinize güvenin.

  • Sınavı tehdit olarak değil, meydan okuma olarak görün

Tehdit olarak görülen şey stresi artırır. Sınavı tehdit olarak değil meydan okuma olarak değerlendirin. ‘Ya ters giderse’ diye düşünmek yerine sınavı başarılı olmak için bir fırsat olarak görün. Bu sayede performansınız olumlu etkilenir.

pause journal

  • İyi bir gece uykusu alın

Yeterli ve kaliteli uyku, hafızanızı ve konsantrasyonunuzu artırarak sınav performansınızı olumlu etkiler. O nedenle yeterli süre ve kaliteli uyumaya özen gösterin. Yatağa yattığınızda uykuya dalana kadar olumlu duygulara sahip olun.

  • Sağlıklı beslenin, kafeinli içeceklerden kaçının

Sınav öncesi son gün stresin etkisiyle aç hissetmeyebilirsiniz ama öğünleri atlamak kan şekerini düşürür, halsizliğe neden olur. Bu nedenle sağlıklı beslenin, dışarıdan bir şey yemeyin. Uykunuzu olumsuz etkileyeceği için çay, kahve ve enerji içeceği içmek gibi sık yapılan yanlışlara düşmeyin.

  • Son dakika ders çalışmayın

Sınavdan önceki gece ders çalışmak bir öğrencinin yapabileceği ve çok da sık yapılan en büyük hatalardan biridir. Konuları son dakika sıkıştırıp ele almak, konunun hafızanıza yerleşmesine katkı sağlamaz aksine stresi artırır. Biraz stres iyi olsa da fazlası akademik performansa zarar verebilir. Bu nedenle sınavdan önceki gün ders çalışmayı bırakın.

  • Derin ve eşit nefes alarak gevşeyin

Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan “Sınav öncesi son gün kendinize sınava hazır olduğunuzu ve elinizden gelenin en iyisini yapacağınızı hatırlatın. Kendinizi gergin hissediyorsanız durun ve biraz zaman ayırıp sadece derin, eşit nefesler almaya odaklanın. Bunun kaygıyı azalttığı ve sinirlerinizi sakinleştirdiği bilinmektedir” diyor.

Masum görünen bu belirtilere dikkat!

Masum görünen bu belirtilere dikkat!

Günlük hayatın koşuşturmacasında, masum görünen bazı belirtileri dikkate alınmayıp ötelenebildiği ya da başka hastalıklarla karıştırılabildiği için teşhisi genellikle gecikebilen MS (Multipl Skleroz) hastalığının görülme sıklığı ülkemizde giderek artıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Nöroloji Uzmanı, yürüme zorluğundan özgürlüğün kısıtlanmasına dek bir çok soruna yol açabilen MS’in tedavisinde, erken teşhisin yanında ‘kişiye özel ve hedefe yönelik tedavi’ seçenekleriyle çok önemli başarılar sağlanabildiğini vurguluyor. Etkisini beyin ve omurilikte gösteren bu hastalığa karşı toplumsal farkındalığı daha da çok arttırmak amacıyla her yıl Mayıs ayının son Çarşamba günü ‘Dünya MS Günü’ kapsamında çeşitli bilinçlendirme faaliyetleri gerçekleştiriliyor. Ülkemizde son yıllarda toplumsal farkındalık artışıyla birlikte MS’in giderek erken evrede teşhis edilebildiğini belirten Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşe Sağduyu Kocaman, 29 Mayıs Dünya MS Günü kapsamında hastalık hakkında bilinmesi gereken 9 önemli noktayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Prof. Dr. Ayşe Sağduyu Kocaman

Prof. Dr. Ayşe Sağduyu Kocaman

Bu belirtileri mutlaka dikkate alın!

MS’in başka hastalıklarla karıştırılmaması ve hafife alınmaması gereken sinyalleri var. Görme sorunları, baş dönmesi, dengesizlik, kollarda/bacaklarda güçsüzlük, duyu değişikliği, idrar ve dışkı sorunları, yorgunluk vb belirtilerin nörolog tarafından da kontrolü şart! Bu belirtiler hastalığın başlangıcında genellikle kendiliğinden de düzelebildiği için hastaların hekime başvurması ve tanı alması gecikiyor! MS ilerleyici seyrederse, yürüme zorluğu, dengesizlik, idrar sorunları, bellek yıkım yıllar içinde giderek artıyor.

Aşı olmak MS hastalığına yol açmaz!

Toplumumuzda aşıların MS’e yol açtığına yönelik yaygın ve yanlış bir kanı olduğunu belirten Prof. Dr. Kocaman “Özellikle Covid-19 salgını sırasında bu yanlış bilgilendirme ile çok uğraştık. Aşılar bağışıklık sisteminizi güçlendirir ve ölümcül enfeksiyon hastalıklarından korur. MS tedavisinde bağışıklık sistemi baskılanabildiğinden hastalarımızın tedavi öncesinde tüm aşılarının tamamlanması konusuna özellikle dikkat ediyoruz. Aynı enfeksiyonlar gibi aşılar da atakları tetikleyebilir ama aşı olunmazsa ölümcül hastalıkların önüne geçmek mümkün olmaz. Hastalarımıza doktorlarının kontrolunda olmak koşuluyla aşılanmaktan korkmamalarını öneriyoruz” diyor.

Sağlıksız yaşam alışkanlıklarına dikkat!

Genetik etkenler ve ailesel yatkınlığın yanı sıra çevresel faktörlerle sağlıksız yaşam alışkanlıkları da Multipl Skleroz (MS) hastalığına zemin hazırlayabiliyor. Özellikle D vitamini eksikliği, viral enfeksiyonlar ve bazı canlı virüs aşıları, sigara, stres, aşırı tuz tüketimi, çocukluk çağı obezitesi MS’in ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilen nedenler arasında sayılabilir.

Erken tanısı mümkün!

MS’nin erken tanısında belirtileri çok iyi dinleme, detaylı öykü ve ayrıntılı nörolojik muayene temel kuralı oluşturuyor. Tanıyı kesinleştirmede ikinci önemli kural ise; MS ile karışabilecek diğer hastalıkların dışlanması. Bu nedenle beyin ve omuriliğin kontrast madde verilerek Magnetik Rezonans (MR) görüntüleme ile değerlendirilmesi çok önemli. Bazen kesin tanı için beyin omurilik sıvısının (BOS) incelenmesi, kan testleri ve seyrek olarak elektrofizyolojik çalışmalar da gerekebiliyor.

Özgürlüğün kısıtlanmaması için!

MS hastalığında tanı ve tedavi alanında son yıllarda çok hızlı gelişmeler yaşanıyor. Günümüzde artık erken tanı ve sayısı giderek artan ‘kişiye özel ve hedefe yönelik’ tedavi seçenekleriyle birçok hastada özürlülüğün, kısıtlanmaların önüne geçilebiliyor. Burada bireye düşen, belirtiler olduğunda ertelemeden uzman bir nöroloğa başvurmak ve tanı konulduktan sonra tedavi uyumuna özen göstermek!

Tedavide bu hataya düşmeyin!

Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşe Sağduyu Kocaman “Kimi zaman hastalığın erken döneminde atak sonrası hiçbir belirti kalmadığında hastalarımızın tedavilerini aksattıklarını ya da kendiliklerinden bıraktıklarını görebiliyoruz. Biz hekimler hastalarımıza gelecekte özürlülük oluşmaması için bu dönemde kullandıkları ilaçların önemini anlatmaya çalışıyoruz. Bu nedenle hastanın tedaviye uyum sağlaması ve hekiminin sözünden çıkmaması çok önemlidir” diyor.

, yürüme zorluğundan özgürlüğün kısıtlanmasına dek bir çok soruna yol açabilen MS’in tedavisinde, erken teşhisin yanında ‘kişiye özel ve hedefe yönelik tedavi’ seçenekleriyle çok önemli başarılar sağlanabildiğini vurguluyor. Etkisini beyin ve omurilikte gösteren bu hastalığa karşı toplumsal farkındalığı daha da çok arttırmak amacıyla her yıl Mayıs ayının son Çarşamba günü ‘Dünya MS Günü’ kapsamında çeşitli bilinçlendirme faaliyetleri gerçekleştiriliyor. Ülkemizde son yıllarda toplumsal farkındalık artışıyla birlikte MS’in giderek erken evrede teşhis edilebildiğini belirten Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşe Sağduyu Kocaman, 29 Mayıs Dünya MS Günü kapsamında hastalık hakkında bilinmesi gereken 9 önemli noktayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu. 

Teşhisten sonraki ilk 10 yıl çok önemli!

Tanı konulduktan sonraki ilk 10 yıl kritik önem taşıyor. Çünkü genellikle hastalığın nasıl seyredeceği bu dönemde belli oluyor. Çevresel faktörlere bağlı olarak ikinci hatta üçüncü 10 yılda da hastalığın seyrinde değişiklik olasılığı olsa da yakın hekim izlemi ile hastalık aktivitesi değerlendirilerek gerektiğinde ilaç değişiklikleri yapılabiliyor.

MS’in farklı tipleri var!

MS hastalığının ataklar ve düzelmelerle seyredeni en sık görülen çeşidini oluşturuyor. Belirti ve bulguların 24 saatten uzun sürdüğü dönemler ‘atak dönemi’ olarak tanımlanıyor. Şikayetler kendiliğinden ya da kortizon tedavisiyle tam ya da tama yakın düzeliyor. Bu gruptaki hastalar başlangıç döneminde atak dışında hiç hastalık belirtisi olmadan yaşayabiliyor. Bu dönemde düzenli tedavi ve yakın doktor izlemi gelecekte özürlülük oluşmaması için kritik önem taşıyor. Başlangıçtan itibaren ilerleyici (progresif) seyreden hastalık tipinde ise; bulgular genellikle yürüme ya da denge bozukluğu belirtileriyle başlıyor ve giderek artan özürlülük oluşuyor.

Sinsice de gelişebiliyor, bir anda da ortaya çıkabiliyor!

Hastaların yüzde 85’inin ataklarla seyreden grupta yer aldığını belirten Prof. Dr. Ayşe Sağduyu Kocaman “Örneğin; optik nevritle başlayan tipinde; gün içinde gözünüzde bir ağrı ve görme kaybı başlar. Başka belirtiler de eşlik edebilir. Yavaş yavaş ortaya çıkan belirtilerle başlayan, başlangıçtan itibaren ilerleyici form olguların yüzde 10-15’ini oluşturmakta ve genellikle 40 yaşından sonra başlamaktadır. MS, hastaların üçte ikisinde 20-40 yaş arasında ortaya çıkarken, üçte birinde 40 yaş üstünde ya da 20 yaş altında başlamaktadır. 55 yaşın üzerinde ise risk belirgin olarak azalmaktadır.”