Yazılar

Alerjik hastalıkların görülme sıklığı artıyor!

Öksürük, boğazda gıcık hissi, hırıltılı solunum, nefes darlığı, burun tıkanıklığı, gözlerde kızarıklık ve hapşırık gibi belirtilerle kendini gösteren alerjik hastalıklar ülkemizde son yıllarda giderek yaygınlaşıyor. Ancak ne yazık ki çoğunlukla ortak belirtilere sahip olan üst solunum yolu enfeksiyonları, akut bronşit ve mevsimsel grip gibi sık görülen hastalıklarla karışabildiğinden tanı konulması uzun zaman alabiliyor. Acıbadem Ataşehir Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. İlim Irmak, çoğu hastanın bu belirtileri hafife alıp, geçmesini beklediği için doktora başvurmayı geciktirdiğini belirterek “Ülkemizde alerjik hastalıkların görülme sıklığı giderek artıyor. Astım hastalarının yaygınlığı yüzde 5-10 civarındayken, alerjik rinit yüzde 20’lere ulaşıyor. Geç tanı veya yanlış tanı nedeniyle hastalar yıllarca doğru tedaviyi alamıyor hatta tedavisiz kalabiliyor. Öyle ki çoğu kez hastalar şikayetlerinin alerjen maruziyetinden olduğunu dahi bilmiyor. Tedavisiz kalan alerjik hastalıklar ise solunum yollarında geri dönüşümsüz hasara, havayolu daralmasına ve ilerleyici solunum yetmezliğine yol açıyor” diyor. Oysa alerjik solunum yolları ve alerjik akciğer hastalıklarının erken tanı ve doğru tedavi ile kontrol altına alınabileceğini vurgulayan Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. İlim Irmak, yaşam kalitesini büyük ölçüde düşüren hatta yaşamı tehdit edebilen alerjik hastalıklara karşı alınabilecek 6 etkili önlemi anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Doç. Dr. İlim Irmak

Doç. Dr. İlim Irmak

·        Alerjenlerden korunun!

Polen, ev tozu ve küf mantarı gibi yaygın alerjenlerden korunarak semptomları azaltmak mümkün. Doç. Dr. İlim Irmak “Bu konuda her zaman hastalarıma söylediğim bir sağlık mottom var: Genetik yatkınlık olmasa da hayat boyu kendimizi maruz bıraktığımız şeylere göre karşılaşacağımız hastalıkları aslında biz belirliyoruz. Bu etkenlerin başında da sigara dumanı, hava kirliliği, mesleki maruziyetler (fırıncılık, pastacılık, hayvan laboratuarlarında çalışma, veterinerlik, deterjan endüstrisi vb.), kedi, köpek vb. hayvan epiteli, viral enfeksiyonlar ve stres gibi faktörler rol oynuyor. Bu nedenle sizi rahatsız eden alerjenleri tespit ederek bu alerjenlerden korunmak gerekir” diyor.

  • Çevresel maruziyetlere karşı önlem alın

Hayvan sahiplenen kişilerin sevimli dostlarını yatak odalarına almamaları/ birlikte yatmamaları, temas ettikleri kıyafetlerle güne devam etmemeleri ve bu kıyafetlerle yatağa yatmamaları, sık duş almaları, sık kıyafet değiştirmeleri, parfüm, deterjan ve yemek kokularına maruz kalmamaları ve gerektiğinde okyanus suyu, serum fizyolojik gibi uygun materyallerle nazal yıkamalar yapmaları faydalıdır.

  • Sigara ve dumanından kaçının

Alerjik hastalıkların çevresel maruziyetler nedeniyle sonradan da gelişebildiğini, bunu bilerek gereken önlemleri almak gerektiğini belirten Doç. Dr. İlim Irmak, alerjik etkenlerin en önemlilerinden birinin sigara ve hava kirliliği olduğunu vurgulayarak “Sigara ve hava kirliliğine maruziyet solunum yollarında inflamasyona ve alerjenlere daha da duyarlı hale gelinmesine yol açar, hastalık şiddetini artırabilir. Unutmayın; nedene yönelik önlemler alınmadığı sürece ilaç tedavileri yetersiz kalacaktır. Buna verilebilecek en iyi örnek; kişinin sigara içmeye devam ederek astım ilaçları ile tedavi başarısı şansını azalttığı gerçeğidir” diyor.

  • Bulunduğunuz ortamı alerjenlerden arındırın

Halı, kilim gibi ev tozu akarlarına kaynak oluşturabilecek eşyaları azaltmak ve açıkta değil  kapalı dolapta tutmak, hava filtreleri ve hava temizleme cihazı kullanmak, düzenli temizlik yapmak ve bulunulan ortamı sık sık havalandırmak alerjen yükünü azaltarak belirtileri hafifletebilir.

  • Dengeli ve sağlıklı beslenin

Alerjik hastalıkların beslenme düzeni ile de yakından ilişkili olduğunu ancak bunun toplumda çoğunlukla bilinmediğini vurgulayan Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. İlim Irmak “Yapılan çalışmalar; tüketilen bazı besinlerin vücutta inflamasyona neden olarak alerjik hastalıklara zemin hazırladığını ve atakları tetiklediğini göstermektedir. Bu nedenle bu besinlerin farkına vararak uzak durmak önemlidir. Akdeniz tipi beslenme ve antioksidanlar bağışıklık sistemini güçlendirerek alerjik inflamasyonu azaltmaya destek olduğundan dolayı sağlıklı ve dengeli beslenmeye özen göstermek gerekir” diyor.

  • Düzenli egzersiz yapın

Akciğer kapasitesini artıran egzersizler ve doğru nefes alma teknikleri ile stresi yönetmenin yollarını öğrenerek uygulamak alerjik solunum yolu hastalıkları ve alerjik akciğer hastalıklarının semptomlarını hafifletmede önemli rol oynar. Haftada en az üç gün, birer saat düzenli yürüyüş yapmak da bağışıklık sistemini güçlendirerek alerjenlere karşı vücudun daha dirençli olmasına katkı sağlar. Ayrıca akciğer kapasitesini artırır ve daha verimli çalışmasına destek olur. Stres alerjik reaksiyonları tetiklediğinden dolayı düzenli yürüyüş sayesinde bu semptomların da kontrol altına alınması sağlanır.

Sağlıklı beslenme takıntısı!

Son yıllarda sağlıklı beslenmeye yönelik farkındalığın arttığını belirten uzmanlar, ancak bazı kişilerin bu durumu takıntı haline getirebildiğini söylüyor.

Ortoreksiya Nervoza olarak adlandırılan bu bozukluğun, kişinin gününün büyük bir kısmını en saf ve doğal yiyecekleri araştırmaya ve hazırlamaya ayırmasına neden olduğuna dikkat çeken Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Kişiler katı ve kısıtlayıcı diyetler uygularlar. Dışarıda yemek yeme konusunda yoğun bir kaygı duyarlar.” dedi. Bu durumun sosyal izolasyona neden olabildiğini de aktaran Aytop, özellikle mükemmeliyetçi ve obsesyonel düşünce yapısına sahip bireylerde sık görüldüğünü vurguladı.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, Ortoreksiya Nervoza olarak adlandırılan sağlıklı beslenme takıntısı hakkında açıklama yaptı.

Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop

Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop

Sağlıklı beslenmeye çalışmak iyi ama…

Son yıllarda sağlıklı beslenmeye yönelik farkındalığın arttığını dile getiren Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Sosyal medyada ve televizyon kanallarında veya bir araya gelen kişiler arasında sık sık sağlıklı beslenmenin ne kadar değerli olduğu konuşuluyor.” dedi.

Bir açıdan sağlıklı beslenmeye çalışmanın, bunun hakkında sohbet etmenin ve içerikler izlemenin iyi bir şey olduğunu ifade eden Aytop, “Bir taraftan da bazı bireyler bu sağlıklı beslenme durumuna karşı aşırı bir takıntı geliştirebiliyor. Kişi sürekli sağlıklı beslenme konusunda araştırma yapıyor. ‘Nasıl en sağlıklı, en saf, en doğal yiyeceği bulabilirim’ diye sürekli kafa yoruyor. Gününün belirli bir kısmını hatta belki çok uzun bir kısmını bu konuya ayırabiliyor. Bu noktada takıntılı boyuta varan bir ‘sağlıklı beslenmeye çalışma’ mücadelesi ortaya çıkıyor. Buna da ‘Ortoreksiya Nervoza’ diyoruz.” açıklamasını yaptı.

İkili ilişkiler bozulabiliyor, sosyal izolasyona neden olabiliyor

Ortoreksiya Nervoza’nın en belirgin semptomunun, kişinin gününün önemli bir kısmını saf ve doğal beslenmeye yönelik araştırmalar gerçekleştirmesi ve bu yiyecekleri hazırlamaya ayırması olduğuna vurgu yapan Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Kişiler katı ve kısıtlayıcı diyetler uygularlar. Dışarıda yemek yeme konusunda yoğun bir kaygı duyarlar. Çünkü dışarıda yemek yerlerse, daha sonrasında suçlu hissedebilecekleri yiyecekleri yiyebilirler. Onlara göre sağlıksız olan yiyecekleri yemek durumunda kalabilirler.” dedi.

Bu durumda olan kişilerin sosyal hayatlarında bazı zorluklar yaşayabildiklerini aktaran Aytop, şunları söyledi:

“Kişi herhangi bir restorana veya kafeye gidiyor, orada bir şeyler yiyip içmiyor. Yerse suçluluk duyuyor ya da kendi yiyeceğini içeceğini götürüyor. Bu durumda ‘en iyisi gitmeyeyim’ diye düşünebiliyor. Bu da bir noktadan sonra sosyal izolasyona yol açabiliyor. Bu durumdan mustarip olan kişiler bir taraftan da çevrelerinin de o şekilde beslenmesi için baskıda bulunabiliyorlar. Tabii ki bu da onların kişiler arası ilişkilerine zarar verebiliyor.”

Tedavi, multidisipliner bir yaklaşımla ele alınmalı

Ortoreksiya Nervoza’nın tedavisine multidisipliner bir şekilde yaklaşılmasının çok değerli olduğuna dikkat çeken Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Bir taraftan beslenme ve diyetetik alanında bir uzmandan ve psikoterapi tarafından destek almak; bir taraftan da gerekli görülmesi halinde bir psikiyatrist desteği almak sürece olumlu bir şekilde tesir edecektir. Elbette aile ve sosyal destek de bu süreçte çok değerli olacaktır.” şeklinde konuştu.

Mükemmeliyetçi bireylerde sıklıkla görülebiliyor…

Ortoreksiya Nevroza ve sosyal medya ilişkisine de değinen Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Bu konu hakkında sosyal medyada çok fazla içerik var. Sağlıklı beslenmeye yönelik hangi gıdaların daha sağlıklı, hangilerinin sağlıksız olduğuna yönelik paylaşım bombardımanına maruz kalıyoruz. Dolayısıyla sosyal medyanın tabii ki bir etkisi var ama buradaki tek faktörün sosyal medya olduğunu söyleyemeyiz.” dedi.

Psikolojik ve biyolojik yatkınlıkların, sosyal faktörlerin birçok mekanizmanın bu bozukluğun oluşmasında devreye girdiğinin altını çizen Aytop, sözlerini şöyle tamamladı:

“Ortoreksiya Nervoza mükemmeliyetçi bireylerde ve obsesyonel düşünmeye yatkın kaygılı bireylerde sık görülen bir durum. Ayrıca dansçılar, sporcular ya da modeller gibi belirli vücut formunu korumak durumunda olan bireylerde yaygın bir şekilde görülebilir.”

Oruç tutarken enerjini yüksek tutan enerjiler

Ramazan ayını sağlıklı tamamlamak için önerilerde bulunan Diyetisyen Çağlasu Alageyik, “Ramazan ayında sağlıklı beslenme, oruç tutarken enerjinizi korumanın ve vücudunuzu dengede tutmanın anahtarıdır. İftarda ve sahurda doğru besinleri seçmek, oruç süresince enerjinizi dengede tutar” dedi.

İstinye Üniversite Hastanesi Medical Park Gaziosmanpaşa’dan Diyetisyen Çağlasu Alageyik, Ramazan’da sağlıklı beslenme hakkında açıklamalarda bulundu.

İftarda dikkat edilmesi gerekenlere değinen Dyt. Alageyik, “İftara başladığınızda öncelikle su içmek çok önemlidir. Vücudunuz uzun süredir susuz kalmış olduğundan, oruç açarken bol miktarda su içmelisiniz. 1-2 su bardağı su içmek, mideyi rahatlatır ve sindirimi kolaylaştırır. İftara hurma ile başlamak geleneksel olarak önerilir. Hurma, hızlı enerji sağlar, kan şekerini dengeler ve sindirim sistemini uyarır. Ayrıca, hurmada bulunan lif, iftarda mideyi fazla doldurmadan daha uzun süre tokluk sağlar” diye konuştu.

Diyetisyen Çağlasu Alageyik

Diyetisyen Çağlasu Alageyik

KOMPLEKS KARBONHİDRATLAR UZUN SÜRE TOKLUK SAĞLAR

Dyt. Alageyik, örnek iftar menüsünü şöyle paylaştı:

“Çorba: İftara genellikle hafif bir çorba ile başlamak idealdir. Özellikle mercimek çorbası gibi besleyici ve düşük kalorili seçenekler tercih edilebilir. Çorba, mideyi yumuşatır ve sindirimi başlatır. Ayrıca, sıcak sıvılar, vücudun sıvı dengesini yeniden kurmasına yardımcı olur.

Ana yemek: Ana yemekte, vücudun ihtiyaç duyduğu protein, karbonhidrat ve sağlıklı yağları dengelemek önemlidir. İdeal bir yemek, ızgara tavuk, hindi veya et gibi yüksek kaliteli protein kaynakları içermelidir. Bu yemeklere kepekli pilav, bulgur pilavı, makarna veya kinoa gibi kompleks karbonhidratlar eklemek, uzun süre tokluk hissi sağlar. Ayrıca, zeytinyağlı sebzeler gibi sağlıklı yağ kaynakları da bu öğünde yer almalıdır.

Sebzeler: Sebzeler lif açısından zengin oldukları için sindirim sistemine yardımcı olur. Brokoli, karnabahar, ıspanak, kabak gibi sebzeler, vücudun vitamin ve mineral ihtiyacını karşılar. Ayrıca, pişirme sırasında zeytinyağı kullanmak, sağlıklı yağ alımını artırır.

Salata: C vitamini ve diğer besin öğeleri açısından zengin, bol yeşillikli ve zeytinyağlı bir salata, yemekle birlikte tok kalmanıza yardımcı olur. Örneğin, domates, salatalık, roka, maydanoz gibi sebzelerle hazırlanmış, limon ve zeytinyağı eklenmiş bir salata, sindirimi destekler.”

İFTAR SONRASI HAFİF TATLILAR TERCİH EDİN

İftar sonrası ağır şerbetli tatlılar yerine daha hafif seçeneklerin tercih edilmesi gerektiğini söyleyen Dyt. Alageyik, “Sütlaç, güllaç, keşkül gibi sütlü tatlılar, hem hafif hem de sindirimi kolaydır. Ayrıca, tatlının yanında fazla şekerli olmayan içecekler tercih edilmelidir. Eğer şerbetli tatlı tercih ediyorsanız, şerbetin miktarını azaltmak iyi bir fikir olabilir. İftarın yanında taze sıkılmış meyve suyu, ayran, ev yapımı komposto gibi sağlıklı içecekler tercih edilebilir. İçeceklerin aşırı şekerli olmamasına dikkat edilmelidir. Su da her zaman en iyi seçenek olup, oruç sırasında kaybedilen sıvıyı dengelemeye yardımcı olur” dedi.
SAHURDA EN AZ 1.5- 2 LİTRE SU TÜKETİLMELİ

Sahura erken kalkılması ve yavaş yemek tüketilmesini öneren Dyt. Alageyik, “Sahura kalktığınızda acele etmeyin. Yavaşça yiyin ve fazla yemekten kaçının, çünkü sahurda fazla yemek sindirim sistemini zorlayabilir. Sahurda bol su içmek çok önemlidir. Bu, oruç boyunca susuz kalmanızı engeller. Genellikle, sahurda en az 1,5-2 litre su içmek önerilir. Ancak, aşırı tuzlu gıdalardan kaçınarak fazla susuzluk çekmekten kaçınmalısınız” ifadelerini kullandı.

YULAF EZMESİ, TAM BUĞDAY VE ÇAVDAR EKMEĞİ UZUN SÜRE ENERJİ SAĞLAR

Sahurda tüketilmesi gereken besinlerden bahseden Dyt. Alageyik, şu bilgileri paylaştı:

“Sahurda yulaf ezmesi, tam buğday ekmeği, çavdar ekmeği gibi kompleks karbonhidratlar tercih edilmelidir. Bu tür karbonhidratlar, mideyi uzun süre doldurarak gün boyunca daha uzun süre tokluk sağlar ve kan şekerinin dengede kalmasına yardımcı olur. Ayrıca, bu tür besinler daha yavaş sindirilir, bu da uzun süre enerji sağlar. Sahurda, gün boyunca tok kalmak için protein içeren besinler de eklenmelidir. Yumurta, peynir, yoğurt, lor peyniri gibi yüksek kaliteli protein kaynakları, kas kaybını önler ve uzun süre enerji verir. Ayrıca, ceviz, badem gibi sağlıklı yağlar da eklenebilir. Zeytinyağı veya avokado gibi sağlıklı yağlar, mideyi rahatlatır ve tokluk hissini artırır. Ayrıca, Omega-3 yağ asitleri açısından zengin olan ceviz gibi kuruyemişler, beynin ve kalbin sağlığı için faydalıdır. Meyve ve sebzeler, sahurda önemli bir yer tutmalıdır. Özellikle domates, salatalık, yeşilbiber, ıspanak, kabak gibi sebzeler ve muz, elma, armut gibi meyveler hem lif açısından zengin hem de sindirim sistemini düzenleyici etkiye sahiptir.”
ARA ÖĞÜNLERDE AŞIRIYA KAÇMAYIN

İftar ve sahur arası dikkat edilmesi gerekenleri anlatan Dyt. Alageyik, “İftar ve sahur arasında yavaşça geçebilecek hafif atıştırmalıklar da enerji seviyenizi dengede tutmak için faydalı olabilir. Ancak, ara öğünlerde aşırıya kaçmamaya özen gösterin. Özellikle elma, armut, portakal, karpuz gibi su oranı yüksek meyveler, vücudu nemlendirir ve vitamin sağlar. Yoğurt, sindirim sistemini destekler ve protein kaynağıdır. Biraz bal veya cevizle tatlandırabilirsiniz. Badem, ceviz, fındık gibi kuruyemişler, sağlıklı yağlar ve protein içerdiği için uzun süre tok tutar. Ancak, aşırıya kaçmamakta fayda var çünkü kuruyemişler kalori açısından yoğun olabilir. Az miktarda doğal fıstık ezmesi veya badem ezmesi sağlıklı yağlar sağlar” şeklinde konuştu.
ORUÇLUYKEN EGZERSİZİ DİKKATLİ YAPIN

Tuz tüketimine de dikkat edilmesini vurgulayan Dyt. Alageyik, “Sahurda ve iftarda aşırı tuzlu gıdalardan kaçının. Tuz, vücudun su dengesini bozarak daha fazla susamanıza sebep olur. Tuzlu peynir, zeytin gibi besinlerden kaçının ya da miktarını sınırlayın. İftar sırasında, şekerli gazlı içeceklerden veya hazır meyve sularından kaçının. Bunlar kısa süreli enerji sağlar, ancak kan şekerinde ani dalgalanmalara sebep olabilir. Yavaş yemek, sindirimi kolaylaştırır ve mideyi rahatlatır. Ayrıca, yemeklerinizi iyi çiğnemek, mideyi fazla zorlamadan sindirimi hızlandırır. Oruç tutarken egzersiz yaparken dikkatli olmalısınız. Hafif yürüyüşler, yoga gibi düşük tempolu aktiviteler iftar sonrası sindirime yardımcı olabilir. Ağır egzersizler, oruç sırasında zorlayıcı olabilir” dedi.
SAĞLIKLI VE DENGELİ BESLENME ÖNEMLİ

Ramazan ayında sağlıklı ve dengeli beslenmenin önemine dikkat çeken Dyt. Alageyik, “Hem vücut sağlığınızı hem de ruh halinizi korumanıza yardımcı olur. İftarda ve sahurda doğru besinleri seçmek, oruç süresince enerjinizi dengede tutar. Ayrıca, su tüketimi, tuzdan kaçınma ve protein kaynaklarını artırma gibi basit önlemlerle Ramazan ayını sağlıklı bir şekilde geçirebilirsiniz” diyerek sözlerini sonlandırdı.

 

En yaygın belirtisi, şiddetli ağrı!

Bazı kadınlar regl döneminde çok şiddetli ağrılar yaşayabiliyor. Yaşam kalitesini de düşüren bu ağrılar, hem fiziksel hem de ruhsal olarak kadınları zorluyor; kimi zaman işini kimi zaman da aile hayatını etkiliyor. Çoğu zaman ‘normal’ kabul edilen bu ağrılar konusunda uzmanlar uyarıyor: “Normal sandığınız ağrı, endometriozis (çikolata kisti) habercisi olabilir”

Endometriozis, her 10 kadından birinde görülen bir sağlık sorunu. Bu hastalığa dair regl döneminde yaşanan ağrının en sık rastlanan belirti olduğuna dikkat çeken Acıbadem Fulya Hastanesi Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Prof. Dr. Hale Göksever Çelik, “Endometriozis, kalıtsal bir hastalık. Özellikle annede bu ağrılar varsa, kız çocuklarında da aynı durumun görülmesi mümkün. O nedenle anneler regl dönemi başladıktan sonra kızlarındaki belirtilere dikkat etmeli, şiddetli ağrı durumunda, mutlaka bir jinekoloğa götürmeliler. Aynı zamanda kendi ağrılarını normal gibi algılayıp, ihmal etmemeliler. Tüm kadınlar için en ideali, her hangi bir şikayetinin olup olmadığına bakmadan yılda bir kez jinekolojik muayeneye gitmeleridir. Zira bazen bazı jinekolojik hastalıklar gibi endometriozis hiçbir belirti de vermiyor. Asemptomatik dediğimiz bu durumda; hiçbir şikayeti olmasa bile ultrasonda çikolata kisti tanısı koyduğumuz hastalar var. Bundan dolayı rutin yıllık jinekolojik muayenelerini aksatmamalılar” diyor.

Prof. Dr. Hale Göksever Çelik

Prof. Dr. Hale Göksever Çelik

Derin  endometriozise dikkat!

Endometriozis, rahim içini döşeyen hücrelerin rahim dışında yumurtalıklar, karın içi zarı, tüpler, idrar kesesi, bağırsaklar, üreterler gibi herhangi bir yere yapışması ile kendini belli eden bir hastalık. Adeta rahim içi hücreler vücutta dolaşıyor ve bir organa yapışarak orda bir doku oluşturuyor. Bulunduğu organ ya da bölgeye göre farklı sorunlara yol açıyor.  Derin endometriozis hastalarından “disüri” adı verilen işeme veya “diskezi” adı verilen dışkılama sırasındaki ağrı, sık rastlanan belirtilerin başında geliyor. Endometriotik odaklar, rahimden idrar kesesi veya bağırsaklar üzerine giderek yerleşiyor, bu organların yapısını ve işleyişini değiştirerek çeşitli sağlık sorunlarına zemin hazırlıyor.

Üreme döneminde görülüyor

Menopoz döneminde sıklığı azalmakla birlikte tüm yaşam boyunca karşılaşılabilen endometriozis, genellikle 18-45 yaş aralığındaki kadınları hedef alıyor. Üreme çağındaki kadınların yüzde 10-12’sinde görüldüğü tahmin ediliyor. Belirtilerin göz ardı edilmesi, ağrıların adet döngüsünde normal gibi algılanması ise bu şikayetler nedeniyle doktora başvurulmamasının en önemli nedenlerinin başında geliyor. Dolayısıyla uzmanlar, gerçek endometriozis oranın daha yüksek olabileceğine işaret ediyor.

Okula, işe gidemeyecek kadar şiddetli ağrı temel belirti…

Temel belirtisi “dismenore” yani çok şiddetli regl ağrısı olan endometrioziste, kadınların menstürasyon döneminde gündelik hayat akışları sekteye uğruyor; ve bu kadınlar okula veya işe gidemeyecek duruma gelerek, ağrıyı dindirmek için hastanelerin acil servislerine başvurmak zorunda bile kalabiliyor.

Çok genel bir belirti olan kasık ağrısının pek çok farklı hastalığı düşündürdüğüne değinen Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Prof. Dr. Hale Göksever Çelik “Kasık ağrısı da belirtilerden biri olabilir. Altta yatan endometriozise bağlı olarak adet dönemleri dışında da bu kadınlar ağrı deneyimleyebilir. Tanı için endometriozis konusunda deneyimli uzman tarafından detaylı jinekolojik muayene ve ultrason incelemesi yapılmalıdır. Yumurtalıklarda yerleşen endometrioma (çikolata kisti) olarak adlandırdığımız endometriozis veya karın zarı üzerindeki ‘süperfisyel peritoneal endometriozis’ adını verdiğimiz milimetrik endometriotik odaklar kadınların yaşam kalitesini düşüren kronik kasık ağrılarına yol açabilir” diyor.

Boşanmalara sebep oluyor

Endometriozisli kadınlarda görülen diğer bir belirti ise “disparoni” olarak adlandırılan, cinsel ilişkide yaşanan ağrılar. Özellikle derin endometriozis odakları olan kadınlar için cinsel ilişki bir ıstırap halini alıyor; kadınlar bu nedenden dolayı cinsel ilişkiden kaçınıyor. Yapılan bilimsel çalışmalar endometriozisli kadınlarda yaşanan bu cinsel sorunların boşanma oranlarını artırdığını ortaya koyuyor.

Anne olmayı engelleyebiliyor

Tedavi sürecinde ağrı kesici ilaçlar ve hormon içeren tedavilerin yanı sıra cerrahi yöntem ile endometriozis odakları/ kistlerinin çıkarılması veya ortadan kaldırılması gibi seçenekler değerlendiriliyor. Hastalığın yumurtalık rezervine etkisine dikkat çeken Prof. Dr. Hale Göksever Çelik “Bilimsel literatürde de kanıtlandığı gibi endometriozisin kendisi de, endometriozis cerrahisi de yumurtalık dokusu üzerinde tahribata, dolayısıyla yumurta sayısının ve kalitesinin düşmesine yol açıyor. Zaten tüm kadınlarda fizyolojik olarak yaş ile azalan yumurtalık rezervi, endometriozisi olan kadınlarda daha hızlı tükeniyor. Bu nedenden dolayı, endometriozisi olup yakın gelecekte gebelik planlamayan kadınlara mutlaka yumurta ya da embriyo dondurmayı öneriyoruz” uyarısında bulunuyor.

Spordan önce kardiyolojik muayenenin önemi

Son yıllarda halı sahalarda, spor tesislerinde kalp krizi geçirerek hayatını kaybedenlerin sayısındaki artış dikkat çekiyor. Özellikle çocuklarda spora başlamadan önce yapılması gerekenleri Liv Hospital Çocuk Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Meki Bilici anlattı.

Spor yaparken kalbimiz normalden çok daha fazla çalışır. Bunu yapabilmesi için herşeyden önce kalbimizin sağlam olması gerekir. Bilinen kalp hastalığı bulgularında kalp taraması yapılarak hastalara teşhis ve tedavi uygulanır. Ancak bazı kalp problemleri sinsi seyredebiliyor. Bazıları da ihmal edildiği için üzücü durumlara neden olabilmektedir. Bu nedenle sporla ilgilenen herkesin yılda bir kez kardiyolojik açıdan muayene olmasında yarar vardır. Eforla ortaya çıkan göğüs ağrısı, nefes darlığı, çabuk yorulma, fazla terleme, istirahat esnasında çarpıntı, spor yaparken bayılma gibi şikayetleri olan insanların muayenelerini ve EKO çekmelerini kesinlikle öneriyoruz. Bununla beraber seyrek olarak hiçbir şikayeti olmayan bir insan,  sinsi bir kalp hastalığı nedeniyle ilk bulgusunu kalp durması olarak da gösterebilir.

Doç. Dr. Meki Bilici

Doç. Dr. Meki Bilici

Spor öncesi kalp kontrolünde hangi testler yapılır?

Sporla ilgilenen herkesin ayrıntılı bir kardiyolojik değerlendirmeden geçmesi şarttır. Bu incelemelerin en önemlisi iyi bir şekilde hastanın şikayetlerinin sorgulanması, tansiyon ölçümü, elektrokardiyografi ve ekoakardiyografik incelemedir. Bazı bireylerde efor testi, kan tahlili ve ritim holter çekilmesi de gerekebilir. Spor yapmadan önce yapılan incelemeler sayesinde hastadaki ritim problemeleri, damar darlıkları ve kalp kasındaki kalınlaşma dediğimiz hiçbir bulgu vermeyen bazı sağlık sorunlarının teşhisi ve tedavileri mümkündür. Bazı hastalar da ise efor ile ortaya çıkması ölümcül risk içeren durumlarda hastaya spor yapmamasını tavsiye etmemiz gerekebilmektedir. Bu hastalığı olan hastaların efor gerektiren yarışmalara katılması bazen ölümcül riskler içermektedir. Bu nedenle spor müsabakalarından önce kalp muayenelerinin yapılması şarttır.

Efor öncesi saptanabilecek kalp hastalıklarının tedavi edilmesi ve spor yapmasına izin verilmesi mümkündür. Çok nadiren bazı ölümcül ritmilerde ise heyecanın riskli durumlara neden olma ihtimali nendeniyle spor yapmasını yasaklayarak hastanın hayatının kurtarılması mümkündür.

Spora başlamadan önce hangi testler yapılmalı?

İlk olarak hastanın şikayetleri ve tıbbi geçmişi sorgulanır. Ardından tansiyon ölçümü, elektrokardiyografi (EKG) ve ekokardiyografi (EKO) gibi temel incelemeler yapılır. Gerekli durumlarda efor testi, ritim holter ve kan tahlilleri gibi ek tetkiklere de başvurulabilir. Bu incelemeler sayesinde ritim bozuklukları, damar darlıkları ve kalp kası kalınlaşması gibi sinsi ancak ciddi sonuçlara yol açabilecek durumlar teşhis edilebilir. Eğer yapılan değerlendirmelerde riskli bir durum tespit edilirse, uygun tedavi planlanır ve gerektiğinde kişinin spora katılımı sınırlandırılır.

Hangi durumlarda spora izin verilmez?

Efor sırasında ölümcül risk taşıyan aritmiler veya kalp hastalığı tespit edilirse spor yapılması önerilmez. Ancak tedavi edilebilir durumlarda, uygun müdahaleler sonrasında spor yapmaya izin verilebilir. Nadir durumlarda heyecanla tetiklenebilen ölümcül aritmiler görülebilir. Heyecanın neden olabileceği riskler göz önünde bulundurularak kişinin spor yapması yasaklanarak hayatı kurtarılabilir.

Kalp hastalıklarının çocuklarda görülme sıklığı ve risk faktörleri nelerdir? 

Kalp hastalıklarının toplumda görülme sıklığı yaklaşık % 1 civarındadır. Eğer bireyin anne, baba veya kardeşlerinde herhangi bir doğumsal kalp hastalığpı varsa bu risk 4-5 kat artış gösterebilmektedir.

Hangi yaş grubundaki çocukların kalp kontrolünden geçmesi gerekir?

Genellikle 7-8 yaşındna itibaren çocukaların efor gerektiren sporlara başlamaları mümkündür. Bu nedenle 7-8 yaşından itibaren yarışmalı sporlara katılan çocuklara yılda bir kez kalp kontrolü yapılması gerekmektedir. Yılda biz kez yapılmasında ki amaç, yıl içinde geçirdiği ve kalbi etkileme riski olan boğaz enfeksiyonu, covid, MİS-C ve gribal enfeksiyonların kalpte herhangi bir probleme yol açıp açmadığını kontrol etmektir.

Kalp kontrolü yaptırmayan çocuklarda oluşabilecek riskler nelerdir?

Eğer hastada riskli bir doğumsal kalp hastalığı varsa, veya önemli bir ritim problemi varsa hastanın spor yaparken bayılması veya ölme riski mevcuttur. Göğüse sert bir şekilde çarpan top, golf sopası veya sert bir çarpışma nadiren ventriküler taşikardi veya ventriküler fibrilasyon dediğimiz ölümcül aritmilere neden olabilir. Bu nedenle bu tip çarpışmalardan sonra en ufak bir şüphede hastanın 112 ile acilen kardiyoloji uzmanı bulunan bir merkeze transferi yapılmalıdır.

Oruç tutmanın faydaları neler?

Ramazan ayında tutulan oruç, vücuttaki pek çok hayati sistemde önemli değişikler meydana getirebiliyor. Bir ay boyunca ortalama olarak 13 saat boyunca hiçbir gıda ya da sıvının tüketilememesinin sindirim sistemine bazı etkileri olabileceğini vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Oruç, sindirim sisteminin bir parçası olan tüm organların daha az çalışmalarına katkı sağlayarak bir dinlenme yaratmış olur. Ancak bu sürecin yalnızca faydalarına odaklanmadan bazı riskleri de olabileceğini unutmamak ve oruç dönemini bilinçli geçirmek büyük önem taşır” dedi.

Sindirim sisteminin dinlenmesiyle birlikte temizlenen organlar, daha verimli çalışmaya başlar. Mide ve bağırsaklar başta olmak üzere karaciğer ve pankreasın da bu sürede rahat edeceğini vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Bu artıların yanı sıra, günlük sıvı ihtiyacının karşılanamamasıyla dehidratasyon gibi bazı risklerden de bahsetmek gerekir. Aynı zamanda reflü, gastrit ve ülser gibi mide hastalarında açlık ile mide problemleri artış gösterebilir veya kronik hastalıkları olan kişiler ise almaları gereken ilaçları alamayacakları için şikayetleri şiddetlenebilir” şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Zülfikar Polat

Prof. Dr. Zülfikar Polat

Reflü hastaları oruç kararını doktora danışmalı

Oruç tutarken genel sağlığın riske atılmaması ve özellikle bazı hasta gruplarının çok dikkatli olması gerektiğinin altını çizen Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Örneğin hamilelik sürecindeki anne adaylarının yetersiz beslenmesi bebeğin gelişimini olumsuz yönde etkiler. Bu nedenle oruç tutacak gebelerin iftar ve sahur sofraları hem dengeli hem de zengin olmalıdır. Susuzluk nedeniyle ağır böbrek hastalarına da oruç tutmaları önerilmezken, hafif vakalara iftar ve sahurda bol su içmesi şartıyla izin verilebilir” dedi.

Gastrit, ülser, reflü ve kronik hastalıkları olan kişilerin doktor görüşü almadan kesinlikle oruç tutmamaları gerektiğini belirten Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Uzun süre aç kalmak, mide asidini artırarak ülser ve kanama gibi sorunlara neden olabilir. Bu nedenle reflü hastaları da bu dönemde yediklerine çok dikkat etmeli. Uzun süreli açlık sonrası iftarda birdenbire yoğun ve ağır yemekler tüketmek sindirimle ilgili şikayetleri artırabilir” uyarısında bulundu.

Yemek yedikten sonra uzanmak reflüyü artırıyor

Yapılan hatalardan birinin de sahurda tok tutması için yenilen ağır hamur işlerinden uzak durulması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Zülfikar Polat, “Reflü için en sakıncalı durum yemek yedikten sonra hemen yatmaktır. Çünkü yemek yedikten sonra yatma pozisyonuna geçilirse mide asidi yemek borusundan yukarıya doğru kaçabilir bu da çeşitli rahatsızlıklara yol açar. Kronik kabızlık çeken hastaların da çok dikkatli olması gerektiğini dile getiren Polat, “Bu hastalar yeterli su tüketimine ve lifli gıdalardan zengin yiyecekler seçmeye özen göstermeli. Ramazan ayını rahat atlatmak için iftarda zeytinyağlı bir sebze yemeği, sahurda ise bir kâse yoğurt içinde; kepek, yulaf, keten tohumu ve kayısı ya da erik kurusu tercih edebilirler” dedi.

Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülfikar Polat, oruç tutmanın 8 faydasını sıraladı.

  1. Oruç tutmak; vücudu, yağları enerji kaynağı olarak kullanmaya zorlar bu da yağ yakımını hızlandırır. Kan şekerini dengeleyerek insülini düşüren oruç aynı zamanda, kandaki yağ değerlerini de olması gereken seviyeye çeker. İnsülinin düşmesi sonucu kolesterol da kontrol altına alınır.
  2. Oruç, insülin seviyesini düşürerek büyüme hormonlarının salgılanmasını da artırır.
  3. Tüm bu faydaların yanında kilo kontrolüne de yardımcı olarak kalbi güçlendirir ve kalp hastalıkları riskini azaltabilir.
  4. Oruç tutarken yemek yemeğe ayrılan süre kısıtlandığı için toplam kalori miktarı azalır ve kilo kaybı oluşur.
  5. Oruç, vücuttaki enflamasyonu azaltıcı özelliğe sahiptir.
  6. Oruç, vücudu dinlendirir ve hücrelerin yenilenmesini destekler bu da bağışıklık sistemini güçlendirir.
  7. Oruç tutmak manevi huzura katkı sağlayacağı için psikolojik olarak rahatlamayı destekler, stresi azaltır.
  8. Açlık ve susuzluğa dayanmak kişisel iradeyi güçlendirerek daha sabırlı biri olmaya katkı sağlar.

Yavaş yemek, bol su içmek, protein ve lif kombinasyonu!

Ramazan’da şekerli tatlıları soframızdan eksik etmiyor, hamurlu gıdalara yöneliyor, mis gibi kokan pideye karşı koyamıyoruz…  Oysa bu besinler kan şekerimizi hızla düşürüp açlık krizlerine neden olabiliyor. Ayrıca halsizlik ve baş ağrısı gibi etkileri de enerjimizi gün boyu düşürebiliyor. Aslında bazı besinler mide boşalmasını geciktirerek ve iştah düzenleyici mekanizmaları destekleyerek daha uzun süre tok kalmamıza yardımcı olabiliyor. Dolayısıyla sahurda doğru besinleri seçerek gün içinde açlık krizlerini önleyebilir ve enerjinizi daha fazla koruyabilirsiniz. Acıbadem International Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Elif Gizem Oğuz, oruç tutarken tok kalmanıza yardımcı olan 8 güçlü besini ve nasıl tüketmeniz gerektiğini anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Elif Gizem Oğuz

Beslenme ve Diyet Uzmanı Elif Gizem Oğuz

Yumurta: Yüksek kaliteli protein içeriğiyle tokluk süresini uzatın

Yumurta, içeriğindeki yüksek kaliteli protein sayesinde mideyi geç terk ediyor ve uzun süreli tokluk sağlıyor. Aynı zamanda kas kaybını önleyerek metabolizmayı destekliyor ve gün içinde enerji seviyenizi korumanıza yardımcı oluyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Elif Gizem Oğuz, yumurtayı sahurda haşlanmış, omlet veya menemen şeklinde tüketebileceğinizi belirterek, “Yanında tam tahıllı ekmek, avokado veya sebzelerle birlikte dengeli bir öğün oluşturabilirsiniz. Ancak, kolesterol seviyelerini dengelemek için yumurtayı günde 1-2 adetten fazla tüketmeyin” diyor.

Yulaf ezmesi: Zengin lif içeriğiyle kan şekerini dengeliyor

Yulaf ezmesi, yüksek lif içeriği sayesinde mide boşalmasını geciktirerek uzun süre tok kalmanıza destek veriyor. Sindirimi yavaşlatan yapısı sayesinde kan şekerini dengede tutuyor ve açlık krizlerini önlüyor. Sahurda süt veya yoğurt ile tüketebilir; üzerine tarçın ekleyerek kan şekerinin ani yükselmesini önleyebilirsiniz. Ancak, fazla tüketimi bağırsaklarda gaz ve şişkinlik gibi sorunlara yol açabildiği için yulaf ezmesini ölçülü tüketmenizde fayda var.

Avokado: sağlıklı yağlar sayesinde tokluk süresini uzatıyor

Avokado, içerdiği tekli doymamış yağlar sayesinde sindirimi yavaşlatarak gün boyunca süren bir tokluk hissi sağlıyor. Aynı zamanda beyin fonksiyonlarını destekleyerek gün içinde enerjinizi dengede tutuyor. Sahurda tam tahıllı ekmek üzerine ezilmiş olarak ya da salatalara dilimlenmiş halde ekleyerek tüketebilirsiniz. Ancak, kalorisi yüksek bir besin olduğu için günlük tüketimi yarım adet avokado olarak sınırlamaya dikkat edin.

Badem ve ceviz: Sağlıklı yağ ve protein kaynaklarıyla açlık krizlerini önlüyor

Badem ile ceviz, sağlıklı yağ ve protein içerikleri sayesinde mideyi geç terk ediyor ve tokluk süresini uzatıyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Elif Gizem Oğuz, badem ile cevizin aynı zamanda kan şekerinin dengelenmesine yardımcı olarak ani açlık krizlerini önlediklerini vurgulayarak, “Ancak yüksek kalori içerikleri  nedeniyle tüketiminde aşırıya kaçmayın, aksi takdirde kilo kontrolünüz zorlaşabiliyor. Sahurda 10-15 adet badem veya 2-3 tam ceviz tüketmeniz ideal bir tercihtir” diye konuşuyor.

Yoğurt ve kefir: Bağırsak dostu probiyotiklerle sindirimi destekleyin

Probiyotik  içeriği sayesinde bağırsak sağlığını destekleyen yoğurt ve kefir, sindirimi düzenleyerek tokluk süresini uzatıyor. Özellikle protein içeriği yüksek olan süzme yoğurt kan şekerini dengeleyerek açlık krizlerini önlüyor. Sahurda tek başına veya yulaf, chia tohumu gibi besinlerle birlikte tüketebilirsiniz. Ancak, şekerli yoğurtlardan kaçınmalı ve sade olanlarını tercih etmelisiniz.

Tam tahıllı ekmek: Pideye göre daha uzun süre tok tutuyor

Beyaz ekmek ve pideye kıyasla daha fazla lif içeren tam tahıllı ekmek, mideyi geç terk ederek gün boyu süren bir tokluk hissi sağlıyor. Tam tahıllı ekmeğin aynı zamanda kan şekerinin ani dalgalanmalarını önleyerek açlık hissini kontrol altına aldığını belirten Beslenme ve Diyet Uzmanı Elif Gizem Oğuz, “Sahurda yumurta, peynir veya avokado ile birlikte tüketebilirsiniz. Ancak fazla tüketimi gereksiz kalori alımına yol açabileceğinden tam tahıllı ekmeği 1-2 dilimle sınırlandırmaya dikkat edin” diyor.

Kuru baklagiller: Yüksek lif ve protein içeriğiyle uzun süre doygunluk sağlıyor

Mercimek, nohut ve fasulye gibi kuru baklagiller, yüksek lif ve protein içerikleri sayesinde sindirimi yavaşlatarak uzun süreli tokluk hissi sağlıyorlar. Aynı zamanda bağırsak sağlığını destekleyerek sindirimi düzenliyor ve gün boyu enerjinizi korumanıza yardımcı oluyorlar.  Kuru baklagilleri sahurda çorba ya da salata içinde tüketebilirsiniz.  Ancak gaz yapıcı etkileri nedeniyle aşırı tüketmemeye dikkat edin.

Chia tohumu: Jel kıvamına gelerek tok hissetmenizi sağlıyor

Chia tohumu sıvıyla birleşerek jel kıvamına geliyor ve mideyi doldurarak uzun süre tok hissetmenizi sağlıyor. İçeriğindeki lifler bağırsak sağlığını desteklerken, omega-3 yağ asitleri de enerji seviyesini dengede tutuyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Elif Gizem Oğuz, “Chia tohumunu, sahurda yoğurt veya sütle karıştırarak tüketebilirsiniz. Ancak yeterli sıvıyla tüketmeye dikkat edin, aksi halde şişkinlik yapabiliyor. Dengeli bir diyet içinde küçük porsiyonlar halinde tüketmeniz en iyi sonucu verecektir” diyor.

Ramazan’da tok kalmanın 3 altın kuralı!

Yavaş yemek: Sindirimi kolaylaştırıyor, daha uzun süre tok hissetmenizi sağlıyor.

Protein + lif kombinasyonu: Daha uzun süreli tokluk sağlıyor, kan şekerini dengede tutuyor.

Su tüketimi: İftardan sahura kadar tüketeceğiniz bolca su açlık hissinin giderilmesine destek oluyor.

Mercedes-Benz ile “Tüm Yollar Roma’ya Çıkar”

Mercedes-Benz’in şimdiye kadarki en akıllı ve en verimli otomobili yeni CLA’nın dünya prömiyeri, Güney Afrikalı şarkıcı Tyla’nın etkileyici performansıyla Roma’da gerçekleşti.

Mercedes-Benz CLA

Mercedes-Benz’in geleceğe yönelik elektrikli vizyonunu yansıtan yeni CLA modeli, tamamen elektrikli ve hibrit seçenekleriyle sahnede yerini aldı. İlk kez tanıtılan yeni CLA, uzun menzili, yapay zeka destekli teknolojisi ve göz alıcı tasarımıyla büyük beğeni topladı.

Yeni yapay zeka destekli sistem, her aracı Mercedes-Benz Intelligent Cloud’a bağlı bir süper bilgisayarla donatmayı mümkün kılıyor. Bu, sürüş destek sistemleri de dahil olmak üzere en önemli araç işlevleri için düzenli uzaktan güncellemeler sunuyor.

Mercedes-Benz CLA

Tamamen elektrikli CLA’da, yenilikçi 800 voltluk elektrik mimarisi ve yeni batarya kimyasalları, şarj süresini önemli ölçüde kısaltıyor. EQ Teknolojisine sahip CLA 250+ (ortalamada enerji tüketimi: 14.1-12.2 kWh/100 km | CO₂ emisyonu: 0 g/km | CO₂ sınıfı: A) 10 dakikada 325 km’ye kadar şarj olabiliyor ve 792 km’ye kadar menzil sunabiliyor. CLA 350 4MATIC (karma enerji tüketimi: 14.7-12.5 kWh/100 km | karma CO₂ emisyonları: 0 g/km | CO₂ sınıfı: A) ise 771 km’ye kadar menzil sunarak sınıfında fark yaratıyor.

Mercedes-Benz CLA

Tamamen elektrikli yeni CLA, içten dışa sürdürülebilirlik göz önünde bulundurularak tasarlandı ve karbon ayak izini, elektrikli olmayan önceki modeline kıyasla değer zincirinin tamamında %40 oranında azalttı. Termoplastiklerde dört kat daha fazla geri dönüştürülmüş içerik kullanılıyor ve bunun %50’si tüketim sonrası geri dönüşümlü malzemeden oluşuyor.– Koltuk kılıfından koltuk süngeri, alt yapı ve metal tutuculara kadar koltuğun her katmanı geri dönüştürülmüş malzemeleri içeriyor. Aynı zamanda zemin kaplamaları, %100 geri dönüştürülmüş malzemeden yapılmış Econyl iplik ile üretiliyor. Tedarik zincirindeki ve batarya şarjındaki ek CO₂ önlemleri ile bu tasarruflar üçte ikiye kadar artabiliyor.

Mercedes-Benz CLA

Yeni CLA, tamamen elektrikli modellerinin yanı sıra 48 volt teknolojisine ve şanzımana entegre elektrik motoruna sahip hibrit versiyonuyla da satışa sunulacak. Yıl sonuna doğru satışa sunulacak hibrit versiyon, şehir içi hızlarında ve 20 kW’tan düşük güç gereksinimlerinde, tamamen elektrikli sürüş sağlayabiliyor.

Diyabet hastaları oruç tutarken neye dikkat etmeli?

Diyabet hastaları oruç tutabilir mi? Oruç tutan diyabet hastalarının nelere dikkat etmesi gerekir? Diyabet hastalarının oruç tutması durumunda karşılaşabileceği durumları Liv Hospital Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Seda Turgut anlattı.

Ramazan ayında oruç tutmak, diyabetli bireyler için özel dikkat ve planlama gerektirir. Oruç süresince uzun süreli açlık, beslenme saatlerindeki değişiklikler ve uyku düzeninin bozulması, vücudun sirkadiyen ritmini etkileyebilir. Diyabetli bireylerde bu değişimler stres hormonlarının artmasına yol açarak kan şekerinde dalgalanmalara neden olabilir. Bu durum, hiperglisemi, diyabetik ketoasidoz, dehidratasyon ve tromboz gibi ciddi komplikasyon risklerini artırırken, oruç tutan bireylerde önceki döneme kıyasla daha sık ve ağır hipoglisemi atakları görülme olasılığı da yükselir. Bu nedenle, oruç tutmayı düşünen diyabetli bireylerin, güncel kılavuzlar ışığında hekimleriyle birlikte sağlık durumlarını değerlendirmeleri ve oruç tutmaya başlamadan 1-2 ay önce uygun bir planlama yapmaları hayati önem taşır. ​

Doç. Dr. Seda Turgut

Doç. Dr. Seda Turgut

Ramazan’da Diyabet Yönetimi İçin Öneriler:

  1. Hekim Kontrolü ve Risk Değerlendirmesi:

Oruç tutmayı planlayan diyabet hastaları, ramazan öncesinde mutlaka hekim kontrolünden geçmelidir. Hekim, hastanın diyabet tipini, kullandığı ilaçları, kan şekeri kontrol düzeyini, mevcut diyabetik komplikasyonlarını, ek hastalıklarını ve genel sağlık durumunu değerlendirerek oruç tutmanın hasta için güvenli olup olmadığını belirleyecektir.

  1. Beslenme Düzeni:
  • Sahur: Sahur öğünü kesinlikle atlanmamalıdır. Protein içeriği yüksek, tok tutucu gıdalar tercih edilmelidir. Aşırı yağlı ve tuzlu yiyeceklerden kaçınılmalıdır. ​
  • İftar: Oruç hafif bir gıda ile açıldıktan sonra sebze yemekleri, salata, ızgara et veya tavuk gibi dengeli besinler tercih edilmelidir. Kalori ve sıvı alımı dengesine dikkat edilmelidir.

İftar ile sahur arasında yeterli miktarda su içmeye özen gösterilmelidir. Günde en az 1,5-2 litre su tüketimi önerilir. Kafeinli içecekler (çay, kahve) vücuttan su kaybını artıracağından aşırı tüketilmemelidir.

  1. İlaç Düzenlemesi:

Oruç tutarken ilaç dozlarının nasıl ayarlanacağı konusunda hekimle mutlaka görüşülmelidir. İlaçların dozları ve alım saatleri, oruç süresine göre yeniden düzenlenmelidir. Örneğin, günde üç kez alınan ilaçlar, doktor önerisiyle günde iki kez alınacak şekilde ayarlanabilir.

  1. Kan Şekeri Takibi:

Oruç sırasında düzenli kan şekeri ölçümü yapılmalıdır. Kan şekeri ölçümü orucu bozmaz ve hipoglisemi veya hiperglisemi durumlarında orucun sonlandırılması gerekebilir. Özellikle sahur öncesi, gün ortası, iftardan hemen önce ve iftardan 2 saat sonra kan şekeri ölçülmü yapılabilir.

  1. Fiziksel Aktivite:

Ramazan ayında fiziksel aktivite yaparken zamanlamaya ve şiddetine dikkat edilmelidir. Oruç tutarken yapılan egzersiz, hipoglisemi riskini artırabilir. Bu nedenle, hafif tempolu yürüyüşler iftardan sonra tercih edilmelidir. Ağır egzersizlerden kaçınılmalıdır. ​

  1. Hipoglisemi ve Hiperglisemi Belirtileri:
  • Hipoglisemi Belirtileri: Titreme, terleme, karıncalanma hissi, çarpıntı, karın veya baş ağrısı, görmede bulanıklık, konuşma zorluğu. ​
  • Hiperglisemi Belirtileri: Ağız kuruluğu, sık idrara çıkma, baş ağrısı, aşırı yorgunluk.

Bu belirtiler ortaya çıktığında kan şekeri ölçülmelidir. Kan şekeri <70 mg/dL olması hipoglisemiyi gösterir; bu durumda vakit kaybetmeden orucunuzu bozup hızlı etkili karbonhidrat (tercihen 3-4 adet glikoz tableti, kesme şeker veya meyve suyu gibi) alınmalıdır. Aynı şekilde kan şekeri çok yükseldiyse (>300 mg/dL) veya diyabetik ketoasidoz belirtileri (ağız kuruluğu, keton kokulu nefes, derin-soluk alma, şuur bulanıklığı) ortaya çıkarsa acilen tıbbi yardım alarak orucun sonlandırılması gerekir.

  1. Oruç Tutması Sakıncalı Olan Diyabetliler:

Bazı diyabetli bireyler yüksek riskli kabul edilir ve ciddi hayati riskler nedeniyle oruç tutmaları önerilmez:

  • Tip 1 diyabetliler
  • Sık hipoglisemi yaşayan veya hipoglisemi farkındalığı azalmış bireyler
  • Kan şekeri kontrolü bozuk olanlar
  • İleri yaşta, yalnız yaşayan ve ek hastalıkları olan diyabetliler
  • Ciddi böbrek yetmezliği veya diyaliz hastaları
  • Hamile diyabet hastaları
  • Yakın zamanda diyabetik koma, hipoglisemi veya hiperglisemi nedeniyle hastaneye yatmış bireyler
  • İleri derecede kalp, damar hastalığı veya inme öyküsü olanlar
  • Ağır fiziksel işte çalışan diyabetliler

Diyabetli bireylerin ramazan ayında sağlıklarını koruyarak oruç tutabilmeleri için hekim kontrolü, beslenme düzeni, ilaç ayarlamaları ve kan şekeri takibi büyük önem taşır. Sağlığınızı riske atmadan bilinçli bir şekilde hareket etmek bu süreçte en doğru yaklaşım olacaktır.

Glokom sinsice ilerliyor!

Başınız ve gözlerinizin çevresi ağrıyor, zaman zaman bulanık görüyor, ışıklar etrafında halkalar beliriyor ve gözlerinizde dolgunluk hissediyorsanız dikkat! Genellikle sinsice ilerleyen ve günümüzde görülme sıklığı giderek yaygınlaşan glokom (göz tansiyonu) ileri evrelerde ise bu tür belirtilerle kendini gösteriyor! Acıbadem Kartal Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Feride Pınar Doğru dünya genelinde glokom tanısı alan hasta sayısının 70 milyon, ülkemizde de 550 bin kişi olduğunu belirterek “Ancak ülkemizde bu sayının, tüm hastaların sadece dörtte birini oluşturduğu düşünülmektedir. Bunun nedeni hiçbir öncü belirtisinin olmaması ve ileri evrelere varmadıkça hastanın hissedebileceği belirtilerin bulunmamasıdır” diyor. Glokomun önlenebilir ve tedavi edilebilir körlüğün başlıca nedenlerinden biri olduğunu vurgulayan Dr. Doğru “Göz tansiyonu yükseldikçe gözde önce kör noktalar oluşur, tedavide gecikilirse görme alanı daralır, ileri dönemde tünel görme (boru içinden) dediğimiz çevre görmenin tamamen kaybı ortaya çıkar ve son evrede ise kalıcı hasarlar bırakarak körlüğe neden olur” diye konuşuyor. Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Feride Pınar Doğru, 9-15 Mart Dünya Glokom Haftası kapsamında yaptığı açıklamada, glokom (göz tansiyonu) riskine karşı alınabilecek 7 etkili önlemi anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Feride Pınar Doğr

Dr. Feride Pınar Doğru

Yıllık göz muayenesi yaptırın

Glokom sinsi seyirli bir hastalıktır. Genellikle hastalar çok ileri hasara kadar hiçbir belirti fark etmediğinden glokoma karşı en etkili yöntem düzenli yıllık göz muayenesi yapılmasıdır. Aile bireyleri arasında glokom hastasının bulunması, riski artırıcı bir diğer faktördür. Bu nedenle özellikle anne, baba, kardeş gibi birinci derece yakın akrabalarında glokom hastalığı olanların daha yakın takipte olmaları ve sadece göz tansiyonu değil görme alanı muayenesi, göz sinir taraması gibi erken teşhis yöntemleri ile de izlenmesi gereklidir. Hastalığın neden olduğu görme kayıplarının geri dönüşü olmadığı akılda tutularak rutin göz muayeneleri ihmal edilmemelidir.

Sigaradan uzak durun

Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Feride Pınar Doğru “Yapılan çalışmalar, özellikle sigaranın damar sertliğine neden olarak göze gelen kan akımını azaltıp gözün beslenmesini bozduğunu, bunun da glokoma yol açabildiğini ortaya koyuyor. Bu nedenle sigara kullanmaktan kaçının ve kan kolesterol seviyelerinizin düzenlenmesine özen gösterin” diyor.

Tansiyonunuzu düzenli takip edin

Yüksek (hipertansiyon) veya düşük vücut tansiyonu (hipotansiyon) göz sinirinin beslenmesini bozarak glokomun kötüleşme hızını artırabilirler, bu yüzden glokomlu hastaların vücut tansiyonlarının normal değerlerde olması istenmektedir. Vazospazma (damar büzüşmesi) neden olan soğuk, stres gibi faktörler optik sinir dolaşımını bozarak glokom değişikliklerinin ortaya çıkışına neden olabilir. Özellikle soğuk eller, migren ataklarının mevcudiyeti bu yönden dikkate alınması gerekli ipuçlarıdır.

Kortizonlu ilaç kullanırken dikkat edin

Özellikle kortizon içeren hap ve damlaların kontrollü kullanılması büyük önem taşımaktadır. Çünkü bu ilaçlar göz tansiyonunda artışa neden olabilmektedir. Bu nedenle bu tarz ilaçlar kullanılırken mutlaka bir göz doktoruna danışılmalıdır. Ayrıca glokom hastaları kendilerine verilen tedavileri saatlerine dikkat ederek uygulamalı, ilaçlarını damlatmayı unutmamalı ve sıkıntıları olduğunda doktorlarına sormadan ilaç kesmemelidirler.

Sağlıklı beslenin

Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Feride Pınar Doğru “Vitamin ve mineraller glokomun tedavisinde kullanılan temel ilaçlar değildir. Serbest radikal giderici vitaminlerin ve magnezyumun yardımcı tedavi olarak kullanılması ile fayda sağladığını bildiren çalışmalar vardır ancak henüz bir kural oluşmamıştır. Glokom hastalığında sağlıklı beslenme önemlidir. Çay kahve gibi içecekler normal dozlarda göz tansiyonuna büyük bir etki yapmazken çok içilmesi durumunda göz tansiyonu yükselebilmektedir” diyor.

Spor yaparken dikkat edin

Glokom riskini azaltan en önemli önlemlerden biri de düzenli spor yapılmasıdır. Sağlıklı vücutta glokomun kötüleşme hızı yavaşlayacağından spor yapılması önerilmektedir. Ancak hasta glokom çeşidini spor yapmadan önce doktoruna mutlaka sormalıdır. Pigment dispersiyonu sendromu ve bunun sonucu gelişecek pigment glokomu adı verilen özel bir glokom tipinde hastaların ağır sporlardan kaçınması gerekmektedir. Ayrıca dalma sporu ve bazı yoga hareketleri göz içi basıncını artırarak glokoma olumsuz etki edebilir, kaçınılmalıdır.

Bu hastalıklarınız var mı? Mutlaka öğrenin!

Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Feride Pınar Doğru “Özellikle diyabet hastalarında glokom görülme sıklığı  daha yüksek olduğundan kan şekeri düzeylerinin düzenlenmesi önemlidir. Şeker hastalığı (diyabet) dışında otoimmün hastalıklar, tiroid bezi hastalıkları, damar iltihapları (vaskülitler) ve nörolojik bazı sistemik hastalıklar da glokom oluşumunda rol oynayan diğer risk faktörleridir. Bu nedenle bu tür hastalıklarınızın olup olmadığını öğrenmek için mutlaka doktor muayenesi olun ve tedavi gerekirse ihmal etmeyin” diyor.